“Dil, bir ulusun aynasıdır. Bu aynaya baktığımız zaman, orada kendimizin gerçek yankısını görürüz.” Alman edebiyatçı Friedrich von   Schiller dil konusunda böyle diyor. Mustafa Kemal; “Türk Milleti’nin dili Türkçedir Türk Dili dünyada en güzel, en zengin ve kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sevip onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk Dili, Türk Milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk Milleti geçirdiği sonsuz felaketler içinde ahlakını, göreneklerini, anılarını, çıkarlarını kısacası; bugün kendisini millet yapan her niteliğinin, dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk Dili, Türk Milletinin yüreğidir, beynidir.” Diyerek dilin millet olmadaki en büyük unsur olduğunu vurguluyor. 

Evet dil bir milletin, millet olma unsurların en başta gelenidir. Dilin önemi konusunda Türk Dilinin toplumları millet olmaları yönündeki etkisini incelersek göreceğimiz gerçekler şunlar olacaktır:

“Bildiğiniz gibi Orta Asya sadece Türklerin ve Moğolların yaşadığı bir yer değildir. Hint-Avrupa kökenli sayılan göçebe topluluklar, Çin sınırına kadar yayılırlar. Hint-Avrupalı Yüe-çiler, Çin yakınlarında yaşarlar. 

Yüe-çiler yeşil gözlü, kızıl saçlıdır. Göçebe bir topluluktur, çadırları, keçeleri, kımızları vardır. At beslerler. M.Ö.200 civarında, Hun baskısı ile İli vadisine, bugünkü Kırgızistan’a, Issık gölü çevresine gelirler. Yüe-çiler geldiğinde Kırgız bölgesi kalabalıktır. O sırada, o bölgede, yine Hint-Avrupalı olan Wu-sunlar vardır. Wu-sunlar, Yüe-çileri Afganistan’a doğru iterler. Kırgız bölgesinde eskiden beri kökenleri farklı üç gurup vardır. Germen boyları: Çin kaynaklarınca da belirtildiği üzere, bunlar kırmızı saçlı, mavi gözlüdürler; Moğol kökenli boylar ve Türkler. Batıya doğru gidildikçe Hint-Avrupalı veya İranlı topluluklar ağır basar. Aral gölü ile Siri Derya’nın kuzeyi arasında Sakalar (İskitler) vardır. Seyhun nehrinin güneyinde Toharlar bulunur. Karpatlar ile Siri Derya arasındaki düzlüklerde Sarmatlar, Kafkasya ve Aral gölü çevresinde Alanlar vardır. 

Yani, Orta Asya’ da, Çin’den Volga nehrine kadar olan bölgede, Hint-Avrupalı, Mongoloid ve Türk kabileleri, göçebe bir yaşam sürmektedirler. Ancak, Güney Sibirya’nın doğusunda Moğollar ağır basarken, batıya gidildikçe Hint-Avrupalı kavimler ağırlık kazanırlar. Aslında, İskit, Sarmat ve Mesaget adlı topluluklar, etnik olmaktan çok siyasi bir yapılaşmanın ürünleridir. Mesaget, İran orijinli boyların, Yüe-çilerin ve Türk boylarının oluşturduğu bir kabileler konfederasyonudur.

Türk boyları, çok eski tarihlerden beri, Batıya göç ettikçe, yukarıda sözünü ettiğimiz, Hint-Avrupa kökenli kavimlerle karışırlar. Karışmalar ve katılmalar olur. Türk boyları, Hint-Avrupa boyları içine girip, erirken; Hint-Avrupa veya İran kökenli boylar da Türk boyları içine girip erirler. Burada, tüm göçebe kabilelerin aynı kültür, din ve aynı ekonomiyi paylaştığını unutmayalım. 

Kimin ne olduğunu belirleyen, bu durumda, sadece dildir. Kim kimin dilini kabul ederse, o kimliğe bürünmüş olur. Böylece, Türkleşen Hint-Avrupa kabileleri, eski adlarını genellikle korumaya devam ederler. Ancak, eski adları, yeni dillerinin etkisinde biraz değişir.

Örneğin: Macar kavmi Ugor, Türk, Alan ve Slav boylarından kurulmuştur. Bizans İmparatoru da Konstantinos Porfirogenetos’un eseri “De Administrando İmperio’ ya” göre: Macarlara üç Türk Kabar boyu katılır. Bu üç Kabar boyu, Macarlardan daha savaşçı ve yetenekli olduğundan, diğer boyları çok etkilerler. Macarlar bu yeni gelenlerin dilini kabul ederler. “De Administranda İmperio” yazıldığı esnada, Macarlar Türk Kabar dilini konuşuyorlarmış. Bu nedenle, eserde Macarlara her zaman Türk denirdi. Verilen örneklerdeki gibi, Bozkırda daima kimlikler değişir, yeni kimlikler edinilip, eski kimlikler unutulur; “Kim neydi, kim kimdire bakılmaz, bugün kim bizimle, aynı dili konuşuyor mu ona bakılırdı”

Türkler tarih boyunca rastladıkları her kavimle karışmışlardır. Yine Türk erkekleri genellikle eşlerini dışarıdan, Türk olmayanlardan seçmek eğiliminde olmuşlardır. Ayrıca Türkçe dil olarak büyük bir çekim gücüne sahiptir. Pek çok topluluk Türk dilini hemen benimsemiştir. 

Türkler tek bir etnik grup değillerdir. Çok çeşitli öğelerden oluşmuşlardır. Ancak bu karışımın zaman içinde kendine özgü yasaları, diğer toplumlardan onları ayırt edici özellikleri ortaya çıkmıştır. Türkler kesinlikle bir bütün oluşturarak, bütün etnik gruplardan farklı bir kimlik kazanmışlardır. Bu kimlik Türk kimliğidir.

Aslında, Türklere verilebilecek tek tanım aynı dili konuşuyor olmalarıdır. Türkçe konuşanlara Türk denir. Ancak unutulmamalıdır ki zihniyet dile yansır. Yani aynı veya benzer dili konuşanların benzer karakter yapılanmaları vardır. Tarihte ilerleyip, Türkleri izledikçe bu karakter yapısı da ortaya çıkmaya başlayacaktır. Çok sonraları belki tarih serüvenimizin sonlarına doğru koşullar nedeni ile oluşmuş olan bu karakter yapısı belirlenmeye çalışılacaktır.

Tarih içinde ilerlerken, Türk dilini kabul ederek Türkleşen pek çok toplum olacaktır. Yani “Türkçe; birçok kavimi Türkleştirmiştir!” Ama aynı şekilde Türk dilini kaybederek, Türklük de uzaklaşan pek az toplum da olacaktır. Enteresan ve sevindirici bir durum ise bugün bu milletlerden Macarlar yeniden dirilişi başlatmışlardır. Mesela; Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın Ekim 2019 Dünya Türk İş Konseyi’ndeki konuşmasında, Macaristan’ın Türk kökenini koruduğunu ifade ederek: “Biz Macarca konuşuyoruz. Bu Türk diliyle bağlantısı olan eşsiz bir dil. Hristiyan dinini aldık, fakat Kıpçak-Türk ilkeleri üzerinde duruyoruz.” dedi.

Kısacası; ne acıdır ki, geçmişte Avrupalıların ve Arap dünyasının ve de bugün bizim, Türk dediğimiz topluluklar, Hunlar, Peçenekler, Oğuzlar, Tatarlar, Kırgızlar, Bulgarlar, Kumanlar, Yakutlar, Uygurlar, Karluklar, Karataylar, Karahanlar, Akkoyunlar, Karakoyunlar, Kıpçaklar ve daha yüzlercesi, hatta Avrupalıların kendilerinin Türk demelerine rağmen Türk olduklarından habersiz idiler. Milletlerinin Türk olduğunun tarihi gerçeğini ancak Osmanlı’nın son dönemi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin “biz kimiz” sorusunun cevaplanması milli kimliğe kavuşması sonrası anlayacaklardır!”

Sonuç: Sevindirici olan gerçek ise; bin yıllar sonra; 7 bağımsız; 15 federal ve özerk toplam 22 devlet; yani 300 milyon kişi Türkçe konuşmaya devam etmekte ve Türkçe dünya da konuşulan 5. Dil olarak varlığını sürdürmektedir. Bütün bu 22 Türk devletlerini uluslararası arenada “millet büyüğü” olarak; onları her zaman destekleyen, koruyan ve kollayan ve diline sahip çıkan Türkiye Cumhuriyeti’nin olması ise en büyük gurur kaynağımızdır. Sayın Cumhurbaşkanımızın Ekim 2019 Dünya Türk İş Konseyindeki : “Türkistan coğrafyası bizim ata yurdumuz, ana ocağımızdır. Hepimiz aynı dili konuşan, aynı dine inanan, tarihi bir, kültürü, medeniyeti bir 300 milyonluk çok büyük bir aileyiz. Kazak, Kırgız, Özbek, Tacik ve Türkmen kardeşlerimizin de Türkiye’ye aynı nazarla baktıklarını, ülkemizi kendi evleri gibi gördüklerini biliyorum. İnşallah bu toplantımızın aramızdaki muhabbet ve kardeşlik bağlarını daha da perçinleyeceğine inanıyorum” demesi bence Türkiye Cumhuriyeti’nin “millet büyüğü” olduğunun en gerçekçi halidir.