Türkiye’nin, özellikle son 10 yılda, gittikçe sıkışan güvenlik politikalarının önünü açmak, bekasını sağlamak ve ulusal çıkarlarını korumak amacıyla birçok girişimde bulunduğu bilinmektedir. Fakat mevcut şartlar bu girişimlerin diplomasi yoluyla aşılmasını zorlaştırdığından, tıkanan diplomasinin önünü açmak üzere çoğunlukla askeri güce başvurması gerekli olmuştur. Ancak sıkıntıların diplomasiyle aşılamamasının arkasında, zamanında yapılan siyasi hataların katkısının olduğu da bir gerçektir.

Son günlerde çok önemli iki konu yoğun bir gündem oluşturmakta ve Türkiye için hayati önem taşımaktadır. Bunlardan biri Libya’yla yapılan anlaşmalar, diğeri de ABD’nin tehditlerine karşı İncirlik Üssü ve Kürecik Radarının kapatılması söylemidir.

Libya’yla yapılan anlaşmalar

Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) AB’ye Kıbrıs Cumhuriyeti adıyla kabul edilmesi, onu tek başına kararlar alma yolunda cesaretlendirmiş, AB’nin de desteğini alarak Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) ilanında bulunmuştur. Bu girişimle KKTC haklarını da gasp etmiştir. 2003’de Mısır, 2007’de Lübnan, 2010’da da İsrail’le MEB sınırlandırma anlaşmaları yapmıştır.

Bu anlaşmalar, özellikle Kıbrıs açıklarında doğal gaz rezervlerinin tespit edilmesinden sonra daha fazla önem kazanmıştır. İsrail’in diğer ülkelerle anlaşmaya varması, ABD şirketlerinin de burada faaliyet göstermek üzere konuya dahil olmalarıyla gerginlik artmış, ortam ısınmıştır.

Gelişmeler üzerine Türkiye, kendisinin ve KKTC’nin hak menfaatlerini korumak için harekete geçmiş, KKTC’yle anlaşma yapmış, yapılan anlaşma ve deniz hukuku kapsamında gaz arama faaliyetlerine başlamıştır. Türkiye, hak sahibi olduğunu ilan ettiği bölgelerdeki gaz arama işlemlerini engellemeye çalışan ülkelere karşı bu faaliyetlerini, Türk Donanmasının koruması altında sürdürmektedir.

Türkiye, Doğu Akdeniz’de tek taraflı yapılan anlaşmalarla emrivaki yaratan ülkelere karşı hak ve menfaatlerini korumak maksadıyla Libya’yla Deniz Yetki Alanlarını Sınırlama Mutabakat Muhtırası imzalamıştır. Tabii bu anlaşma, Doğu Akdeniz’de meydanı boş bularak haksız imkânlar etmeye çalışan ülkelerin tümünü (Yunanistan, GKRY, Suriye, İsrail, Lübnan, Mısır) rahatsız etmiş ve telaşa düşürmüştür. Özellikle Yunanistan ve GKRY bu durumu bozmak için her yönde mücadele içine girmiştir. 

Türkiye tarafından bu anlaşmayla sınırları çizilen alanlarda, yine Türk Donanmasının himayesinde sismik gemilerle araştırma yapması planlanmaktadır.

Burada kritik olan ve Türkiye’nin elini güçlendiren husus, bu anlaşmayı BM’nin meşru hükümet olarak tanıdığı Libya Ulusal Hükümeti (Saraj Hükümeti) ile yapmış olmasıdır. Trablus merkezli olan Sarraj hükümeti ülkenin yaklaşık %20’sini kontrol edebilmekte, onun karşısında, onu devirmeye çalışan Tobruk merkezli General Hafter hükümeti ve güçleri bulunmaktadır. Hafter güçleri yasa dışı olarak kabul edilmekte, ancak özellikle Rusya ve Fransa tarafından desteklenmektedir.

Hafter’i destekleyen ülkelerin, Doğu Akdeniz’de çıkar elde etmenin yolunun Sarraj hükümetini devirmekten geçtiğini hesapladığı ve stratejilerini buna göre yönlendirdiği anlaşılmaktadır.

Libya’yla yapılan Deniz Yeki Alanı Anlaşmasından sonra şimdi de bu ülkeyle Askeri İşbirliği ve Güvenlik Anlaşması imzalanmıştır. Bu anlaşmayla, Sarraj yönetimine Türkiye’nin yaptığı bazı silah, mühimmat ve malzeme desteğinin genişletilmesine ve bunun ötesinde, danışmanlık, koordinasyon merkezi vs. desteğinin yapılmasına da imkân sağlanmıştır. 

Yapılan bu anlaşmaların sürdürülebilmesi ve anlaşma hükümlerinin yerine getirilebilmesinin Sarrj hükümetinin ayakta kalmasına bağlı olduğu bir gerçektir. İşte yapılan Askeri İşbirliği ve Güvenlik Anlaşmasının ve davet geldiği taktirde Libya’ya asker gönderilebileceği söylemlerinin arkasında bu gerçeklik bulunmaktadır.

Bu durum karşısında Türkiye’nin, caydırıcı hamlelerle ve mümkün olduğu nispette diplomasi yoluyla anlaşma hükümlerini ayakta tutmaya yönelik girişimlerde bulunması, askeri güç göndermeyi son çare olarak görmesi, fiilen savaşın içine girmemesi ve bunları da yaparken çok boyutlu bir muhakeme yapması önem kazanmaktadır.

Libya’yla yapılan deniz anlaşması, Mısır ve İsrail’e, mevcut durumdan daha fazla çıkar sağlamaktadır. Bunun ilgili mecralarda dile getirilmesi fayda getirecektir. Ayrıca “Esed” demeden, “Sisi” demeden, hatta “İsrail’le hiç olmaz” demeden, biran önce Suriye, İsrail, Lübnan ve Mısır’la Deniz Yetki Alanları Anlaşmaları yapmanın yolları aranmalıdır. 

Bu konularda geç kalınmıştır. Çünkü hasımlar Doğu Akdeniz’i parsellerken “Esed” “Esat” idi. “Sisi” yoktu “Mursi” vardı. Yönetim, 2004’de AB’den müzakere tarihi alabilmek için Annan Planı merkezli yaptığı hatalarla, içeride de yıllarca TSK’yı itibarsızlaştırmak ve etkisizleştirmek için gerçekleştirilen tuzaklara verdiği desteklerle meşgul olurken, bu konulara odaklanamamıştır. Üstüne üstlük Doğu Akdeniz’e kıyıdaş ülkelerle, biraz da ideolojik olan yaklaşımlar sonucunda, ilişkiler de bozulmuştur. Bu süreçte ilgili ülkelerin ne kadar mesafe aldığı ortadadır. Zararın neresinden dönülürse kârdır.  Ancak hamlelerin, politik, ekonomik, askeri ve sosyal boyutları çok iyi değerlendirilerek yapılması önemlidir.

İncirlik Üssü ve Kürecik Radarının kapatılması

İncirlik 

Son yıllarda ABD’yle olan ilişkilerimizin gittikçe bozulduğu, hatta ABD’nin, uygulamalarıyla Türkiye’nin müttefikliğinden hasım devlet durumuna doğru dönüştüğü görülmektedir. S-400, F-35, Halk Bankası, FETO, sözde Ermeni sorunu, Askeri ve ekonomik yaptırımlar, Suriye sorunu ve PYD/PKK gibi konulardaki anlayış ve çıkar farklılıkları iki ülkeyi müttefik olma durumundan uzaklaştırmıştır.

ABD’nin Türkiye’ye karşı hasmahane tutumları, Türkiye’yi de karşı hamleler yaparak bu oyunları ve girişimleri etkisizleştirme yolunda adımlar atmasına mecbur etmiştir. Bu kapsamda İncirlik Üssü ve Kürecik Radarının gerektiğinde kapatılabileceği söylemi en yetkili ağızdan dile getirilmiştir. Bu söylem başta ABD olmak üzere Türkiye karşıtı ülkelerde şaşkınlık yaratmıştır. Ancak konunun Sevr ile ilişkilendirilmesi yanlış olup, bir kere daha tezekkür edilmesinde fayda vardır.

İncirlik Üssünün, ABD’yle ikili anlaşmalar ve ilişkiler çerçevesinde ABD tarafından kullanılmasının yanında NATO tarafından da anlaşmalar gereği kullanıldığı malumdur. Bu nedenle Türkiye tarafından 1975 yılında olduğu gibi tek taraflı kararla ABD’nin kullanımına kapatılması mümkündür. Üyesi olduğumuz sürece de NATO çerçevesinde kullanılmaya devam edilebilir.

Ancak ABD’nin bu olasılığı uzun bir süredir gördüğü için, üssün kapatılması halinde kendisine alternatif imkânlar hazırladığı bilinmektedir. Erbil’de, Suriye’nin kuzeyinde, GKRY’de, Ürdün’de, Girit’te alternatif üsler hazırlamıştır. Bunları halen kullanmaktadır. Üssün kapatılması halinde yapılması gereken işlemler için planlar yaptığına ilişkin haberlere de rastlanmıştır. Alternatif bu üsler, İncirlik’in yerini tam olarak tutmasa da, İncirlik’in kapatılmasının kendisini fazla zorlamayacağını düşünmektedir.

Kürecik

Kürecik Radarının statüsü İncirlik Üssünden farlı olup, NATO Füze Kalkanı Sistemi’nin bir parçası durumundadır. Füze Kalkanı projesi de NATO’nun Avrupa ülkelerini korumak üzere faaliyete geçirilmiş olup, onun kapatılması NATO’yla ilişkilerin aksamasına, bozulmasına sebep olur. Hatta Türkiye’nin NATO’dan ayrılmasını gündeme getirir.

Bu radarın faaliyete geçirilmesi konusunda ABD’yle mutabakat sağlanması statüyü değiştirmemektedir. Hatta Türkiye, bu radarın esas itibariyle İran’a karşı düzenlendiğini, Rusya’nın da oldukça geniş bir alanını kapsadığını bilmesine rağmen faaliyetine onay verdiği bilinmektedir. Bu nedenle konunun NATO nezdinde gündeme getirilmesi gerektiğinden, ABD tarafından fazla dikkate alınmadığı değerlendirilmektedir. 

Sonuçta Türkiye’nin, gittikçe sıkışan güvenlik politikalarının önünü açmak, bekasını sağlamak ve ulusal çıkarlarını korumak amacıyla yaptığı girişimlerde dikkatli olmasında, dengeleri gözetmesinde fayda mütalaa edilmektedir.