7-: AŞÇI GARBİS (? - ) 
Kuyumcular Çarşısı’nın sevilen aşçılarından olmasına rağmen, lokantasında yemek yemem nasip olmamıştır. Çarşı esnafından olan arkadaşlarımdan öğrendiğime göre; Taskebabı ve yanında tereyağlı pilavını yiyen, lokantasından bir daha ayrılamazmış. 
8-: AŞÇI HAYRABED (? - ) 
Dükkânı meşhur “Kalcılar Hanı”nın yanında idi. Hemen her yemeği ayrı bir lezzet taşıdığından, müşterileri sıra beklemeye dahi katlanırlardı. Müşterilerinin ayrı bir zevki de; onu kızdırabilmekti ki, hırsı burnunun ucunda olduğundan onu kızdırabilmek hiç de zor değildi. Mesela; Ona, “Hayrabed Dayday, ellerine sağlık, aynen Aşçı Hayk Dayday’ın yemeklerindeki lezzet mevcut.” demeniz yeterliydi ve böylece bayramlık ağzı açılırdı... 
9-: AŞÇI NURİ USTA (? - ) 
Takriben 1948’lerde Çuhacı Han’a gelmişti. Sağ taraftaki merdivenin alt boşluğuna; kontrplaklarla derme, çatma bir Dükkân yaptı, hem de bizzat kendi elleriyle. Han’ın Odabaşısıyla anlaşarak meydana getirdiği bu gecekondu Dükkân’da, Bismillah diyerek aşçılığa başladı. İlk “Köfte-Piyaz”, daha sonra, Kuru-Fasulye ve Pilav derken, yemek çeşitlerini çoğalttı. Gayet maharetli ve üstün kabiliyetli bir Aşçı olan Nuri Usta; Onca mahir Ermeni Aşçıların bulunduğu bir ortamda, varlığını kabul ettirmesinde, sadece nefis yemekleri değil, aynı zamanda; tatlı dil, güler yüz ve müşterilerine karşı saygılı oluşunun da rolü büyük olmuş, ayrıca Müslüman bir Türk oluşu ve Türk tarzı yemeklerindeki değişik tad ve lezzeti de Çarşı esnafını cezbetmişti. 
Aşçı Nuri Usta’yı takriben 1982’lerde meşhur Kuyumcu Hanlarından “Zincirli Han”ın birinci katında, 1965’lerde açtığı gayet mükemmel bir Aşçı dükkânı çalıştırmaktaydı. Karşılaştığımız an hiç konuşmadan birbirimize sarıldık ve sevinçten her ikimizin de gözleri yaşarmıştı. Hayli sohbet ettikten sonra yıllardır yiyememiş olduğum leziz yemeklerinden ısmarladı. Daha sonraki yıllarda bir daha görebilmem nasip olmadı. Zira Kuyumcular Çarşısında hiç arkadaşım kalmamıştı; çocukluğum ve ilk gençlik yıllarımın geçtiği bu tarihi çarşıya pek gidemez olmuştum. 
Aşçı Nuri Usta’nın aklıma kazınmış olan bir önemli yönü de; Çarşı çıraklarına yarı fiyata yemek vermesi olmuştur. 
Hz.Allah her daim işini gücünü rast getirsin Nuri Usta! Sen hayırlı yaşa Nuri usta emi!... 
ÇUHACI HANI ÇEVRESİNİN SABİT VEYA SEYYAR ESNAFI
1-: KAHVECİ AVEDİS (? – 1981) 
Aslen Yozgatlı olan Kahveci Avedis’in dükkânı, Kapalı-Çarşı’nın Kuyumcular bölümü, Karakol sokağı’nda ve Karakol’un karşı sırasının iki üç dükkân aşağısında, küçük bir Kahve ocağından ibaretti. 
Çarşı esnafından müteşekkil müşterileri ise, Kahveci Avedis’i kızdırmaktan pek zevk alırlardı. Çayı ve kahvesi gerçekten bilhassa tiryakiler tarafından aranılan cinsindendi. 
1970’li yıllarda hayli yaşlanmış ve 1980’lere doğru, kendisini emekliye ayırarak, dükkânı da, kuyum Ustası olan oğluna bırakınca; yılların kahveci dükkânı, böylece Kuyumcu olmuş, emektar kahveci ise 1981 yılında vefat etti. 
2-: BAKKAL ARMENAK (? - ?) 
Çuhacı Han’ın hemen girişindeki sol duvarında, dar ve uzunlamasına bir Bakkal dükkânı vardı. Dükkânı çalıştıran Armenak Efendi hayli yaşlı bir esnaftı. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım; onun faal olduğu son yıllardı. Bilahare, Kahveci Yetvart ile ortak çalıştı. Ancak bu uzun sürmedi ve yaşlı Bakkal vefat etti. 
3-: MEZECİ MARDİK (? - ?) 
İlk işi Pastacılıktı. “Pasta, beyaz-Kurabiye, Baklava, küçük Kadayıf dolmaları vs.” öylesine lezzetli olurdu ki, tadına doyulamazdı. Pastacı Mardik, Kuyum Çarşısı içinde sevilen bir seyyar esnaf olarak, varlığını normal şartlar altında sürdürürken, Çuhacı Han’ın ana kapusunda seyyar manav, Jirayr ki, bu şahıs aslında esnaf olmaktan ziyade serkeşin biri idi. Pastacı Mardik’e musallat oldu ve nihayet baştan çıkararak, ikili bir musibetlik meydana getirebildi. Şöyle ki; Mardik; pasta veya baklava pişirip, tepsi içinde piyangoya koymakta ve çekiliş yaptıklarında da kendileri kazanmakta ve böylece, Çuhacı Han’ın Kuyum Ustalarını adeta haraca bağlamaktaydılar. 
1940’ların Kuyum Ustaları ise, hemen her biri birer efendi zenaat da değil, sanat adamı idi. Kavga, gürültü, serkeşlik vs. böylesi olumsuz akımlardan tamamen uzak; evden işe, işten eve giden birer gerçek Beyefendilerdi. 
Ne var ki, onların sakin dünyasını ne Pastacı Mardik ve ne de serseri Manav Jirayr anlayamazlardı ve onlar için bu sanat’kar insanlar sadece birer sömürü aracı idi... 
Meselâ, Cumartesi günleri, Manav Jirayr, Han’ın ortasına dikilir, narayı basarak: (Ulan hanım evlatları! Bugün eve giderken, benden meyve almayanın ....) diye söver, dişine göre bulduklarını da hafiften tehdid ederdi ki, böylesi şartlar altında çoğu esnaf onlara haraç vermeye mahkûmdu. 
Ancak, bu böyle sürüp gidemezdi. Tabii olarak sabrı kalmayan Han sakinleri, aralarında toplanarak bu duruma bir hâl çaresi aramaya koyulmuşlardı ve meselenin Polis’e intikal ettirilmeden bir hal çaresi bulmaya çalışmaktaydılar. Yanî bu pis işin daha büyük boyutlara ulaşmasından çekiniyorlardı. Jirayr, hapse de atılabilirdi. Lâkin, göndereceği başka serkeşler, onlara yine rahat nefes aldırmayacaklardı. 
Meselenin bu yönünü düşünebiliyorlardı ama kendi dünyaları dışında bulunan böylesi serkeşlerin, ancak ya kanun veya kötek ile yola getirilebileceği hakkında kesin bir bilgileri yoktu. 
Eskiler, “Doğrunun işi rast gider.” derlermiş. Nitekim öyle de olmuş ve iğrenç musibetten sadece kendileri değil, Pastacı Mardik’de bir şekilde kurtulmuştu. Şöyle ki; Pastacı Mardik’in yine bir tepsi Pasta pişirdikten sonra, lotarya çektirip kazananın her zamanki gibi kendileri olduğunu açıkladıktan sonra, hemen herkesin gözleri önünde bir iki serkeş daha çağırıp kahkahalarla zıkkımlandıklarında, istemeyerek, hayatlarının hatasını işlemişlerdi. Durum aynen şöyle olmuştur ki, vak’aya bizzat şahit olanlardan birisi de bendenizim. 
Ünlü “Tiyatro ve Sinema” aktristlerimizden merhum Cahide Sonku, merhum Ustam’ın yakın arkadaşı idi ve zaman, zaman Çuhacı Han’a gelir Ustam’ı ziyaret ederdi. Nitekim böyle bir ziyaretinde Han’ın kapusundan içeri girerken, serkeş Manav Jirayr, laf atmış ve Cahide Hanımı üzmüştü ki, beti benzi atmış şekilde dükkâna girdiğinde, Ustam Artist-Agop, bir şeyler olduğunu anlamış ve ne olduğunu ısrar ederek öğrenince, hırsından kıpkırımızı kesilmiş, bilahare Cahide Hanımı Mahmut-Paşa kapusuna kadar yolcu ettikten sonra, derakap Han’ın kapusuna dönerek, serseri Manav Jirayr’ın yanına gelmişti. Ben ve Kalfam Kirkor, Bakkal Armenak’ın dükkânının kenarından olacakları seyre koyulmuştuk. Kalfam Kirkor, yanına bir bıçak almış, şayet Ustamız alta düşerse, Manav Jirayr’ı bıçaklayacaktı. Zira, Ustamızı çok seven kalfam, onun mağlup görmeye asla tahammül edemezdi... 
Jirayr pis, pis sırıtarak yüksek sesle: “Hagop olmaz, bizi de görmen lâzım!” deyince; Usta’mın destekli meşhur Osmanlı tokatı Jirayr’ın kulak tozunu bulmuş, daha o toparlanamadan, Usta’mın ard, arda sıralanan desteklileri Manav Jirayr’ı adeta perişan etmiş ve tabiri caiz ise, bu serserinin iflahını kesmişti; Kahveci Yetvart, Bakkal Armanak ve daha başka esnaf, ustama adeta yalvararak, kan revan içinde kalmış serserinin adeta hayatını kurtarmış ve tedaviye götürmüşlerdi. 
Böylece ne ertesi gün ve ne de bir başka gün; manav Jirayr’ı ne hanın kapusunda veya civarında bir daha gören olmamıştı. 
Pastacı Mardik’e gelince; aracılarıyla birlikte Ustamın dükkânına gelerek, olanlar açısından özür dileyip; Çuhacı Han’da mezecilik yapmak istediğini söyleyerek, müsaade edilmesini istemiş ve bir daha herhangi bir yanlış olmayacağına dair yemin etmiş ve de ustam da onu af ederek, mezecilik yapabilmesi için yardımcı olmuştu. 
Sarhoş Kirkor’un barakadan müteşekkil dükkânı, Pastacı Mardik’e verilmiş, adam gibi çalışacağına yemin etmiş bulunan Pastacı Mardik, Mezeci Mardik sıfatıyla yeni bir kimlik kazanmış ve hayatı boyunca yeminine sadık kalarak, namuslu bir esnaf olmanın hazını duymuş; Çuhacı Han ve çevresine muhtelif “Şarküteri” mamülatı satarak, “Mezeci Mardik” namı ile yıllarca hizmet sunmuştur. 
Emeklilik döneminde, yeğeni olan bir genç aynı Dükkân’da mezecilik yapmaya çalışmış ve fakat pek tutunamamıştı. Daha doğrusu, merhum Mardik’ten sonra Çuhacı Han bir daha onun çapında bir mezeci daha görememiştir. 
Ne denir; Hz.Allah’ın rahmeti, Ustam Artist Agop ile Mezeci Mardik’in üzerlerinden eksik olmasın. Zira her ikisi de ayrı, ayrı açılardan çevrelerine faydalı olmuş, hayra ibret açısından iyi birer numune teşkil etmişlerdir. 
Görülüyor ki, “Ulan İstanbul” olmadan evvelki İstanbul insanı hiç de “Ulan” deyimine uygun bir görünüm sergilememiştir!.. 
Bendeniz bizzat yaşadıklarımla birlikte, aklımın erdiği yaşlardan (1942), “Ulan” olmaya doğru hızla giden İstanbul’un 1965’lere kadar olan yaşantısını, gerçek algılarla dile getirmeye çalışacağım. Zira, günümüz insanına birinin bunları aktarmasına büyük çapta ihtiyaç vardır!... 
<devam edecek>