Türkiye farklı bir dünyaya yelken açmaya henüz hazır mı?

Her ne kadar bir zamanlar “Yeni bir dünya kurulur ve Türkiye bu dünyada yerini alır” denildiyse de bunun için ortak akıl, ortak milli refleks ve irade gerekir.

Ülke olarak yeni bir dünyaya yelken açmak için daha uygun bir zaman ve rüzgâr gerekiyor. Bu durum dışarıdan gelen tazyik ölçüsünde belirgin olacak gibi görünüyorsa da aslında dışarıyla değil daha çok Türkiye’nin kendi dinamikleriyle ilgili bir durum olduğunu bilmek gerekir. 

Bazı çevrelerin endişe ettiği, bazı çevrelerin ise zil takıp oynayacak olduğu kadar rahat değiliz.

Türkiye’nin rahatlaması ve yolunu kendi belirlemesi için daha çok zamana ve zihinsel değişim ve dönüşüme ihtiyacı var. Kolay değil, iki yüz yıldır zihinsel çürümüşlüğün, köle olmaya ram olmuş gönüllü taşıyıcıların şekillendirmeye çalıştığı ancak milletin sağduyusuyla ayakta ve zinde durmaya çalıştığımız uzun bir yoldan geliyoruz.

Ülkelerin yön belirlemesi ve kendi iradeleriyle yeni rota çizmeleri öyle kolay ve kişilerin istekleriyle olacak bir değişiklik değildir. Olamaz, olmamalıdır. Yeni bir dünya ve yeni bir rota belirlemek yeni bir ekonomik, siyasi, kültürel, askeri, teknik ve hayat modeli belirlemek anlamına gelmektedir. 

Hiç kuşku yok ki Türkler kadar kendilerine yeni yollar, yöntemler ve rotalar belirleyen ülke sayısı çok yoktur. Ancak Türklerin yeni yol ve varmayı amaç edindikleri çizgilerinde kesinlikle ödün vermedikleri, vermeyecekleri bazı olmazsa olmazları vardır.  Bu olmazsa olmazlar arasında ilk akla gelen ekonomi, din ve kültürel çevre ilk sıralarda yer almaz! Aksine bu tür değişimlere açık olan Türklerin ilk dikkat edecekleri şey “Bağımsız” yaşayıp yaşamayacakları gerçeğidir. Devletsiz olmama ve bağımsız yaşama Türk töresinin Türkler üzerinde genetik haline gelen en büyük hasleti olagelmiş görünmektedir.

Hangi coğrafyada, hangi ekonomik ve kültürel çevrede yaşarsa yaşasın Türkler bağımsız yaşayıp yaşayamayacaklarını ilk planda düşünürler. “İl gider töre kalır” ifadesi anayasa gibi, dini bir nas gibi kabul edilmiştir. 

“Eline, beline, diline sahip çıkmak” ifadesine her ne kadar farklı anlamlar yüklense de “Devletine, vatanına ve Türkçe’ye” sahip çıkma anlamına gelir ki bu durum milli kültürün, bağımsızlığın kısacası Türklüğün yaradılış sebebi olarak ilk akla gelmesi gereken varlık sebebimizdir. 

Türkistan’da Hoca Ahmet Yesevi’nin yaktığı ateş Anadolu’da Yunus Emre’de karşılığını bulmuş ve ilahi bir dil haline gelen Türkçe maddeden manayı görme şeklinde algılanmıştır. 

Vatan maddi bir anlam ifade etse de Türkler arasında Yaratıcının emaneti, en kutsi varlığı olarak görülmüştür. Vatan, dünyada ve ahirette yaşamayı arzuladığımız ve bu uğurda şehadeti göze aldığımız cennet yurdu olarak telakki edilmiş, “Vatan sevgisi imandandır” Peygamber sözüne en çok iman eden millet olma erdemine ulaşmıştır.

Türklerin inanış ve bu inancı yaşayış şekîlleriyle milli karakterleri arasında derin bağlar vardır. İmam Maturidi’nin ektiği Türklerin zihinsel ve kültürel İslamlaşma süreç tohumları Ebu Hanife tarafından olgunlaşan başakların meyve vermesi sağlanmış ve karakteristik bir Türk İslam’ı diyebileceğimiz bir anlayış, yaşayış şekli ortaya çıkmıştır. Bu anlayışla yeni bir yol, yeni bir rota belirlenmiş ve bu güzergâhta ekonomik, askeri, teknik, siyasi ve toplumsal atılımlar daha rahat, daha kolay ve daha hızlı gerçekleşebilmiştir.

Türklerin zihni, ruhi ve akli bünyelerine uymayan hiçbir yol, yordam ve anlayış uzun soluklu olmamış; bu tür anlayışlarla uzun süre yol alınmamış devletlerin yıkılması pahasına yeni yollar, yeni dünyalar, yeni coğrafya ve yeni varoluş reçeteleri aranıp bulunmuştur.

Türkiye’nin genç bir cumhuriyet olması devlet tecrübesinin de genç olduğu anlamına gelmez. Üç bin yıllık devlet tecrübesi, Selçuklu ve Osmanlı gibi Anadolu’da kök salmış kökleriyle günümüzde yaşanan kırılmalardan daha fazla ve daha sancılı kırılma tecrübelerini yaşayarak atlatmış bir birikimin üzerinde oturduğunuzu akıldan çıkarmadan atılacak yeni adımlar, belirlenecek yeni yollar arifesinde tarihi tecrübe ve devlet aklı bize ışık tutacaktır.

Türkiye’nin dünya gündeminin sıcaklığı altında, bölgesel bazı sıkıntıların hararetiyle ateşinin yükseldiği bir gerçektir. Ancak bu sıcaklık ve ateşinin yükselmiştik durumu geçici bir durum olarak değerlendirilmelidir. 

Türkiye’nin karar vermesi gereken ve cevaplandırması gereken en önemli konu ve soru Tanzimat’la başlayan süreçte Batıyla, 1945’te daha da yoğunlaşan şekliyle ABD ile olan her yönden bağlanmışlık hatta eklemlenmişlik durumu daha ne kadar devam edecektir? Edecekse ölçüsü ve sınırları nereye kadar uzayacak ve esneklik payı ne olacaktır. Devam etmeyecekse “Yeni bir dünya kurma iradesi” var demektir ki bu kuracağı, oluşturacağı “Yeni Dünya’nın, kültürü, ekonomisi, hayat modeli; yolu, rotası ne olacaktır?