"Böl ve Yönet", klasik sömürgeciliğin değişmeyen yöntemlerindendir. Afrika'da, Asya'da, okyanus adalarında asırlarca iç içe yaşayan nice halklar önce birbirine düşman edilmiş, daha sonra ayrı milli devletler haline getirilerek eski sömürgecilere müdahale imkânı bırakılmıştır. Bunun için yerine göre renk, ırk, etnik köken, dil, din, mezhep, yerine göre coğrafi bölge, hatta aynı dilin farklı ağızları ayrılık için vesile kılınmıştır. Gerektiğinde ayrılık veya aykırılık tohumları onlarca yıl önceden ekilmiş, geçen süre içinde sulanıp gübrelenerek geliştirilen fesat, son hamlede eski sömürgecilerin kontrolünde yeni ve dinamik bir ayrılıkçı hareket haline gelmiştir. Bu alanda asırları aşan projeler, dünyanın her tarafında görülmektedir. Cephede, silahla başa çıkılamayan Osmanlı'ya karşı önce Hıristiyan unsurlar desteklenmiş, bunların peyderpey bağımsız devlet kurmalarından sonra her aşamada topraklarının genişletilmesine çalışılmıştır. Bundan sonra Müslüman fakat Türk olmayan unsurların koparılması için başvurmadık çareler kalmamış, bu yolda çöllerde çuvallar dolusu altın dağıtılmıştır. Son olarak Türk unsuru üzerinde Avrasya sathında projeler gündeme getirilmiş uygulamalar halen sürmektedir. Türklere karşı yürütülen en büyük plan, Türk dünyasını ortadan bölmektir. Makas yeri Kafkasya olup, Krasnodor'dan Basra Körfezi'ne kadar anti-Türkizm uygulamaları asırları aşan bir projedir. Bu tertipte ister Çarlık, ister Sovyet, ister Sovyet sonrası olsun, ister Şahlık, ister Humeyni yılları olsun, İngiltere, ABD, Rusya, İran ile diğer sömürgeciler ortaktırlar. Bu bölgede Türkmen, Karaçay, Azeri, Malkar gibi Türkler ile kendini Türk'e yakın hatta Türk kabul eden, birçok nedenle Türkleşmiş olan Çerkez, Dağıstanlı, Çeçen, İnguş, Abhaz gibi "Türki" kavimlerin kovulması, ezilmesi, öldürülmesi, hiç olmazsa asimile edilmesi 2 asra yakın bir süredir adeta kutsal bir gereklilik olarak her dönemde uygulanan, her fırsatta zemin kazanan projelerdir. Kafkasya'nın devamı kabul edilen özellikle Doğu ve Güney Doğu Anadolu için de anti-Türkizm uygulaması "ötekileştirmek"ten geçmektedir. Bir tarafta havada kalan, hayali bir "biz" tanımı, öte yandan milletin önemli bir kısmını oluşturan "ötekileştirilmiş"ler! Son on yıllarda Türkiye üzerine oynanan oyunların temelinde, uydurma kanbağı esasına dayanan "millet" kavramı ile zaman zaman mezhep farklılıklarının kaşınmasını görmekteyiz. Bu senaryoya kılık kıyafet tartışmaları da katılmak üzere mi? Yoksa bu tezgâh kurulalı çok oldu üretime mi geçildi? Avrupa Birliği sürecinde de bu farklılıklar sık sık "sorunlaştırılırken" AB ülkelerindeki Türklerin en temel insan hakları problemleri dahi geçiştirilmektedir. Günümüz Türk halkının farklı unsurlarını, bize dayatılan ve hiçbir bilimsel temeli olmadığı gibi hiçbir ülke için de uygulama şansı olmayan soy birliği tanımı çerçevesinde "ötekileştirerek" düşman haline getirmek, emperyalist projelerin alışılan tiplerindendir. İtiraf etmek gerekir ki, Türk entelijansiyası, bir ulus devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti ile bunu oluşturan halkları aynı ulus kimliği altında toplamakta başarısız kalmıştır. Daha doğrusu Türkiye için özel siparişle üretilmiş ulus teorileri herkesin kafasını karıştırmış bu alanda nice saçmalıklara şahit olunmuştur. Daha önce "Türkler ve Ötekiler" adlı kitabı ile bu alandaki tıkanmayı büyük bir vukufla açan aynı zamanda Önce Vatan gazetesi yazarı Muhterem Hüseyin Dayı, şimdi bu kitabının gözden geçirilmiş ve genişletilmiş ikinci baskısını yayınlamıştır. TİMAŞ Yayınları, Düşünce Dizisi'nden çıkan kitabın adı sorunun adresini göstermektedir: Türkler ve "Öteki"leştirdiklerimiz, Batı Tipi Milliyetçiliğe Eleştiri. Her Türk aydınının, her üniversite öğrencisinin okuması gereken bu kitap, toplumsal barış ile ülkemize ve birliğimize karşı yönelen çağdışı sömürgeci planları kökünden kurutacak bir araştırma, alın teri ve göz nurudur. Yeni baskıda özellikle "Türkiye dışından Gelen Türkçüler ve Kendi Ülkelerindeki Durum"a baktığımızda, Çarlık Rusyası'nın yıkılmasından sonra Anadolu Türklüğü'nü kuşa çevirenlerin, gerçek Türklerin Tunguzlar, Başkurtlar, Kırgızlar olduğunu söyleyenlerin ya niyetlerinde ya da uzmanı olduğu zannedilen alandaki bilgilerinde büyük sorun olduğu görülür. Çünkü bu "iftihar edilmesi" tavsiye edilen "gerçek Türkler"de aslında soy bakımından safiyet kalmadığı gibi kültür, siyaset ve ilim alanında da yaşadıkları esaretler ve krizler sebebiyle Osmanlı'dan imdat istemişlerdir. Öte yandan Avrupa Birliği sürecinde dayatılan bölme senaryoları da aslında bizlerin ihmaliyle hayat bulmaktadır. Sayın Hüseyin Dayı'nın ifadesiyle: "Bizim aslına uygun şekilde ifade edip yorumlayamadığımız sosyal yapımızı, başkalarının ifade edip diledikleri gibi yorumlamaları kaçınılmazdır. Yani kendi kendisini doğru şekilde tanımlama (self-defined) gayretine girmeyen bizler, başkaları tarafından tanımlanmış (other-defined) olmaktayız. Tanımlamadaki bu eksikliğimizin sebebi ise, ırkî köken (ethnos) anlamında kullanılagelen etnisiteye bağlı araştırma mantığını benimseyip içinde bulunduğumuz halkı (demos) inceleme ihtiyacı duymamamızdır."(s.377) İçinde yaşadığımız halkı doğru inceleyip tanıdığımızda, sınırlarımızın ötesinde, hiç de hazır olmadığımız gelişmeleri daha iyi anlayabiliriz: "Kuzey Irak'ta bulunan Kürt nüfusun yüzde 70'ini oluşturan 63 aşiret lideri Türkiye'ye bağlanmak istiyor".(s.376) Benzeri haberler, Balkanlarda Arnavutlardan, Boşnaklardan, Kafkas kavimlerinden gelmektedir. Tıpkı 1870'lerde Doğu Türkistan'da kurulan Uygur Kaşgar Devleti'nin, mezkur Türkçülerin yok saydığı Osmanlı tebaasına girmeleri ve askeri, siyasi, ilmi, teknik konularda yardım istemeleri gibi.