Çin Devlet Başkanı Hu Cintao’nun 11-14 Aralık tarihlerindeki Kazakistan ve Türkmenistan ziyaretleri ile imzalanan anlaşmalar bütün Türkistan cumhuriyetlerini etkilemiştir. Bunun aynı zamanda Doğu Türkistan’daki Çin yönetimini güçlendirme stratejisi boyutu vardır. Türkmenistan’dan itibaren 7.000 kilometrelik doğalgaz boru hattı sözleşmesi ile Kazakistan’dan petrol boru hattı, “Türkistan’a Çin mührü” olarak görebileceğimiz uzun vadeli, ekonomik olmaktan çok jeopolitik öneme haiz projelerdir. Dünyayı saran ekonomik krizin henüz nereye varacağı belli değilken Çin’in bir çırpıda bu projeler için 7.5 milyar doları adeta saçıp savurarak yaptığı anlaşmalar, aynı zamanda Rusya, ABD, AB ile diğer küresel ve bölgesel aktörlere önemli mesajlar vermektedir. Uluslararası İlişkiler’de gerçekçi politika, gücü esas alan -ki bu günümüzde önemli ölçüde ekonomiktir- tercihlerdir. Devlet atacağı her adımda, ideolojik, dinsel veya tarihsel gerekçelerden çok maddi çıkarlarını dikkate alır. Hayali yatırımlardan kaçınır, mutlak düşmanlık diye bir gündemi olmadığı gibi körü körüne dostluk da bu tür bir dış politikada yer bulamaz. Diğer devletler üzerinde tahakküm kurma politikası genellikle masraflı bir strateji olduğundan öncelikle elde edilecek gelire bakılır. Sadece hedef devletleri etkisi altında tutma politikası ile uzun vadede ekonomik veya siyasi kazanç hesapları karıştığından, belli bir tercihin realist mi idealist mi olduğuna karar vermek zorlaşabilir. Uygulamada birçok ülkenin dış politikaları için bu analiz zorluğu yaşanmaktadır. Yakın dönemde geniş kabul gören İnşacı yaklaşım ise, dış politikayı idealizm-realizm koridorlarından çıkararak o ülkenin tarihi, bölgesel, etnik gerçekleri merceğinden ele alır. Çin’in yıllardan beri zaman zaman dillendirerek zemin yokladığı Türkistan projelerinin ilk bakışta reelpolitik anlamı ağır basabilir. Bununla beraber, uzun vadede Çin’in enerji ihtiyaçları dikkate alınsa dahi bu mesafedeki dağları ve çölleri aşan bir yatırım, sözkonusu ülkelerin rezervleri de dikkate alındığında pek de gerçekçi görünmemektedir. Bununla beraber, Şanghay İşbirliği Örgütü zemininde bir araya gelinen Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan yanında şimdi Türkmenistan ile de ekonomik bir zincir kurulmaktadır. Türkmenistan’ın şimdiye kadar tek doğalgaz müşterisi Rusya ve İran olup, bu durum pazarlık gücünü zayıflatmaktaydı. Nabucco projesi ise gerçekleşme sürecine girmesine karşın tereddütler devam etmektedir. Çin Devlet Başkanı’nın Özbekistan ve Kazakistan cumhurbaşkanları ile temelini attığı boru hattı, Türkmenistan’ın doğalgazdaki pazarlık gücünü artırdığı düşünülebilir. Aynı durum Kazakistan petrolleri için de sözkonusu. Türkistan üzerindeki Çin-Rusya rekabeti Çarlık dönemine kadar uzanmaktadır. 1880’lerde Doğu Türkistan ile ilgili rekabet, burada bağımsız Kaşgar devletinin kurulmasıyla işbirliğine dönüşmüş, yaklaşık 15 yıllık Kaşgar devleti daha fazla güçlenmeden Rusya, Çin ve İngiliz ortak plan ve hareketi ile yok edilmiştir. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsız Türk cumhuriyetleri Moskova açısından geçici bir durum olarak görülmekteydi. Özellikle Putin’in bölgeyi yeniden kontrol altına alma yönündeki başta askeri olmak üzere gerçekleştirdiği açılımlar bunu ortaya koymuştur. Uzun vadede Rusya’nın bölgedeki en önemli rakibinin Çin olduğu kabul edilir. Bununla beraber, bölgeyi zabturapt altına alma konusunda Çin’e şiddetle ihtiyacı olduğunu da Rus stratejistler her fırsatta dile getirirler. Bu durumda bölgede kontrol dışı gelişmelerdense dev komşu ile ortak kontrol, daha gerçekçi görülmektedir. Zira Türk cumhuriyetlerinin Moskova’ya karşı siyasi ve askeri tercihleri, Rusya Federasyonu’nun geleceği açısından da tehlike arzedebilecektir. Çin Devlet Başkanı’nın tam da Türkistan çıkarması günlerinde diğer önemli bir gelişmeye şahit oluyoruz. Temmuz ayında Doğu Türkistan’da yaşanan kanlı olaylardan sonra aralarında kadın ve çocukların da bulunduğu 27 Uygur Türkü canlarını kurtarmak için Vietman üzerinden Kamboçya’ya geçerek BM Mülteciler Komiserliği yetkililerinden siyasi sığınma talebinde bulunmuştu. Çinli yöneticiler, bunların canlarını kurtarmak için ülke dışına çıkmış olmalarını, “problemli kişilerden kurtuluş” değil de, bölge üzerindeki gücü için bir vesile telakki etmiştir. İade edildiğinde idamları kesin olan bu kişilerin Uluslararası Hukuk gereği iltica talepleri kabul edilmesi gerekmekte olup, teslim edilmeleri suç teşkil etmektedir. Ancak burada güç ve siyaset, birçok örnekte olduğu gibi hukukun önündedir. Bizzat Devlet Başkanı yardımcısı Xi Jinping Kamboçya’ya giderek bu mültecilerin Çin’e iadesi sağladı. Benzer durumdaki mesela Tibetli Budistlere, başta ABD olmak üzere “Özgürlükçü ve İnsan Haklarına saygılı” ülkelerin ilgisi bu gelişmelerde pek görülmedi. Rusya, 1870’lerde Türkistan işgalini tamamladıktan sonra bölgeyi demir ağlarla örmüş ve buraya çok daha güçlü ve etkili bir şekilde Rus mührünü vurmuştur. Başta pamuk olmak üzere bölge ekonomisi Rusya’nın can damarı haline gelirken, Rusyasız bir Türkistan tahayyülü de gittikçe daha da zorlaşıyordu. Bununla beraber, I. Dünya Savaşı ve sonrası gelişmeler Türklere bir fırsat verir gibi oldu, ancak Ruslar, Sovyetler Birliği halinde daha güçlü olarak bölgeye döndü. SSCB’nin dağılması sonrası belirsizlik sürdüğü halde Sovyet veya Çarlık tahakkümünün geri dönüşü beklenmemektedir. Bu sonuçta Rus yönetiminin baskıcı ve zalimane politikalarının büyük etkisi vardır. Çin’in, Türkmenistan ve Kazakistan ile kurduğu ilişkilerden sonra uzun vadede de olsa bölgede siyasi tahakküm kurması beklenmemektedir. Ekonomik emperyalizm inşası ayrı bir konudur. Bununla beraber, bu gelişmelerin, Doğu Türkistan’ı daha fazla “Çinlileştirmesi” için çok sebep bulunmaktadır. Boru hatları Doğu Türkistan üzerinden Çin’e girerken, bu bölge “yeni ülke” veya “kenar eyalet” olmaktan çok Çin’in Batı’ya açılan yolları, hatları ve kapıları haline gelecektir.