1965’lerden bu yana, Türkiye’yi pek ziyade huzursuz kılan şu malûm “Ermeni Meselesi veya Tehciri” niçin bir türlü hal yoluna sokulamamış, niçin olumlu bir çare bulunanamıştır?.. Bu iki faktör üzerinde durulduğu zaman, gözler önüne serilen bir tek görünüm zuhur etmekedir: (Türkiye ve Ermenistan bu mesele üzerinde ciddi ve yapıcı bir tarzda eğilmekten uzak durmuş ve her daim “kaypak siyasi eğilimler” bir diğerini izlemiş ve hala aynı politika harfien uygulanmaktadır..) Medyamıza gelince: (Sesli, görüntülü ve yazılı basınımız) da bu konuda ekseriyetle “Dünya İdarecileri”nin ağzıyla eğilmekte; ülkemizin “milli menfaatlerine” böylesi bir görüş zaviyesinden eğilmekte ve ona göre değerlendirmekterir!.. Mesela, “Azeri ve Ermeni” anlaşmazlığının asıl yönleri üzerinde durmayıp, “soydaşlık edebiyatıyla” meselenin asıl yönünü gözlerken uzak tutmakla, neye hizmet ettiğini bir türlü kavramak istemeyen basınımız, bu önemli konuda faydadan ziyade, zarar verici bir tutum sergilemektedir. İstenmeden de olsa, meselenin aslı budur ve bu tutumunu değiştirmeye mecburdur. Zira, mezkur mesele, sıradan bir mesele değildir ve de bir an evvel hal yoluna sokulması “milli menfaatlerimiz” açısından son derece elzemdir. Türk-Ermeni probleminin çözümü açısından meseleye eğildiğimiz, daha doğrusu ciddi ve çözücü manada eğildiğimiz zaman. İlk şu noktaya eğilmemiz elmezdir ki, şudur: (Meselenin aslını öğrenmek veya biliniyorsa, aslına uygun şekilde çözümüne katkıda bulunmak?) Ne acıdır ki öyle hareket edilmemekte ve tam tersi davranılarak hamaset duygulara öncü olan bir takım yakıştırmalarla sözde çözümüne gidilmeye (!) çalışılmaktadır!.. Mesela: “Ermeni Meselesi veya Tehciri”nin ne dış Ermeniler, ne Ermenistan ve ne de diğer üçüncü devletleri yakından alakadar eden hiç bir yönü yoktur. Tek kelime ile, onların hemen hiç birisini bağlamaz. Çünkü mezkur trajik vak’a doğrudan Osmanlı’nın kendi toprakları içinde zuhur etmiş ve sadece: “Türk ile Türk-Ermenilerini” alakadar eden bir dahası, “Azerbaycan-Ermenistan” anlaşmazlığı ve savaşının da bu faktörle hemen hiç bir alakası olmadığı ve sonradan meydana gelmiş bir vak’a olmasına rağmen, “Türkiye ve Ermenistan” tarafından aynı paralelde ele alınmış ve bir yerde birincisi ile bağ kurmaya çalışılmıştır?!.. Nitekim, Türkiye idarecileri’nin, Ermenistan’ın ilk Cumhurbaşkanı Levon Der Bedresyan’a “Azeri anlaşmazlığını” ileri sürerek, sırt çevirmiş olması. Bu meselenin en hazin ve bir yerde “barış yolunda” yitirilmiş en inanılır fırsatlardan birisiydi!.. Bazı, Türk eserlerinde ve adda, bazı da değil, ekseriyetle bir çok eserde: “Türk Ordusu’nun, Tehcir meselesinde Ermeniler tarafından sorumlu tutulduğu” iddiaları yer almaktadır ki, bu kısmen de değil. Tamamen bir yakıştırma, bir siyasi yanlıştır. Zira hemen her zaman iddia edilen Türk Ordusu değil. Sadece “İttihat ve Terakki Fırkası ve şerikleridir.” Bunun aksini iddia etmek,sadece ve sadece menfi siyaset yapmaktan ileri gitmez!.. Türk Ordusu adıyla temas edilen ordu. Aslında Osmanlı-Türk Devleti Ordusu’dur. Yani, Umum Osmanlı insanı mezkur ordu saflarında yer almış ve vatan toprakları uğruna şerefle savaşmış, şerefle şehit olmasını bilmiştir. Tek kelime ile Ermeni vatandaşlar da mezkur ordu saflarına katılmıştır. O; “Ermeniler ordu saflarından kaçtlar, düşman saflarına geçtiler...” gibi iddialar da bizlere sunulduğu şekilde olmamış ve hemen bir çoğu, ittihatçılar tarafından tehdit edilerek, korkutularak, kaçmaları bilhassa sağlanmıştır ve günümüzde bütün bunlar bizlerden saklanmaktadır!.. Keza, “Azeri-Ermeni” anlaşmazlığı, daha doğrusu düşmanlığı da aslında sunidir. Evet, öyle olduğuna hemen her geçen gün daha ziyade inanmaktayım. Daha ziyade kanaat getirmekteyim. Zira, bizzat yaşamakta olduğum bazı tesadüfler,benim bu hususta ne derece haklı olduğumu açıkça göstermektedir!.. Mesela, iki üç yıl evvel Ankara’da Akademisyenlerle bir sohbet esnasında Azerbaycanlı bir hanım akademisyenle karşılaşmış ve Ermenistan’ı acı bir lisanla tenkit ettiğinde, müdahale ederek, sert bir şekilde karşılık vermiş ve daha sonra bu yaptığımdan pişmanlık duyarak, kendilerinden özür dilemiş ve aslında bizler arasındaki düşmanlığın süni olduğunu söyleyerek, kendilerine sarılmış ve her ikimiz de ağlamıştık. Bugünlerde ise, bir başka Azeri ve “Kafkaslarla alakalı” bir dökümanter film çekimi yapmakta olan Ezarbaycanlı sinemacı bir ekiple tanıştım. Daha doğrusu kendileri beni bularak irtibat kurdular ki, bu durum müşterek bir dostumuzun aracılığıyla olmuştu. Tanıştığım Azeri Bey ise, gerçek bir beyefendi gençti ki, bundan böyle inşaallah dostça temaslarımız ilelebet sürecektir inancındayım!.. İlelebet diyorum. Zira, her ikimiz de bir çok açıdan hemfikir olduğumuzu konuştukça hayretler içinde görebildik ve ayrıca bir çok anlaşmazlığın da üçüncü devletlerin geri plandan bazı tezgahlar çevirmelerinin ürünü olduğunu aynı şekilde hayretler içinde görebildik?!.. Ülkemizde ve Azerbaycan’da, hamaset duyguların körüklenmesiyle meydana getirilen sun’i düşmanlıkların da aynı tezgahın ürünleri olduğundan asla ve asla şüphe edilemez!.. Ermenistan’ın hiçe sayılması, Ermeniler’in Azerilere ezeli ve ebedi düşman gibi gösterilmesi ve “Hocalı katliamı” denen vak’anın her daim temcit pilavı sofraya sürülmesi ki, diğer taraftan: “Bakü ve çevresindeki katliamların” hemen hiç dikkate alınmaması, Bu anlaşmazlığın daha değişik boyutları olduğunu bizlere gösterebilmektedir!.. Her şeyden önce bir gerçek var ki, her zaman söylediğim gibi dikkatlerden asla kaçırılmamalıdır: (Ermenistan’da tek bir Ermeni kalmasa dahi, Ermenistan varlığını ilelebet sürdürecektir. Zira, üçüncü devletler ki, bunların Türkiye toprakları üzerinde bir takım emelleri olduğu cümlemizce malumdur. “Ermenisiz, Ermenistan” projelerini derakap ortaya süreceklerdir.) İşte bu husus bütün meseleyi tüm çıplaklığı ile meydana koymaktadır!.. Türkiye’nin bu meselede daha değişik bir politika uygulaması ise kesinlikle şarttır. Zira, hamaset duyguların esiri olmak kadar hem mantıksız ve hem de temelden yanlış bir tutum olamaz!.. Türkiye’ye ve olsun Azerbaycan’a yakışan da, kesin doğru olan da: (“Ermenisiz Ermenistan” değil; “Ermenili Ermenistan”ı yeğlemeleri, doğrudan “Milli Menfaatleri” icabıdır.) Dolayısıyla her iki Devletin Ermenistan’a sahip çıkması ve bu ülkeyi “Rus Uydusu” durumundan kurtarmaları elzemdir ve bu tabii ki: (“Karabağ’dan çekil, şunu yap, bunu yap.) Neviinden önerilerle değil: “Ermenistan’a güvence vermek, ambargoyu kaldırmak” gibi yaklaşımlarla sağlanabilir. Bir şey kesinlikle bilinmelidir ki o da şudur: Küçük de olsa, Ermenistan bir ülkedir ve hemen her ülkenin “iktisadi durumu” onun hayat kaynağıdır. Dolayısıyla meselenin bu yönünü de dikkatlere almak, atılacak ilk adım olmalıdır!.. Bütün bunların hallolması, “Türkiye, Azerbaycan ve Ermenistan” aralarındaki anlaşmazlıklara bir son vermeleri vs. Bir bütün olarak naçiz görüşümüzün lütfedilerek dikkate alınması, en içten dileğimdir!.. “Ermeni Tehciri” meselesine gelince, o uğursuz 1915 trajedisi, doğrudan bizleri, yani sadece ve sadece “Türkiye Ermenilerini” alakadar eder. Çünkü, o trajik vak’aya muhatap olmuş, bizzat yaşama felaketine uğramış olan bizleriz. Yani Türk-Ermenileri: “Ermenistan, dış Ermeniler ve diğer devletler” bu vak’anın dışında kalan ve sadece kendilerine Türkiye’ye karşı siyasi bir silah olarak kullanmaya çalışanları asla alakadar etmez ve hiç bir zaman da etmeyecektir. Bu uğursuz meselenin temelden ortadan kaldırılabilmesi: (Ne Türkiye ne Musevi ileri gelenlerinin, New-York temesları) dahil, Ermeni Meselesini kendi çıkarları paralelinde değerlendirmektedir ki, bu durumu zaten herkes açıklıkla bilmektedir. Bunun tek yolu, o trajik vak’aya bizzat muhatap olmuş bulunan Türk-Ermenilerini devreye sokmak, onlardan bu konuda uzman olan kişilerden seçmeler yaparak parlamentomuza sokup, sözcü olarak vazifelendirmemiz lazımdır. Bizden söylemesi!.. Saygıdeğer okuyucularım bir başka yazımda buluşabilmemiz ümidi ile hayırlı tatiller dilerim efendim. Not: Bu makale: 21 Şubat 2009 Cumartesi günü yazılmıştır.)