Saygı değer okuyucuların! Diyeceksiniz ki, “bu adamın Ermeni’den başka bir konusu yok mu?” Tabii ki vardır. Hem de tasavvur edemeyeceğiniz kadar. Ancak, ülkeler arası bazı çirkin münasebetler, hemen her açıdan zayıf bulunan milletlerin, bozuk para gibi harcanmasına başlıca sebep olmaktadır. 

İlk şu hususu açıkça bilmemiz lâzımdır. Ermenistan Ermeni’si, tabii olarak, Federal Rusya’ya bağlı olmaya, onun direktiflerine uygun hareket etmeye mecburdur. Niçin mecburdur? Bunun için mecburdur; toprağının verimliliği bir yana, toprak bütünlüğü dahi yoktur. Ne nüfus ve ne de verimli bir toprağı olmayan fakir ülkeler her nasıl hayat buluyorsa, Kafkas Ermenistan’ı da aynı paralelde hareket etmektedir. 

Gelelim Türkiye Ermenilerine! İlk Selçuklu ve bilahare Osmanlı İmparatorluklarının yurttaşları konumundaki Türkiye Ermenileri, tarihinin hemen hiçbir döneminde, “Ermenistan kurmak için” ne Selçuklulara ve ne de Osmanlılara ihanet etmiş değildir. 1700’lerde başlayan ve 1835’lerde ortamı müsait bularak, “İttihatçıların” saflarında, yer alarak, II.Abdülhamid Hân’a karşı harekete geçen, bilahare İttihatçılarla da bozuşarak, onlarla ölümüne mücadele veren Türkiye Ermeni’leri ise nihayet kendi başlarını yemişlerdir... 

Gelelim Cumhuriyet Devletimiz dönemine. “Ermeni Milli Davası” hareket eden veya kalkışan tek bir Ermeni dahi çıkmamıştır. Ülkemizde “Sol cenah içinde yer alan” Ermeniler ise, sadece Sosyalizm adına hareket etmişlerdir ve bu mücadeleleri, “yeni bir Ermenistan değil” Türkiye’nin sosyalist bir devlet olabilmesi açısından hareket etmişlerdir. Ve zaten Solcu Türklerle müşterek hareketlerinin temelinde bu düşünce yatmakta ve müşterek olarak bu uğurda mücadele vermeye çalışmışlardır. Nitekim, Merhum Hırant Dink daha bu düşüncenin bir nefesi olduğundan değil, “Ermenistan Kurmaya kalkmakla” itham edilerek nahak yere öldürülmüştür. Dahası hâlâ bu düşünceye sahip oldukları için onu anlayabilmekten uzak kimseler, yanlış kart oynamaktadırlar!... 

Görülüyor ki, biz eski nesil Yazarları, Yeni nesillerimize Ermenileri asıl kimlikleriyle tanıtmak uğraşını vermeye mecbur kılmaktadır!... Çünkü, söz konusu olan Türkiye’nin bütünlüğüdür. Bu bilindiği hâlde; tüm bütünlüklere karşı olan “Azınlık-Çoğunluk” tabirleri ise, “pişmiş aşa soğuk su katmakla” meseleyi menfi yöne sürüklemektedir. 

Anadolu topraklarında asırlar boyu kök salmış bu ülkenin Kavimleri, “Azınlık değil”, “çoğunluk mensuplarıdır.” Şu iyice bilinmelidir ki; Osmanlı Ermenileri, bir bütünün nüvesidir. Ancak bakıyoruz ki; “Çanak-Kale” şehitlerimizi anma törenlerine (102) Ülke’nin Devlet veya Hükûmet Başkanlarına birer davetiye gönderilmiş ve ayrıca Ermenistan Cumhurbaşkanı SERJ SARKİSYAN’a da bir davet mektubu göndermişler!... 

Bu jest doğru mudur, değil midir? orası ayrı bir konudur!... 

Ne var ki, Çanak Kâle’de Osmanlı Türk Ordusunda savaşıp, şehitler de veren, Kafkas Ermenileri değil, Osmanlı-Türk Ermenileri idi. Dahası “1915 trajedisi” Ermenistan’ın değil, Osmanlı-Ermenileri’nin yaşamış oldukları trajik bir vak’adır. Yani adres: Kum-Kapu Ermeni Patrikhânesi olmalıdır. Yani, Türkiye Ermenileri Patrik’i, saygıdeğer, “Patrik Vekili, Baş-Yebisgobos Aram Ateşyan’ın” davet edilmesi lâzımdı. 

Ermenistan’a da, sayın Cumhurbaşkanı, Serf Sarkisyan’a da, saygım sonsuzdur. Ancak, Türkiye Ermeni Cemaati; Ermenistan’a değil, Türkiye Cumhuriyeti Devletine tabi olan bir Cemaattir. O malûm vak’ayı bizler yaşadık. Ermenistan Ermenileri değil. 

Bu durum şunu göstermektedir: “Bizler, asli vatandaş” sayılmamaktayız!... Şayet durum bu ise, bizler yanmışız demektir!... 

Kaldı ki, Türkiye-Azerbaycan stratejik iş birliği, Ermenistan’ın yarınlarına endişe ile bakmasına sebep olacaktır!.. 

Bu duruma göre, Türkiye Ermenileri, yarınlarına güvenemez. Zira, böyle anlarda biz Türkiye Ermenileri ya enterne edilir veya yurt haricine çıkartırlar, düşüncesiyle geceleri rahat uyuyamamaktayız!.. 

Bütün bu hususları da dikkatlere alarak, bu seri yazımı yazmaya karar verdim. Hiç olmasa hemen her yeni nesil Türk insanı, hakiki Osmanlı Ermeni’sini hilafsız tanıyabilsin. Çünkü, biz Türk insanının vicdan hanesini iyi değerlendirebilmiş bir Kavimiz. 

Birileri: “İki Devlet Bir Millet” politikasını sahnelerken, peki bizler neyi sahneleyebileceğiz... Bizim iki Devletimiz yok ki!.. 

O zaman biz de gerçek Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Ermeni’lerini günümüz Türk Gençliğine tanıtabilme çabasıyla hareket ederek, naçiz kalemimizle kendimizi korumaya çalışacağız. Peki bu inancımız günümüz Türk Gençliği tarafından itibar görebilecek midir? Evet itibar görecektir. Çünkü, Hz.Allah her daim, zayıf olanların saflarında yer almış, kendi aziz Melekleriyle korumuştur. 

ÇUHACI HAN VEYA ÇUHACILAR HANI

<Kuyum Ustalarının Merkezi Mekânı>

“ÇUHACI HAN VEYA ÇUHACILAR HANI” İstanbul’un; Çuhacıları ve Kuyum Ustalarının merkezi mekânları olarak en az, üç asra yakın hizmet vermiş ve hizmette berdevamdır: (Tesis tarihi hakkında sıhhatli bilgi maalesef edinemedik. Bu konuda en güvenilir kaynak: Merhum, Reşad Ekrem Koçu’nun (1905-1973) sadece Türkiye’de değil, Dünya çapında meşhur: (İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ)dir. Cilt: VIII. Sahife:4150-4151’de “Hakkı Göktürk” imzalı maddede hayli bilgi mevcuttur. Ayrıca: “İSTANBUL TİCARET ODASI” yayını olan: “GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE – İSTANBUL HANLARI” adlı eserde de hayli bilgi mevcuttur. Keza: “dünden bugüne İSTANBUL ANSİKLOPEDİSİ” Cilt: II. Sahife: 535. Diğerleri kadar değilse de yine de yararlı bilgiler mevcuttur. Biz, mezkûr kaynaklardan edindiğimiz bilgileri, bizim naçiz birikimimizle birlikte, siz değerli okuyucularımıza sunmaktayız. Kaynakların hepsi de bir diğerini tamamlar şekilde değerlendirildiği için, bizim naçiz birikimimizle birlikte sunmaktayız. 

ÇUHACI HAN:

Mahmut-Paşa Yokuşu’nun başında, Kılıççılar Sokağı başında ve “Çuhacı-Han Sokağı” arasında bulunan adayı kaplayan bir XVIII. Asır yapısıdır. Ticari maksatla tesis edilen bu yapı: Nur-u Osmaniye Camii ve Kapalı-Çarşı’nın birleştiği yerin karşısında yer alır. Kitabesi yoktur. Mimarı bilinmeyen bu iş Hanı; (1718-1730) yılları arasında damat İbrahim Paşa tarafından yaptırılmıştır. 

İlk “Çuhacılar” tarafından kullanılan mezkûr Handa, “Çuhacılar Kethüdâsı” da iskan edince, Han bu suretle mevzubahis ismi almış. Büyük bir iç avluyu fırdolayı çevirmiş, iki katlı kesme taştan bir binadır. İkinci kattaki odaların avlu tarafının önünde, taş sütunlar arasına atılmış kemerler ile yine fırdolayı bir revak koridor vardır, o ikinci kattaki odaların ve onların önündeki bu revakın üstü kurşun kaplı kubbelerle örtülmüştür. Oda kapılarının, kapı kanatları da demirdendir. 

Hanın Odabaşısı Rûşen Kılıçaslan’dan, Hakkı Göktürk Bey’in aldıkları bilgiye göre: “Çuhacı Han’ın” dörtte bir hissesi Evkafın, dörtte üçü ise şahıs malı imiş. Bütün Han: 134 göz oda olup, dükkânların hepsi: “Dükkân, Atölye” olarak hizmet görmektedir. 

Çuhacılar Hanı; “29 Eylül 1755 - Büyük Hoca Paşa Yangını” Sur-içi İstanbul’unun bir çok semtini yerle yeksan ettiğinde, Çuhaçılar Hanı da nasibini almış ve tamamen yanmıştı. Yangından sonra sıkı bir denetimle, temelden inşa edilircesine restore edilmiş olmasına rağmen, eski güzelliğinden çok şey kaybetmiş olması ihtimal dahilindedir, diyen Sayın Hakkı Göktürk Beyefendi’nin görüşüne aynen katılıyoruz. 

Rivayet edildiğine göre, yeni inşa edildiği yıllarda tam merkezinde büyükçe bir havuz varmış. Sonradan iptal edilen Havuz’un yerine, kârgir bir bina yapılarak, Han’a katılmış. 

ÇUHACILAR HANI MESCİDİ:

Büyük Kapalı Çarşı’nın Nur-u Osmaniye tarafı önünde (1718-1730) arası inşa edilmiş. Çuhacılar Hanı’ndan önce inşa edilmiş. Han’ın inşa döneminde ise, Han’ın içine alınmış ve kapu üstüne yerleştirilmiştir, minberi ise Han inşaatı bittikten sonra yerleştirilmiş. 

Çuhacı Han’ın kadim Kahvecisi ve 1893 doğumlu olup, 1904 yılında 11 yaşlarında İstanbul’a gelip, tam 60 yıldan beri Çuhacılar Hanında Kahvecilik yapan, “Avedis Mesropyan”: Mescid, 1914 yılına kadar ibadete açıktı, altı üstü iki kısımdı. I.Cihan Harbi yıllarında kapatıldı ve yerine iki oda yapıldı, demiştir. 

Mescide Han Kapısı’nın sağ tarafından, önce beş basamak taş, sonra beş basamak da ahşap merdivenle çıkılır. Her iki kısmı da beşlik kubbe örtülüdür. İkinci kısmı ikinci katında 8 ve 9 numaralı odaların arasındadır. 1964’te eski Mescidin alt kısmında bir karyola imalathanesi, üst kısmında da bir dökümcü atölyesi bulunuyordu. İlk kısmında sokağa bakan demir parmaklık korkuluklu ezan mahalli hâlâ durmaktaydı: (1964). 

KUYUMCULUK SAN’ATI – MEŞHUR KUYUM USTALARI

KUYUMCULUĞUN MUHTELİF YOLLARI: (1942-1965)

Benim Kuyum Ustaları çarşısına, daha doğrusu “ÇUHACI HAN”a intisap ettiğim yıl, 1939’dur. Çarşıyı tanımaya başladığım yıl ise 1942’dir. Özet biyografisini geçtiğim “Çuhacı Han”daki Ermeni Ustaların tarihçesi, 1885’lere dayanmaktadır. “Elmas-Traş” Suren Agopyan (885-1905) 1880’li yıllarda mevzubahis Han, mesleğin muhtelif dallarından Ermeni Ustalarla dolu imiş. Kuyum dalında – “Sade-kâr”, Aram Çraciyan (1885-1909) Bunlar birer numunedir. 

Biz bu seride, o pek zengin gösterilen Ermeni kuyumcuların asıl kimliklerini, A’dan Z’ye cümle okuyucularımıza sunacağız. 

<Devam edecek>