Bunun için önce Müslüman Türk milletinin zihinlerini allak bullak ederek karıştırmaya, Türk-İslam inanış, felsefe, dünya görüşü ve yaşama biçiminden uzaklaştırıp değersiz, kültürsüz, medeniyetsiz, inançsız, tarihsiz ve geleceksiz bir kalabalık, bir yığın hâline getirmeye çalıştılar.
Müslüman Türkün Türk-İslam değerleriyle örülü zihinsel dünyasını biyolojik materyalizm, felsefî materyalizm, tarihsel materyalizm, rasyonalizm, pozitivizm, ateizm, komünizm, kapitalizm, batıcılık, ilericilik gibi bir sürü kavramla sarsıp boşaltmaya çalıştılar. Sonra da ortaya çıkan bu boşluk zemininde zihinleri tamamen teslim almak için Hristiyanlaştırma çalışmalarını olmadık yöntemlerle yürütmeye gayret ettiler. Yani misyonerlik çalışmaları doğrudan ya da dolaylı yollarla eskiden beri devam etmiştir.
Bunun için batılı değerlerle donattıkları, parayla, makamla mevkiyle satın aldıkları, ideolojik olarak kendilerine bağladıkları bir takım adamları, gazeteci, şair, yazar, bilim adamı, siyasetçi gibi ünvanlarla sömürge aydını olarak içimize salıp onların Türk milletinin zihinlerini esir alma çalışmalarına, propaganda faaliyetlerine imkân ve zemin sağladıkları gibi eğitim alanında da kurumsal düzeyde büyük çalışmalara girişmişlerdir. Bunlar için yerli işbirlikçilerden de büyük destek görmüşlerdir.
Doğrudan misyoner faaliyet ve okullarının yanında dolaylı misyoner faaliyet ve okulları da ortaya çıkmıştır. Ayrıca günümüze kadar devam edegelen süreçte Türk okullarının eğitim ve öğretim programları üzerinde de oynamışlar, Türk eğitimini millî kimliğinden uzaklaştırarak gayr-i millî, kozmopolit, batıcı bir içeriğe dönüştürmeye çalışmışlardır ve çalışmaktadırlar. Bizzat Amerikalı ya da diğer batılı uzmanlar istihdamından tutun da batılı eğitim ve öğretim programlarının alınıp bizim eğitim sistemimize uyarlanmasına kadar bir çok çalışma olmuştur.
1945 yılında Türkiye-Amerika arasında yapılan bir anlaşma gereğince 4’ü Türk, 4’ü Amerikalı olmak üzere 8 kişilik bir eğitim kurulu oluşturulmuş. Kurul başkanı her zaman Amerikalı olacak ve 2 oy hakkına sahip olacak denilmiş. Bunun ne demek olduğu, ne gibi sonuçlar doğurduğu veya doğuracağı gayet açıktır.
Bugün de Avrupa Birliğine giriş süreci içindeki dayatmalarla Batı, Türk millî eğitimini millî motif ve değerlerin tasfiyesiyle millî Türk eğitimi olmaktan çıkarma gayretleri içindedir. Bize öyle bir eğitim programı dayatıyorlar ki Avrupalılar gücenmesin, kızmasın diye gerçek Türk tarihi öğretilememekte, bazı şeyler gizlenmekte, yok sayılmakta ve gerçek Türk tarihi bilgileriyle millî bilinç verilememektedir.
Yine Avrupa Birliği dayatmalarıyla Türk milletinin kültürünün belirleyicisi ve ana kaynağı olan İslam medeniyetinin yine gerçek anlamda öğretilmesi engellenmek istenmektedir. Bu sefer de Hıristiyan ve Yahudiler gücenmesin diye İslam, budanarak, eğilerek bükülerek, kuşa çevrilmiş hâlde, yarım yamalak sunulabilmektedir. Din derslerinin içeriği sulandırılmakta, hatta seçmeli hâle getirilerek iyice kadük edilmek istenmektedir.
Hangi Avrupa ülkesi, Türkleri hesaba katarak, bizi incitmekten korkarak kendi millî tarihlerinden, kimliklerinden ve dinlerinden taviz veren bir eğitim programı yapmıştır? Bir tek örnek gösterilemez. Onlar millî ve dinî değerlerini kimseyi hesaba katmadan, gereğine inandıkları şekilde öğretiyorlarsa biz de bizim için gerekli olan, millî varlık ve devamımızın teminatı olacak şekilde millî ve dinî değerlerimizi en verimli, en etkili bir şekilde öğretmek zorundayız.
Türk eğitim sisteminin, çok eski zamanlardan beri, özellikle Türkiye’nin Batıyla kurumsal ilişkilere girmesinden bu yana hem çağdaş anlamda pozitif bilgiler hem millî tarih, sanat, edebiyat ve kültür bilgileri hem de dinî bilgiler bakımından kötürümleştirilmek, millî Türk eğitimi olmaktan çıkarılıp tamamen kozmopolit, zayıf, yetersiz bir hâle dönüştürülmek istendiğini gözlemlemekteyiz. Bu sorun, şu iktidar bu iktidar sorunu değil, uzun zamandan beri devam eden bir sürece bağlıdır. Özellikle 1940’lı, 1950’li yıllardan bu yana bilinmez, görünmez, gizli ellerin Türk eğitim sistemini yozlaştırmaya çalıştığını üzülerek izlemekteyiz.
Bu böyle giderse Türk çocuklarının millî kimliklerinden soyutlanarak Avrupa değerleri içinde asimile edilmesi, eriyip gitmesi, millet olma bilincini kaybedip, tek başına yaşayan, amaçsız dünya vatandaşı bir birey olması sonucunu doğuracaktır. Millî bilinç sahibi, evrensel bakış açısına sahip, şahsiyetli bir birey üretmesi gereken millî eğitim, korkarım ki tedbir alınmazsa millî bilinçten yoksun, emperyalist Batı tarafından kolayca sömürülebilecek değersizleştirilmiş soyut bir birey üretilmesi sonucunu doğurabilecektir.