Dünlerde olduğu gibi, günümüzde de (Ocak 2015) Türkiye’de, Türkiye Ermenileri, “ezeli ve ebedi”  düşman olarak tanıtılmakta ve böylece, bizim öz vatanımızda hiç hak etmediğimiz hâlde “şaibeli yurttaş” yakıştırmasına tabi kılınmaktayız. 

Böylesi bir yaşantı içinde hangi Kavim huzurlu bir hayat sürebilir, hangi Kavim böylesi bir benzetmeye muhatap edilmesi karşısında susar ve günlük hayatı içinde böylesi bir itham karşısında omuz silkerek adam sende! diyebilir?... 

Tabii ki, hemen hiçbir Kavim böylesi ithamları kabullenerek sineye çekip, susmayı tercih eder?... Bana göre, hemen hiç biri böylesi bir haksızlık karşısında ilelebet susamaz ve zaten vatanını ciddi şekilde seviyorsa, zaten, ondan ilelebet susması beklenemez!... Çünkü, itham çok ağırdır ve “Vatana İhanet” iddiasıyla karşı karşıya bulunmaktadır!... 

“Söz gümüşse, sükut altundur” darbımeseli, bu konuda geçerli olamaz. Zira, “vatan hainliği” gibi pek ağır bir suçla itham edilmektedir!.. 

Peki Ermeni, Türkiye’ye ihanet etmemiş midir? Hayır etmemiştir! Osmanlı’nın son döneminde, İmparatorluk toprakları içinde birer yurttaş konumundaki bütün Kavimler Osmanlı Devleti’ne baş kaldırmış ve yıkımına ortak çalışmışlardır. Bilhassa, “Selânik-Türkleri” ile “Hınçak-Taşnak” Ermeni Fırkaları birlikte hareket etmiş ve Selânik uzantısı “İttihat ve Terakki” Fırkası, gayesine eriştikten sonra, Kafkas-Ermeni’lerinden Kurulu “Hınçak-Taşnak” Fırkalarını yüz üstü bırakıp aralarındaki anlaşmayı bozmuş ve daha sonra ise Osmanlı’daki Ermenilere karşı dehşetengiz bir kıyıma girişmiştir!... Demem odur ki, ülke içinde ihanet yok, Devlete karşı baş kaldırı vardır. Çünkü, Osmanlı Devleti, “İç ve dış düşmanlar” tarafından; içten, içten kemirilmiş ve parça, parça edilmesinde birinci derecede rol oynamıştır. 

Biz Türkiye Ermenileri, artık tarihe mal olmuş bir trajik vak’anın çizgisinden hiç çıkmayıp, yek diğerini itham eden ağır beyanatlarla bu uğursuz düşmanlığı sürdürmenin tamamen mantıksız ve faydasız bir uğraş olduğuna inanıyoruz. Dünlerde böyle idi, günümüzde de aynı mı kalmalıdır?.. 

Bilhassa biz Türkiye Ermenileri bu durumdan çok ağır zarar görmekteyiz. Sakın maddi zarar anlaşılmasın. Zira çok şükür Türk Milleti bizleri hiç bir zaman dışlamamıştır. Bizim problemimiz, bizlerin de bir nüvesi olduğumuz Milletimizin, Parlamentosu ve Hükûmetleridir. Olsun iç ve olsun dış siyasetinde “ırki inanç” çizgisi dışına çıkmadan, bilhassa “soydaşlık” inancını esas alması ve ona uygun bir siyaset güderken de “Demokrasi” adını her daim, telaffuz etmesi, tam bir çelişki sergilemektedir!.. 

Takriben (50 yıldır) kendimi hasrettiğim bu meselenin artık ortadan kaldırılmasının zamanı gelmiş ve geçmektedir. Ünlü Volker, yaklaşık olarak; (Onca çabaya rağmen, iki taraf da bir türlü anlaşamıyorsa, hir ikisi de kabahatlidir.) buyurmuş. 

Azerbaycan, “Türk-Ermeni münasebetlerinin” her daim bozuk kalmasını istemesi, “kendi Millî menfaatleri” açısından tabiidir. Ancak, Türkiye’nin aynı inançla hareket etmesi ve (Soydaşlık) edebiyatına bel bağlaması, belki Azerilere siyasi kazanç sağlayabilmiştir, ancak, bu durumdan Türkiye’nin hemen hiçbir kazancı olmamıştır!... 

Hiç bir zaman unutulmamalıdır ki; günümüz Türkiye’si çok çetin (9 Ocak 2015) imtihan geçirmektedir. Dolayısıyla “Millî Birlik ve Beraberliğe” her zamankinden daha ziyade ihtiyacı vardır. “İki Devlet, Bir Millet” edebiyatıyla, Türkiye Gemisi’ni açık deniz’de seyrettire bilmek, hiçbir surette mümkün değildir!... 

Dahası, Azeri’lerin, “Federal Rusya” ile olan yakın ilişkilerinin hangi boyutlarda olduğunu da bilmemekteyiz?... 

Olsun Doğu’nun ve olsun Batı’nın ellerinde Türkiye’ye karşı kullanabilecekleri bir müessir silâh konumundaki Ermenistan, bizim saflarımıza alınacak olursa ve aykırı çizgideki “Azeri-Ermeni” anlaşmazlığı ortadan kaldırılsa, Doğu ve Batı emperyalistleri acaba ne hâle düşerler!... 

BU TEFRİKA’DA ANA GAYE!...

Saygıdeğer okuyucularım! Baştan beri bütün bu hususları düşünerek, “BELDE-İ ŞAHANE’DEN, ULAN İSTANBUL’A” serlevhalı bir yazı dizine başladım. 

Yeni tefrikamda esas aldığım bilhassa Osmanlı ve kısmen Cumhuriyet dönemlerindeki, meşhur ve ünlü Ermeniler ile onların özel hayatlarından kesitler vererek, gerçek kişiliklerini; SİYASET DIŞI BİR GÖRÜŞÜN IŞIĞINDA SİZLERE SUNUYORUM EFENDİM. 

Şuna inanıyorum ki, “Türkiye Ermenileri” kendi davalarında, kendileri sahip çıkmadıkça ve yeni nesiller Ermeni büyüklerini tanımadıkça, daha çok politikacı, bizleri istismar ederek, kendi çıkarları uğruna, hem bizleri harcamakta devam edecek ve hem de Yeni Türk nesillerini de yanlışa inanmaya zorlayacaktır!... 

Osmanlı ve Cumhuriyet dönemleri Ermenilerinden, meşhur ve ünlü olan şahısları özet hayat hikâyeleriyle birlikte, hakiki kimliklerini okuyup öğrenecek ve “siyaset bezirgânlarına” lânet edeceksiniz. Buyurun hep birlikte Ermeni Kavmi’nin, Osmanlı cehanını, yani gerçek Türk Ermenilerini hakiki kişilikleriyle tanıyalım. 

Denecektir ki: “Türkiye’nin buna ihtiyacı var mı?..” Cevabım şu olacaktır: “Evet! Vardır!... Şayet olmasaydı, Türkiye üzerinde bir takım hesaplar peşinde olan bazı süper Devletler, “Türk-Ermeni” münasebetlerine, “Türk-Ermeni” meselesine çevirirler miydi!...” 

TÜRKİYE ERMENİLERİ’NİN ÇOĞUNLUĞUNU;

ESNAF-FAKİR VE YOKSULLAR TEŞKİL EDER

Türkiye Ermeni’lerinin çoğunluğnu başlık olarak kayda geçtiğimiz gibi, “Esnaf, Fakir ve Yoksullar teşkil eder.” Meselâ; Kapalı-Çarşı’nın Kuyumcular bölümündeki satış mağazaları dışında kalan Ermeni Kuyum Ustaları, hemen her birisi bir diğerini aratmayacak düzeyde zanaat da değil, san’at adamı olmalarına rağmen, maddi açıdan çoğunluğu yetersiz kimselerdi. 

Bu niçin böyle idi? Böyleydi zira, Devlet şeklinin değişimi ile birlikte, Türkiye’nin sosyal hayatı da büyük çapta değişikliğe uğramış, taşlar yer değiştirmiş ve koca bir İmparatorluğun külleri üzerinde yeniden bir Türk Devleti’nin doğuşu sosyal açıdan da değişime uğraması, bunda büyük çapta rol oynamıştı. Tek kelime ile yeniden tesis edilen Türk Devleti’ni kanları pahasına kuranların, güzel san’atlara ayıracak vakitleri yoktu. 

Benim doğduğum yıl olan 1933’lerde ise, Türkiye’nin sosyal ve iktisadi hayatı henüz yeni, yeni filizleniyordu ve o yılların Kuyum Ustaları ise, sırf san’at sever kimseler oldukları için bu “içi beni yakar, dışı seni” misali yarı aç, yarı tok san’at aşkıyla mesleklerini devam ettirmekteydiler. 

Evet! İşin aslı buydu ve o yılların değerli Kuyum ustaları aralarında şakalaşırken; sağ ellerini karın hizasında yan çevirerek birbirlerine: (Ne iş yapıyorsun?) sualini sorar ve sağ ellerini keman çalar gibi karınlarının üzerinde dolaştırarak: “Kuyumcu, Kuyumcu” deyip şakalaşırlardı. 

San’at açısından en üst düzeyde olan bazı Ustalar ise, öğle yemeği vakti iş için çarşıya gitmişlerse, daha yeni yemek yemiş gibi ağızlarında kürdanla dolaşırlar ve böylece sözde aşçıdan geldikleri hissini vermeye çalışırlar ve haftada bir veya iki sefer Kuyumcular Çarşısının en lüks lokantaları olan “Aşçı Hayk” ile “Bursa-Lokantası”nda yemek yerlerdi ki, parasızlıkları meydana çıkmasın ama, bu boşa çaba idi. Zira herkes birbirini zaten tanırdı lâkin kimse kimseyle yüz yüze gelmezdi. 

Denecektir ki: (Bu derece abartmaya ne lüzum vardı?) Bu doğrudur. Ancak, her meslek dalının kendine has özellikleri olduğu gibi, Kuyum Ustalarınki de böylesi bir duruma haizdi!... 

Okul tatilleri sokak, sokak dolaşıp haylazlık yapmamamız için, ebeveynlerimiz bizleri herhangi bir meslek Ustası yanına çırak verirlerdi. Lâkin çoğunluğu tabii ki, “Kuyum Ustalarını” tercih ederlerdi ve tabii ki benim velilerim de Kuyum Ustasını tercih etmişlerdi. Bunun başlıca sebebi; Anam tarafından bize akraba olan dönemin en büyük Kuyum Ustalarından “Miran Şiroyan”ın varlığı olmuştur. 1940’larda ekstra varlığını sürdürebilmiş ve bu özelliğini 1957’lere kadar sürdürebilmiş olan meşhur “ÇUHACI VEYA ÇUHACILAR HANI” Kuyum Ustaları’nın adeta merkezi idi. 

Benim Kuyum Çıraklığım adı geçen Han’da başlamış ve mezkur Han’da iş hayatını yakından tanıyabilme imkânı elde etmiş; Kapalı-Çarşı ve Bâyezid Sahaflar Çarşısı ile bu sayede tanışabilmiştim. 

Evet, Kuyum Ustası olamadım ama, Kuyum Çarşısı sakinleri sayesinde, kültür haznem hayli zenginleşmiştir. Zira, Kuyum Çarşısı sakinlerinin kültür açısından hayli verimli olmaları, benim gibi nice yaştaşım Çırakların, iyi birer Usta ve kişiliğe sahip kimseler olmalarını sağlamıştır. 

Yeni tefrikama başlarken, Kuyum esnafını ön plana almamın başlıca sebebi; “Ermeni Kuyumcuları’nın, Türk Milletini nasıl sömürdüğünden dem vuran vicdansızların, maskelerini düşürterek, gerçek çehrelerini aziz Milletimize gösterebilmek gayesine dayanmaktadır.” 

İnşallah yeni bölümde buluşabilmek dileğimle, cümlenize sıhhatli ve mutlu yarınlar diliyorum, saygıdeğer okuycularım. 

<Devam edecek>