Bu ifadelerden anlaşılmaktadır ki Batı, Türkiye'nin ilk tercihinin kendileri olduğunun bilincindedir ve ancak, onlardan tamamen ümit kesmesi halinde komşularına döneceği kanaatindedir. Türk dış politikasını gözlerimizin önüne aldığımızda gerçekten, batıya yönelmenin komşularımızı hiç dikkate almama gibi bir tavır sergilememize yol açtığını görürüz.
Batılılaşmanın bizdeki tezahürlerinden biri, her şeyden önce Müslüman komşularımızı hor görme, basite alma şeklinde olmuştur. Sonraları bölücü örgüt faaliyetlerinin de o ülkelerden destek görmesi, onları tamamen düşman kategorisinde algılamamıza sebep teşkil etmiştir. 1979 ihtilalinden sonra İran'ın ülkemizde İslâm'ı siyasallaştırma çabaları ayrıca rahatsızlığımızı artıran bir etken olmuştur.
ABD'nin Irak'ı işgali ile bugün geldiğimiz noktada hepimiz gördük ki, birimizin derdi, istemesek te diğerlerimizi de muzdarip kılmaktadır. Artık hepimiz bilmekteyiz ki; aramızda sadece coğrafi bir müştereklik değil, kültürel yakınlık ve sosyal yapı benzerliği de söz konusudur.
ABD'nin müdahale niyeti taşıdığını açıkça belirttiği fakat henüz harekete geçmediği iki ülke olarak Suriye ile İran'nı durumunu ele alalım:
Halep'in kuzeyinde, Lazkiye ve Hatay arasındaki dağlık bölgedeki Türkmenler vardır. Bunların önemli birkısmı Alevidir ve her yıl 16 Ağustos'ta Hacı Bektaş-ı Veli Hazretlerini anma törenleri için ülkemize gelmektedir. Suriye'de nüfusun %6,5 civarında bir kısmı Kürt'tür.
İran'da Farsların genel nüfusa oranı %46'dır. Azeri, Türkmen, Kazak gibi unsurlardan mürekkep Türkler nüfusun %40'ını Kürtler ise %9'unu teşkil etmektedirler. Nüfusun diğer kısmı Ermeni, Lur, Cemşidî gibi toplumlar oluşturur.
İran'da da Suriye'de de Sünnî, Şiî ve Alevî mezheplerine mensup Müslümanlar bir arada yaşamaktadırlar.
ABD'nin Ortadoğu'da yapay milletler oluşturma ve mezhep ayırımlarını teşvik etme politikası, son Irak operasyonuyla açığa çıktığından, hedef seçilmiş olan bu ülkeler de riskli konuma gelmiş durumdadırlar.
Bir Ortadoğu ülkesi olan Türkiye'nin, vatandaşlarının her kesimiyle akrabalık bağları olan komşu ülkelerin, işgal altına girmeleri veya bir iç savaş ortamı yaşamaları halinde, etkilenmemesi mümkün değildir.
ABD ise alay edercesine, Ortadoğu'ya yönelik istikrar bozucu planlarına Türkiye'yi de ortak etmek istemektedir. Geçen yılın 10 Haziran'ında, Richard Perle tarafından yapılan tehdit, halen hafızalarımızdadır; "Türkiye'nin ABD'ye Suriye ve İran konusunda destek vermemesi, felaket sonuçlara yol açabilir" demişti. 16 Ekim'de ABD Temsilciler Meclisi dört oya karşı 398 oyla Suriye'ye ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulanması kararı almış, Başkan Bush'ta o kararı 13 Aralık'ta onaylamıştı.
Geçen yıl, onların tam kabadayılık yılıydı. Günümüze kadar geçen sürede ise bütün dünyada arkalarındaki kamuoyu, artık karşılarına geçmiştir. ABD'de yapılan anketlere göre Bush'a destek %40'a düşmüştür. İngiltere'de daha aşağı seviyelerdedir. İngiltere'nin büyük gazeteleri, her gün dozajlarını artırdıkları sert ve alaylı üsluplarla Irak harekâtını tenkit etmektedirler. The Guardian'da Terry Jones imzalı bir yazıda, "Bush ve Blair'in beyinlerinin yönetici kısımları çıkarılmış" ifadesi yer almıştır.
Sadece işkence ve katliam zalimlikleri değil, Irak için düşündükleri siyasal model olarak Sünnî-Şiî ayırımı da, Irak halkı tarafından kabul görmemiştir ve askerî harekâtları da bütün güçlerine rağmen başarılı olamamıştır.
Siyasî plan ve askerî başarısızlıklarını, Bağdat Üniversitesi'nin Siyaset Bilimi Profesörlerinden Wamid Nadhmî'den dinleyelim: "Artık hiç kimse Sünnî üçgeninden veya Şiî-Sünnî ayrılığından ve sivil direnişten söz etmiyor. İşgal güçleri de küçük direniş yuvalarından söz etmez oldular. Bu şimdi bir halk hareketidir ve gittikçe de yayılmaktadır."
Sosyal destek açısından da, siyasî ve askerî başarısızlıkları açısından da şu an, ABD-İngiltere-İsrail üçlüsünün en zayıf dönemidir. Eğer onlara karşı duruş, sadece Irak ve Filistin halklarının kahramanca direnişlerinden ibaret kalmaz da bölgesel bir tepki de görürlerse, mevcut yöneticileri tamamen zor duruma düşeceklerdir. Ortadoğu'da bir dayanışma başlamasını ise herkes haklı bulacaktır.
Ortadoğu'da bir topyekûn savunma yapma mecburiyeti doğmuştur. Hele Türkiye, Suriye ve İran'ın aralarında bir savunma anlaşması yapmaları, zarurî bir hal almıştır. Batı ile yakın ilişkilerinden dolayı, bu ihtiyacı dünyaya en iyi anlatabilecek ülke, Türkiye'dir.
Bu anlaşma için yazımızın başında verdiğimiz ISS'nin bahsettiği şekilde AB'ye girememe halinin beklenmesine gerek yoktur. AB'ye girsek ne olacak, Ortadoğu'dan taşınmış mı olacağız; yoksa AB'nin, olmayan askerî gücünden destek mi bulacağız?
Ortadoğu konusu AB, ABD veya Rusya ile ittifak taraftarlığından ayrı bir konudur. Siz ilerisi için, yine istediğinizle ittifakı düşünün, bu şimdinin acil meselesidir ve komşularımızla müşterek tehdit algılamalarımızdan dolayı gerekmektedir.
Ayrıca böyle bir savunma anlaşması bizi, seçeceğimiz müstakbel müttefikimiz karşısında da itibarlı kılacaktır.