Balkanlarda Sosyal Bilimler Kongresi vesilesiyle bir süre için Budapeşte, Viyana çevrelerinde bulunduk. Macaristan’ın, Kaposvar, Peç, Zigetvar ve diğer ecdat izlerinin bulunduğu belde ve eserleri ziyaret son derece önemli. Budin’deki (Budapeşte’nin Buda kısmı) Osmanlı’nın son valisi Abdurrahman Paşa, Haçlı destekli Macarların galibiyeti aşamasında krallık teklifini reddeder. Rivayete göre etrafını kuşatan asilzadelere “Macaristan’a kral olacağıma, Osmanlı’nın çöpçüsü olurum” der ve şehit edilir. Buda Kalesi içerisi heykeller ve kiliselerle dopdolu olup, camiden kiliseye çevrilmiş binalar yanında bu paşanın mezarı muhafaza edilmiş. Ve mezar taşına “kahraman düşmandı, rahat uyusun” yazılmış.
Macaristan’da her yerde derin bir Türk ilgisi var. Gerek eski doğu bloku mensupları gerekse diğer ülkelerinde pek rastlanmayan bir sevgi. Yaygın bir şekilde İslamiyete yöneliş haberlerini duyduk. Ben bunu, 1956’da somutlaşan hem güvendikleri batı blokundan (NATO ve ABD’den) hem de Rusya, Varşova Paktı’ndan ciddi darbe görmelerine, oyuna getirilmelerine bağlıyorum. Halbuki yaklaşık birbuçuk asırlık Osmanlı hakimiyetinden kalan adalet ve hürriyet hatıraları her fırsatta dile getirilir.
Budapeşte tren garında ve otellerinde içler acısı mülteci dramının ayrıntısına girmeyelim. Sadece bir Türk otel sahibinin “herşey bitti, otelimiz mahvoldu, atsan atılmaz, kovsan kovulmaz…” şeklinde sürüp giden yakınmalarını nakledeyim.
Bir dönem Azerbaycan gazını Türkiye’den Avrupa’ya ulaştıracak projeye Nabucco ismi verilmişti. Her türlü desteğe rağmen “güvenilmez” Rusya’ya karşı hayati öneme sahip gazda tedarikçi ve ulaştırma çeşitlenmiş olacaktı. Viyana’da Verdi’nin Nabucco operasından sonra kararlaştırılan projeye de işte bu operanın ismi verilmişti. Ancak bu proje, Almanya’nın Rusya ile yatırım ve işbirliğini akamete uğratacaktı. Üstelik Türkiye’nin önemi de artacaktı. Böyle bir proje için yeterli gaz yok gibi bahanelerle de süslenerek Almanya, “ben para verememem” dedi ve proje akim bırakıldı.
Aslında bu projenin hayata geçirilmesini Romanya, Bulgaristan, Macaristan ve Avusturya öncelikle arzu etmekteydi. Onun yerine TANAP projesi hızla ilerliyor. Buna paralel İran gazı bir şekilde Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak. Öte yandan henüz somut ilerleme kaydedilmese de Rusya’nın Trakya üzerinden Yunanistan ve İtalya’ya ulaştırmayı düşündüğü yine Rusya’nın koyduğu ad ile “Türk Akımı” da halen gündemde. Bu hatların sayısını, gazın menşei yanında tüketim, ulaşım şartları gibi ilavelerle artırabiliriz. Bütün bu hatlar, Türkiye üzerinden geçtiği halde Anadolu, sadece köprü olarak kullanılmaktadır. Batılıların korktukları Türkiye’nin bir enerji “hub”u (merkezi) olmasının gerçekleşme ihtimali ortadan kalkmıştır. Tebliğimi sunduktan sonra, TANAP hattında kullanılacak boruların Türkiye’de imalatı bulunduğu halde niçin İtalya’dan alındığı soruldu. Soruyu açınca böyle bir gerçekten haberdar oldum.
Rusya’nın “çağdaş kızılordusu” Gazprom veya Azerbaycan’ın SOCAR’ı enerjinin üretimden, ulaşım ve pazarlamasına kadar her alanda dev birer devlet şirketi ve uzmanlık birimleri bileşkesidir. Tıpkı BP, SHELL gibi. Türkiye’nin BOTAŞ, TPAO, Petkim gibi kurumları birbirinden ayırarak bir kısmını özelleştirmesi, diğerlerini ayrı ayrı bakanlıklara bağlaması, bugünkü şartlarda “enerji hub”u olmasının önünü kesmiştir. Konuyu diğer boyutlarıyla zaman zaman tartışacağız.
Macaristan izlenimlerinden Budapeşte-Viyana hattındaki yüzlerce rüzgârgülü tarlaları, rüzgâr tribünlerini de hatırlatalım. Bu konuya da ülkemizde gereken önemin verilmediğini belirtelim. Gerek rüzgâr gerekse güneş enerjisi konusunda kurulacak tesislerin yerli üretimle karşılanması konusunda teşvik ve desteğe ihtiyaç vardır. Üniversitelerin bu alanda binlerce patent üretmesi için kaynak yanında konunun kamuoyuna mal edilmesi gerekmektedir.
Kaposvar Üniversitesi’ndeki kongrede sunulan bir tebliğde Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıllarında Macaristan’ın tarımsal alanda Türkiye ile işbirliğini dinledik. Şeker pancarı ekimi konusunda bu ülkeden uzmanlar, teknik elemanlar gelmiş. Mısır, buğday, bal üretiminde makineler, ziraat okulları bu ülke ile birlikte kurulmuş.
Budapeşte’den Kaposvar veya Viyana istikametine yüzlerce kilometrelik yol boyunca tarlaların bir karışının boş kalmadığını görüyorsunuz. Uçsuz bucaksız ovalar dağlara doğru altın sarısına dönen mısır tarlalarıyla dopdolu. Yer yer ayçiçeği, patates, henüz biçilmiş ekinden kalan dev saman balyaları. Yerleşim yerlerine yaklaştıkça üzüm bağları, meyve bahçeleri. Zaman zaman ikinci ürün için adeta elenerek sürülmüş tarlalar da göze çarpar. 
Anadolu’nun daha önce bereket fışkıran fakat yıllardır traktör veya hasat yüzü görmeyen tarlalarına burada rastlamıyoruz. İster istemez ülkemizde tarlaların niçin boş kaldığını, bir kısmı çölleşirken bir kısmının ormanlaştığını, az çok eken üreticinin de ektiğine niçin bin pişman olduğunu merak ediyoruz. Tebliğin soru-cevap kısmındaki öneri: “Mademki cumhuriyetin ilk yıllarında Macaristan ile böyle bir işbirliğimiz vardı, bugün de yöneticilerimiz bir heyet göndersin ve sorsun: Nüfusu İstanbul’dan küçük bu ülke uçsuz bucaksız tarlaların tamamını nasıl ekiyor? Üretici bin pişman olmadan ürününü nasıl değerlendiriyor? Türkiye bu konuda nerede yanlış yapıyor? Mesela Macaristan’da bir koyun 100 Euro iken Türkiye’de neden 200 Euro oluyor. Hayvan fiyatları niçin hem zengin ülkelerin hem fakir ülkelerin en az iki katı oluyor?”