“Men ezelden kebabam
Bir hanesi harabam
Aslım Türk, özüm Türkman
Ne Kürd’em, ne Arabam”
Türkiye'nin güney sınırları ötesinde, özellikle de Ortadoğu petrol rezervlerinin önemli bir bölümünü barındıran Irak coğrafyasında yaşamakta olan Türkler, Ortadoğu petrol yataklarının keşfedilmesinden bu yana rahat yüzü görmediler. Üzerinde yaşadıkları toprakların altında yatan zenginlik, onların ölüm fermanları oldu; tepelerinde her zaman bir kemendin sallanmasına neden oldu. Kimliklerini unutmaya ya da göçe zorlandılar.
Kavga, “II. Abdülhamit'in Petrol Haritası”nın keşfedilmesinden bu yana sürüyor. Musul, Kerkük ve çevresindeki petrol yataklarının keşfedilmesi, Osmanlı İmparatorluğu'na yönelik saldıların bir Dünya Savaşı'na dönüşmesine neden olmuştu. Dünkü savaşların da nedeni Musul Kerkük petrolleriydi, bugün 11 Eylül 2001’de İkiz Kuleler şoku eşliğinde ve küresel krizin narkoz etkisi altında başlatılan işgal ve yağmanın nedeni de II. Abdülhamit’in Petrol Haritası”nda gösterilen petrol bölgeleridir.
II. Abdülhamit'in tapulu malı olan petrol bölgeleri, "Kızıl Sultan"ı tahttan indiren İttihat ve Terakki'ciler tarafından, İngilizlerin dayatmaları üzerine, devlet malı yapıldı ve bu operasyon halka, büyük bir başarı olarak sunuldu. Evet, İngilizler çok sıkışık durumda olan Osmanlı Hazinesi’ne 30 milyon kredi vereceklerdi, ama Osmanlı Hükümeti de “Kızıl Sultan”ın kendi üzerine tapuladığı petrol arazilerini devletleştireceklerdi. İttihatçılar buradaki İngiliz oyununu görememişlerdi. Uluslararası hukuka göre, kişilerin mülkiyetinde olan araziler savaşlar sonrasındaki anlaşmalarda söz konusu yapılamıyordu ve "Kızıl Sultan" II. Abdülhamit bu gerçeği bildiği için, Ortadoğu’daki petrol alanlarını kişisel malı yapmıştı.II. Abdülhamit’in tapularını koruyabilseydik, Musul ve Kerkük gibi petrol bölgeleri Lozan’da masaya gelmeyebilirdi. Musul ve Kerkük’ün, uluslararası hukuka aykırı olarak, elimizden nasıl çıktığının ayrıntılarını Mim Kemal Öke’nin “Musul Meselesi Kronolojisi”, Suat Parlar’in “Barbalığın Kaynağı Petrol”, Hikmet Uluğbay’ın “Petrol” kitaplarında bulabiliriz.
I. Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru, Rusya'da yaşanan Ekim Devrimi (1917), İngiltere ile Fransa arasında imzalanmış olan Sykes- Picot Anlaşması'nın ortaya dökülmesine neden oldu; Ortadoğu'nun paylaşılmasını kesintiye uğrattı.
MUSUL 1020’LERDE MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEYDİ
Bugün, hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle Batılı emperyalist ülkeler tarafından işgal edilen ve talana uğrayan Irak petrol yataklarının merkezi konumundaki Musul ve Kerkük, I. Dünya Savaşı sonrasında Türklerin elinden zorla, uluslararası hukuka aykırı olarak alınmıştır. Musul, gibi Türklerin yoğun olarak yaşadıkları yerleşim birimleri, Mondros Mütarekesi (30 Ekim 1918) imzalandığında Ali İhsan Paşa (Sabis) yönetimindeki Türk birliklerinin elindeydi ve Misak-ı Milli sınırları içindeydi. Fakat, Kurtuluş Savaşı'ndan bitkin çıkan Türkiye Cumhuriyeti, Lozan Anlaşması sürecinde İngilizlerin baskısı ve daha sonraları Anadolu’da çıkarılan isyanlar nedeniyle Musul konusunun Cemiyet-i Akvam'ın kararına bırakılmasına razı olmak durumunda kaldı. 1926'da da Irak'ın bağımsız bir ülke olması koşuluyla Musul ve Kerkük'ten vazgeçmek zorunda kaldık.
Irak hükümetleri, Musul ve Kerkük gibi zengin petrol yataklarının bulunduğu bölgelerde nüfusun çoğunluğunu oluşturan Türklere rahat yüzü göstermediler. Daima baskı altında tuttular, göç etmeye ya da kimliklerini unutmaya zorladılar. Türkiye'nin, tarihsel ve kültürel bağlarımız olan bu insanlarla ilgilenmesi Irak'ta büyük tepki yaratıyordu. Türkiye'den Irak'a ticaret amaçlı bir heyetin bile gitmesi, oralardan idam haberlerinin gelmesine neden oluyordu.
SADDAM DÖNEMİNDE YAŞANAN KATLİAMLAR
Irak Türkleri hiçbir dönemde kimliklerini ve haklarını koruyacak uluslararsı bir destek bulamadılar. Baskılar, göçe zorlamalar, idamlar giderek arttı. Özellikle Saddam Hüseyin döneminde bu baskılar dayanılmaz boyuta ulaştı. 16 Ocak 1980, Saddam döneminde Irak Türklerinin yaşadıkları en unutulmaz katliam günüdür. 16 Ocak'ta, Türkmen Lider Doç. Dr. Necdet Koçak, Albay Abdullah Abdurrahman, Dr. Rıza Demirci ve Adil Şerif, Musul ve Kerkük'te yaşayan Türklere gözdağı vermek için sudan bir gerekçeyle idam edilmişlerdi. Katliam bunlarla da sınırlı kalmadı; 1980 yılında 70'den çok Türkmen aydını hiç de inandırıcı olmayan suçlamalarla dar ağacına çıkarıldılar. Bu idamlar, Irak'taki Türklere önderlik edebilecek aydınlara gözdağı vermeyi hedefliyordu. Nitekim, ağır baskılara dayanamayan Iraklı pek çok Türkmen aydını, hayatta kalabilmek için, yurtdışına kaçmak zorunda kalmıştı.
Bunca baskıya, bunca ilgisizliğe rağmen Irak Türkleri varlıklarını ve kimliklerini koruma kararlılıklarını sürdürmektedirler. Irak Türkmen Cephesi Başkanı ve Kerkük Milletvekili Erşat Salihi'nin yönlendirmesiyleIraklı Türkler 26 Temmuz 2012'de Irak Parlamentosu'nda kabul edilen Türkmen Hakları Raporu ile kalıcı haklar elde etmişler, Irak'ın 3. unsuru kabul edilmişlerdir. Türkmen Hakları Raporu, resmi belge olması açısından. Türkler açısından çok önemli bir belgedir. Bu belge bağlamında, eski rejimin verdikleri zararların tazmini için, Türklere 329 milyar dinar kaynak ayrılmasına karar alınmıştır.
Son dönemde Maliki Hükümeti, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimiyle yaşanan problemler dolayısıyla, Iraklı Türklere destek vermektedir. Bu desteklemede, mezhep birliğinin de etkisi olduğu unutulmamalıdır.
Iraklı Türkmenlerin çilsesi dolmadı, dolmayacak.. Maliki Hükümeti'nin destek vermesi Türklere, özellikle de Türkmen liderlere yönelik saldırıların önünü kesememiştir. 23 Ocak'ta Tuzhurmatu'da Şehit Şüheda Hüseniyesi'nde Türkmen liderleri hedef alan saldırıda 24 kişi ölmüş 90 kişi yaralanmıştı. Bu acının yaraları henüz sarılmadan, 3 Şubat'ta Kerkük Emniyet Müdürlüğü'nü hedef alan intihar saldırısında 30 Türkmen ölmüş 70 kişi de yaralanmıştı.
Irak'ın işgaliyle birlikte "Küçük Irak" olarak adlandırılan Kerkük, Musul, Erbil, Tuzhurmatu gibi hem petrol yatakları hem de Türk nüfusu yönünden zengin olan yerleşim birimlerine yönelik saldırılar hiç hız kesmeden sürdürülmektedir. Eskiden merkezi yönetimler tarafından baskılanan Türkler bu kez de bölgenin hidrokarbon rezervlerini elde tutmak isteyen petrol devleriyle işbirliği yapan Kuzey Irak Bölgesel yönetiminin saldırılarıyla savaşmak zorunda kalıyorlar.
TÜRKMENLERİN GÖZÜ KULAĞI TÜRKİYE’DE
Iraklı Türkler, kimliklerini koruyabilmek ve varlıklarını sürdürebilmek için, her zaman olduğu gibi, Türkiye'den destek bekliyorlar, ama Türkiye Hükümeti ile Maliki Hükümeti arasında bir dizi anlaşmazlık var. Mezhep birliği dolayısıyla İran'ın desteklediği Maliki Hükümeti'nin, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi ile petrol anlaşması yapmasından dolayı, Erdoğan Hükümetiyle araları açık. Irak'la Türkiye ilişkileri kopma noktasında.
Irak Hükümeti ile Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti arasındaki soğukluktan olumsuz yönde en çok etkilenenler Irak Türkleridir. Bu güne kadar Bağdat hükümetlerinin baskısı altında olan Türkler, şimdi de Musul ve Kerkük petrollerini sahiplenebilmek için bölgenin nüfus yapısını Kürtleştirme peşinde olan Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi'nin saldırılarına hedef olmaktadır.
Iraklı Türkler isyan ediyorlar: "Türkiye Hükümeti 'Küçük Irak' sayılan Kerkük'ün Türklüğünü koruyacak yerde, bu kenti bir Kürt kentine dönüştürmek ve petrol yataklarını sahiplenmek isteyen Kuzey Irak Bölgesel Yönetimiyle petrol anlaşması imzalıyor. Bu da Kürtlerin Türklere yönelik saldırların artmasına neden oluyor. Sahipsiz kaldık" diyorlar.
Bu feryada sessiz mi kalacağız?
Ulusları hukuka göre ne kadar geçerli olduğu belli olmayan bir petrol anlaşması uğruna Iraklı Türkleri yine kaderleriyle başbaşa mı bırakacağız?
ORTADOĞU’DA SULAR DURULMUYOR
Yeri gelmişken bir konuya daha dikkat çekmek isteriz. Irak’ta, Saddam yanlısı eski bürokratlarla Maliki danışmanlarının oluşturdukları ittifak, 2005’te ABD’li askerlerin silahları gölgesinde oylanarak kabul edilen Anayasa’yı kanırtarak Kerkük’te ve Irak’ın kuzey parselinde merkezi hükümetin otoritesini sağlamak istiyorlar. Bunu hukuk yoluyla, olmazsa Dicle Operasyon Gücü’nü kullanarak silahla sağlamayı planlıyorlar.
ABD, bu konudaki gelişmeleri şimdilik uzaktan izliyor. ABD, Maliki’nin bu derece sertleşmesini, Türkiye’nin izlemekte olduğu politikalarla, örneğin, Eski Irak Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin Ankara tarafından korunup kollanmasıyla, Kuzey Irak Bölgesel Yönetimiyle yapılan petrol anlaşmalarıyla ilişkilendiriyor.
Görüldüğü gibi, Irak pastasından kimin ne oranda pay alacağı henüz kesinleşmiş değil. Haşimi Hükümeti, İran’ın da desteği ile Irak petrollerini sahiplenmenin peşinde. Bunun için de 2005’te ABD’li uzmanların hazırladığı ve Amerikan askerlerinin silahlarının gölgesinde oylanan Anayasa ile birlikte Petrol Yasası’nı delmenin yollarını arıyor. Maliki Hükümeti, 2012 yılı boyunca Kerkük-Yumurtalık boru hattından satılan petrolden Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ne verilmesi gereken parayı ödemeyerek bu konuda ilk adımı atmıştı. ABD, Maliki’nin bu davranışını, “Irak Anayasası’nın tüm doğalgaz ve petrolünün ülkenin ortak malı olduğu ilkesinin ihlali” şeklinde değerlendirmişti. Türkiye, ABD’nin “Irak’ı bölersiniz” uyarılarını duymazdan gelerek, düne kadar Misak-i Milli sınırları içinde olan Kerkük petrollerinden, Kuzey Irak Bölgesel yönetimi üzerinden pay almanın yollarını arıyor..
Görüldüğü gibi bölgede enerji kaynakları ve dağıtım yolları merkezli çatışmalar bütün hızıyla sürmektedir. Bu kaos ortamında, “Ortadoğu’da yaşamakta olan Türklerin hakları” başlıklı dosya gündemimizin kaçıncı sırasında olduğunu görebilen var mı?