Türklüğün varlık alanı ve iki yazarımız
Dikkat edilirse, Cameron’un o sözleriyle bizdeki “Türk milliyetçileri”nin ayrılıkçı “Kürt milliyetçileri”ne karşı söyledikleri, “Peki ya bin yıllık kardeşliğimiz ne olacak?” sözlerinin benzer olduğu görülecektir.
Aynı tehlikeyle karşılaşmanın temelinde, Türk milliyetçiliği ideolojisinin Batılı normlara göre kurgulanması vardır. “Bin yıllık” diye ifade edilen milletimizin tarihî, coğrafî ve sosyal varlık alanındaki gerçek çeşitlilik, şayet milletin yapısında da gösterilseydi, bugün bu problemle karşılaşmayacaktık. Oysaki hakiki milliyetçilik, milletinin bütün mensuplarını bütün farklılıklarıyla severek kucaklamaktır.
Türk milliyetçiliği ideolojisini kuranlar, o çeşitliliği dikkate almamışlar, daha doğrusu milletimizin gerçek sosyal yapısına sadık kalmamışlardır. O yapıyı iki Türkçünün ailesinde gözlemleyelim.
İKİ TÜRKÇÜNÜN YAZAR ÇOCUKLARI
Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçiş dönemlerinde askerî ve siyasî faaliyetleriyle tanınan Türkçülerden Cemal Paşa ve Kılıç Ali, günümüzün iki tanınmış köşe yazarının aile büyükleridir. Cemal Paşa, Milliyet’ten Hasan Cemal’in dedesi; Kılıç Ali ise, Yeniçağ’dan Altemur Kılıç’ın babasıdır. Bu iki gazeteci-yazardan Hasan Cemal, gençliğinde sol cenahta yer almış, şimdi ise liberal denilebilecek çizgidedir. Altemur Kılıç ise, Türkçü-Turancı görüştedir.
Altemur Kılıç, 9 Mart’taki yazısında Hasan Cemal ile kendisinin aralarındaki benzerlik ve farklılıkları saymış. Kendi babası Kılıç Ali’nin Abhaz-Çerkez bir baba ile Acara-Gürcü bir annenin çocuğu olduğunu ve ayrıca soyunda Rodos ve Buhara’dan gelme şahısların da bulunduğunu belirtmiş. Kendisine Türkçe bir kelime olarak “Altemur” isminin verilmesini de örnek gösterdikten sonra, Türk milliyetçiliği fikrini babası Kılıç Ali ile “tam kan Abhaz olan” amcasından öğrenip sürdürdüğünü belirtmiş. Hasan Cemal’in dedesi Cemal Paşa’nın da Gabardey-Çerkez, anneannesinin Gürcü ve aile büyükleri arasında Rumelilerin de olduğunu belirtmiş. O yazısında kendisinin Türk milliyetçiliğini savunduğunu söylemiş, Hasan Cemal’i ise “Türklüğe karşı davaların sözcüsü ve tetikçisi” olmakla suçlamış.
Öncelikle şunu belirtelim ki sözü edilen iki yazarın aileleri, bu memlekette, özellikle şehirlerde yaşayan hemen hemen her aile gibi değişik kavimlere mensup zatların evlenmesiyle oluşmuştur. Hatta milletleşmemizin temeli de o birleşmelerdir. Önce o durumu görüp, sonra da tekrar aynı yazarlara dönelim.
BİRLEŞEREK MİLLETLEŞMEK
Bugün millet dediğimiz sosyal yapıların hiçbiri, ırkî/etnik kökene dayanmamaktadır.
Uzun bir tarihî süreçte birleşmelerle oluşmuşlardır. Türklük de öyledir. Hatta Türk milleti, çok geniş alanlara yapılan göçlerle seferî hâlde gelişip serpildiği için çok daha fazla birleşmelere dayanmıştır.
O birleşmelerde farklı kökenlerden farklı dilli kavimler yer almıştır. “Türk” terimi de o birleşenler için kullanılmıştır. Farklı dillere rağmen müşterek kullanılan dile ise “Türkçe” denmiştir. Söz konusu birleşmeler, iki yazarımızın aile çevresinden örnekler verildiği gibi soyların da birleşmesini sağlamıştır. Birleşmenin başlıca bağları ise, önceleri “töre”, sonraları ise İslamiyet olmuştur.
İKİ YAZAR VE ÖTEKİLEŞTİRİCİ TÜRKÇÜLÜK
Altemur Kılıç, 1924 doğumlu; Hasan Cemal ise, 1942 doğumludur. Türkçülüğün o yıllar arasındaki tarihî seyri, aile bağları ve büyüklerinin fikrî temayülleri benzer olan bu iki yazarın ideolojik farklılığı hakkında bizi aydınlatabilecektir.
İttihat ve Terakki Partisi’nin merkez yönetim kurulunda bulunan Ziya Gökalp, 1911 yılında Selanik’te bir grup arkadaşıyla birlikte çıkardığı “Genç Kalemler” isimli dergide “Türkçülük” fikrini işlemeye başladı. Gökalp’ın Batı’dan aldığı millet anlayışını Türklüğe uyarlama çalışmaları, makaleler halinde yıllarca sürmüş, 1923 yılından itibaren Halk Fırkası’nın (CHP) programına da girmiştir. Aynı yıl yayınlanan Türkçülüğün Esasları” isimli kitabı ise, o ideolojinin temel kitabı olarak literatürde yerini almıştır. Gökalp’ın yaklaşım tarzı genelde ırk, tek anadil ve laik doğrultuda olmuştur. Fikirlerinin gelişmesi ve yayılması, daha sonra da sürmüştür.
Milletimizin İslamî esaslı birliği, Kurtuluş Savaşı boyunca Mustafa Kemal Paşa tarafından genellikle “Anasır-ı İslamiye” şeklinde ifade edilmiştir. Daha sonraları o birleşimi laik ifadelerle anlatmaya yönelen Atatürk, 1931 yılında farklı dilli kavimlerin isimlerini zikrederek milletimizin çok geniş alanda birleşmelerle oluştuğunu söylemiş, daha sonra da ırk esasına kayarak 1932 yılında “Güneş-Dil” teorisini benimsemiş ve devamında Orta Asya’dan çıkıp yayılan “brakisefal ve kimotrik” (kafatası kısa, saçları dalgalı) “Türk ırkı” anlayışında karar kılmıştır.
İşte 1924 doğumlu Altemur Kılıç’ın baba ve amcasının mensubiyet duyduğu birleşme esaslı Türklük ile 1942 doğumlu Hasan Cemal’in tanıdığı ırk-dil esaslı Türklük bu derece birbirinden farklıdır. O derece farklı olsa da bütün çeşitleriyle Türk milliyetçiliği ideolojisi, milletimizin hem sosyal-siyasî birliğini tehlikeye sokmuş hem de yegâne birleştirici etken olan İslamiyet’e darbe vurmuştur.
2003 yılından beri, o millet anlayışlarının yanlışlıklarını kaynaklar göstererek yazıp, anlatmaktayım. En son olarak “Türkler ve Ötekileştirdiklerimiz” (Timaş Yayınları- 2008) ve “Milliyetçiliğin Dinle Kavgası” (Bilgeoğuz Yayınları-2010) isimli kitaplarımla yapılan yanlışlıkları gösterip, Türk kavramını aslî manasına döndürmeye çalıştım. Timaş’tan çıkan kitabımda Atatürk’teki görüş farklılaşmasını yeterince işlememiştim. Daha sonraki araştırmalarımda ulaştığım o bilgileri, belirttiğim kitabın müteakip baskısını herhangi bir yayınevinde yapabilirsem detaylarıyla anlatacağım.
Milliyetçilerimiz, inşallah siyasî kavga maksatlı değil, millî birliğimizi sürdürmek maksatlı milliyetçi olurlar da yanlışları gösterenleri dinlerler. Aksi halde, ayrı bir millet olmaktan dem vurup, sonra da ayrılıkçı Kürtlere dönüp “Bin yıllık kardeşliğimiz ne olacak?” demekle sıhhatli bir beraberlik sağlayamazlar. Kim bilir, belki gelecekte Çerkezler karşısında da aynı dertten yakınacaklardır. O duruma düşmeyeceğimizin en büyük ümit kaynağı ise, milletimizin büyük ekseriyetinin o ideolojiye rağbet etmemesidir.