İnsanlık tarihinde eşine benzerine çok az rastlanan, çok vahim bir dönem yaşıyoruz. 

Çin'in Wuhan kentinden yayıldığı iddia edilen adına da yeni tip Coronavirüs Covid-19 adı verilen ve henüz ne olduğu da tam olarak bilinmeyen görünmez bir düşman, yaklaşık bir yıldır hayatımızı alt üst etti. Her anımız korku, her anımız endişe ile geçiyor. Aylardır elimiz kolumuz bağlı. Bu beladan bir an evvel kurtulmamız için dua üstüne dualar ediyoruz. 

Tam umutlarımız tükenmek üzereyken birden fazla ülkeden gelen aşı haberleri yüreğimize su serpti. 

Ancak gelen aşı haberlerinin ardından ortaya atılan komplo teorileri sevincimizi kursağımızda bıraktı.

Genetik kodumuzun değiştirilmesinden, milyonlarca kişinin bedenine mikroçip yerleştirilmesine ve hatta aşıların içinde cenin dokusu olduğuna kadar birçok söylenti "kulaktan kulağa" yayılıyor.  

Haliyle bizde acaba mı? Diye de düşünmeden edemedik. 

Ve bu durum İnsanları ikiye böldü. Aşı yaptırmayı düşünenler, Aşıya karşı olanlar. 

Aşı karşıtı olanlar bugün ortaya çıkmadılar. Geçmişte de aşı olmaktan imtina edenler veya aşı olmaya karşı olanlar vardı. Aşı olmadan salgın hastalıklardan kurtulmamız mümkün değildir.

İlk önce aşıların tarihçesine bir göz atmakta fayda var.

Ülkemizde aşı üretimi için çalışmalar ilk Osmanlı İmparatorluğu Döneminde başlamıştır. 1721 yılında İngiltere Büyükelçisinin eşi Lady Mary Montagu ülkesine yazdığı bir mektupta İstanbul'da çiçek hastalığına karşı "aşı denilen bir şey" (Varilasyon metodu) yapıldığını hayretle bildirmektedir. Bu mektup aşı yapımına ilişkin ulaşılmış en eski belgedir.

 Aşı üretim çalışmalarını yürütmekte olan Pasteur, çalışmalarını sürdürebilmek için dönemin devlet başkanlarından maddi katkı istemiştir.

1887'nin Ocak ayında Zoeros Paşa'nın kliniğinde Daül Kelp ve Bakteriyoloji Ameliyathanesi (Kuduz Tedavi Müessesesi) kurulur. Bu kurum dünyada üçüncü, doğunun ise ilk kuduz merkezi olmuştur. Daha sonra bu merkez difteri serumu da üretmiştir.

1885'te dünyada ilk defa çiçek aşısı uygulaması için Osmanlı'da kanun çıkarılıyor.

1885'te dünyada ilk kuduz aşısı bulundu. 1887 Ocak ayı başında kuduz aşısı Osmanlı'ya getirildi. Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şahane'de ilk kuduz aşısı üretildi.

1887'de Kuduz Tedavi Müessesesi kuruldu.

1892 yılında bakteriyoloji hane kurulmuştur.

1892'de ilk çiçek aşısı üretim evi kuruldu.

1896'da difteri

1897'de sığır vebası

1903' de kızıl serumları Veteriner Hekim Mustafa Adil (1871-1904) tarafından üretildi.

1911 yılında tifo, 1913 yılında kolera, dizanteri ve veba aşıları Türkiye'de ilk kez hazırlandı ve uygulandı.

1927'de verem aşısı üretimi başladı.

İlk üretilen BCG aşısı ve prospektüsü 1927

1931 yılından itibaren 1996 yılına kadar tetanoz ve difteri aşıları üretilmiştir.

1937'de kuduz serumu üretilmeye başlanmıştır.

1940 yılında kolera salgını için Çin'e aşı gönderilmiştir.

1942 yılında tifüs aşısı ve akrep serumu üretimi başladı.

1947'de Biyolojik Kontrol Laboratuvarı kuruldu.

1950'de İnfluenza laboratuvarı Dünya Sağlık Örgütü tarafından Uluslararası Bölgesel İnfluenza (grip) Merkezi olarak tanındı ve influenza aşısı üretimine geçildi.

1976'da Kuru BCG aşısının deneysel üretimi başladı, 1983'te kuru BCG aşısı üretimine geçildi.

Benzeri üretim Cumhuriyet döneminde de devam etmiş, 1928'de Hıfzısıhha Enstitüsü ile üretim merkezileştirilmiştir. 1940'lı yıllara kadar tifo, tifüs, difteri, BCG, kolera, boğmaca, tetanoz, kuduz aşıları seri üretimle oluşturulmuştur. 1968'de kurulan serum çiftliğinde tetanoz, gazlı kangren, difteri, kuduz, şarbon akrep serumları da üretilmiştir. Ülkede hastalıkların yok olması ile 1971'de tifüs, 1980'de çiçek aşısı üretimi sonlanmıştır.

 Ülkemizde aşı üretimi 1996'da DBT ve kuduz aşısı, 1997'de BCG aşı üretiminin kesilmesi ile

sona ermiştir. Osmanlı İmparatorluğunda ilk aşı üretimi ve uygulanmasının başından beri aşı lojistiği, uygulanması ile hastalıkların önlenmesi ücretsiz olarak Devlet eliyle yürütülmektedir.

Aşı üretiminin sona ermesi ile aşılar satın alınarak temin edilmektedir. İki binli yıllarda aşıların Türkiye'de üretimi konusunda tekrar ilgi artmıştır.

2009 yılında beşli karma (DaBT-IPV-Hib), 2011 yılında dörtlü karma (DaBT-IPV) 3 yıllık alımı yapılırken kademeli olarak paketleme ve enjektöre dolum teknolojisi ülkemize getirilmiştir.

2010 yılında zatürre aşısı (KPA-Konjuge Pnömokok) yine 3 yıllık alım garantisi karşılığı paketleme, enjektöre dolum yanında formulasyon teknolojisinin de ülkemize getirilmesi sağlanmıştır.

Halen yerli bir firma tarafından akrep ve yılan antiserumları da üretilmektedir.

2015 yılında yedi yıllık alım garantisi ile tetanoz ve difteri aşılarının kademeli olarak antijen üretimine kadar yapılması planlanmıştır. 2018 yılı içerisinde dolumu yapılırken 2019 yılında antijenin tamamen millî olarak üretilmesi beklenmektedir.

 Bakanlığımız bünyesinde Halk Sağlığı Genel Müdürlüğü tarafından halen akrep ve difteri serum üretimi devam etmektedir. Bunun yanında öncelikle diğer stratejik serumlar ile hepatit A, Hepatit B, Suçiçeği aşısı milli aşı üretimleri de hedeflenmektedir.

AŞIYA NEDEN KARŞI ÇIKILIR?

Aşılamada ilk hedef, bireyi ve dolayısı ile toplumu koruma amacıyla yapılan bir koruyucu sağlık hizmetidir. Bireysel olarak hastalıktan korumayı hedeflerken, toplumsal olarak bakıldığında hastalığın yayılma hızını kesmek hedefler arasındadır. Böyle bir hizmete neden karşı çıkılır. Kaldı ki yukarıda tarihçesini yayınladığımız aşı hizmetleri yeni bir olay değildir. Geçmişte çok büyük salgınlar yaşanmış ve ancak aşılar sayesinde hastalıkların kökü kurutulmuştur. Son yıllarda aşı karşıtı bir salgın türedi. Bu salgın en az Covid-19 salgını kadar tehlikelidir. Bir de hangi ülkeden gelen aşı daha iyisi diye tartışılıyor. Aşı hangi ülkeden gelirse gelsin mutlaka yaptırmalıyız. Aşıya şaşı bakanlar bu kararlarını bir daha gözden geçirmelidirler.

...