Bir F-4 savaş uçağımızın 22 Haziran’da Suriye tarafından düşürülmesinin sebepleri, arka planı, şekli, sonuçları ve bundan sonraki politikalara etkisi konusunda yazılanlar, söylenenler, konuşulanların çoğu ya tahmin, ya da temennidir. İşin gerçek mahiyeti devlet sırları ile ilgili yasalara göre 25 veya 50 yıl sonra arşivler bütünüyle açıklandığında anlaşılacak, bazı yönleri belki de hiçbir zaman bilinmeyecektir. Tıpkı II. Dünya Savaşı’nda bazı hassas konuların ancak on yıllar sonra anlaşılabilmiş olması gibi.
Olaya sadece sınırı ihlal eden uçağın düşürülmesi olarak bakmak, bu noktaya nasıl gelindiğini görmemek tuzak tepkilere zemin hazırlamaktır. Hava sahasının ihlali Uluslararası Hukuk’ta suçtur. Ancak, hava sahasını ihlal etti diye bir uçağı vurmak daha büyük bir suçtur. Devlet uçakları, bu savaş uçağı da olsa bir ülkenin hava sahasını ihlal ettiğinde hemen vurulmaz, bir takım ara tedbirler, uyarılar vardır. Dolayısıyla Suriye’nin yaptığı bu eylem nereden bakılırsa bakılsın Uluslararası Hukuk’a aykırı olup, muhtemelen özür dileyerek tazminat ödemeyi kabul edecektir. Böyle bir çıkış iki ülke açısından birçok sorunu çözecektir. Şam tarafından yapılan ilk açıklamalar böyle bir kabule zemin hazırlıyor gibi. Bu da bizim temennimiz olsun. Asıl önemli olan ise 22 Haziran’a nasıl geldiğimiz.
Öncelikle Arap Baharı boyutunu hatırlayalım. Halk hareketleri Suriye’ye dayandığında belirli medya organları, Suriye’deki diktatörlüğün hakkından ancak “Büyük Türkiye”nin geleceğini her fırsatta dile getirdi. Yoğun diplomatik temaslardaki tehditler, vaatler, oldu-bittileri bilmiyoruz. Ancak Türkiye diplomatik söylemle Suriye’ye en sert karşılıkları vermeye başladı, ilk fırsatta ekonomik yaptırımlar gündeme geldi, muhalif liderlerin koruyucusu rolünü öncelikle sahiplendi. Sınırdaki kamplara daha fazla Suriyelinin gelmesi teşvik edildi. Aynı dönemde Ürdün’e daha fazla Suriyeli iltica etti fakat Amman yönetimi muhalifleri davet edip kollamayı resmi politika haline getirmedi.
Türkiye’nin Suriye politikası batıdan gelecek daha yoğun baskıların şiddetini kırma hedefine matuf olabilir. Netice itibariyle Gebze’den Antep ve Kilis’e binlerce atölye işinden olduğu gibi Suriye halkı da zaruri ihtiyaçlarını karşılayamaz hale geldi. Türkiye’nin Şam yönetimini sıkıştırma politikası zaten mağdur vatandaşları daha zor durumda bıraktı. Öte yandan Tunus veya Mısır’daki gibi rejim değişikliği beklenirken Şam çevresinde sanki yeni bir “İki Kutuplu Sistem” ortaya çıktı.
Uçağımızın düşürüldüğü 22 Haziran’dan önce Türkiye’de tırmanan terörist saldırıların Suriye bağlantıları yabana atılmamalıdır. Esasen modern terör örgütleri bugün için var. Siparişe göre zaman, yer, hedef belirlenir.
Bir süre önce ABD’den pek dikkate alınmayan bir açıklama geldi. Obama karşısında şansı her geçen gün artan Cumhuriyetçi başkan adayı Romney “Eğer bugün ABD Başkanı olsaydım Suriye’de olanları kayıtsız bir mesafeden izlemek yerine Türkiye ve S.Arabistan gibi bölgedeki ABD’nin dostlarını Suriye’deki muhaliflere silah sağlamaları yönünde teşvik ederek, Suriye konusunda liderlik gösterirdim” dedi. Romney Türkiye’yi ateşe iterken mesela Ürdün ve İsrail’den bahsetmiyor. Akdeniz’den ABD donanmasının yapacağı hava destekli bir çıkartma hareketi aklına gelmiyor. Böyle bir liderlik daha etkili olmaz mı?
ABD’de seçimler yaklaştıkça İsrail ve Yahudi lobisine selam açıklamalarını daha fazla duyacağız. Köşeye sıkışmış İsrail’i ancak komşularının birbirine düşmesi kurtaracaktır. Mavi Marmara konusundaki İsrail’e yönelik taleplerimiz ne zaman gündemin alt sıralarına düştü? Cevap, Şam yönetimiyle köprüler atılınca.
Uçağımızın vurulmasından önce New York Times, ABD’nin silah sevkiyatını başarıyla yürüttüğüne işaret etti. Türkiye’nin güneyinden Suriye’deki muhaliflere CIA’nın organizasyonu ile düzenli bir şekilde silah gönderildiğini yazdı. Silahların finansmanının Türkiye ile birlikte S.Arabistan ve Katar tarafından sağlandığı belirtildi. Bu iddialar Türkiye ve ABD yetkililerince reddedildi. Ancak Suriye’de bir iç savaşın olduğu, Şam yönetimine bağlı ordunun da kayıplar verdiği, muhaliflere bir yerlerden silah sevkedildiği bilinmektedir. Türkiye’nin muhaliflere silah sevkettiği haberi gerçek dışı dahi olsa bu çapta bir yayın ile kafalar karıştırılmaktadır. Buna “şüyuu, vukuundan beter” denmektedir. Bu şartlar altında Esat ve destekleyenler, Türkiye’ye karşı meşru müdafaa hakkının altyapısına hazırlanmaktadır.
Ankara ve Şam, bu krizi nasıl aşarız arayışındayken daha önce Türkiye’yi Şam’a karşı kışkırtan TheGuardian şimdi Arap kamuoyunu “Türkiye’ye saldırın” pozisyonuna hazırlamaktadır. Sömürgecilik döneminden gelen “tokuştur, yönet” yöntemini iğrenç bir şekilde uygulamaktadır. “İsmi açıklanmayan üç Arap ülkesindeki kaynaklara!!!” dayandırdığı haberinde, Suriyeli muhaliflere silah sevkiyatının koordine edilmesi için İstanbul’da bir komuta merkezi kurulmasına, bu merkezde çoğu Suriye vatandaşı 22 kişinin görev yapmasına Türkiye izin vermiştir. Ayrıca, kendi muhabirinin bu ay içinde Türkiye sınırında silah transferine şahit olduğunu yazdı. Bunların anlamı, “Suriye, Türk uçağını düşürmekte haklıydı”.
Bütün bu gelişmeleri alt alta yazdıktan sonra, Suriye’nin Türk uçağını düşürmesinin büyük bir suç olduğunu teyit edelim. Türkiye’nin buna karşılık verme hakkı olduğu da ilk bakışta düşünülebilir. Fakat, bu şartlar altında dört koldan Türkiye-Suriye çatışmasına çanak hazırlayanların oyununa gelmemenin her iki ülkenin tarihi görevi olduğunu hatırlatalım.
Bu olayda Rusya’nın durumunun, katkısının ne olduğunu tam olarak belki yarım asır sonra öğrenebileceğiz. Öte yandan düşürülen F-4 uçağının İsrail tarafından modernize edildiğini hatırlayalım. Uçağın düşmeden önceki pozisyonu, sinyaller konusunda çelişki konularında bu gerçeğin de hatırlanması lazım. Türkiye’nin savaş uçaklarının modernizasyonunu İsrail’e yaptırmış olması bence bir darbe teşebbüsü gibi soruşturulması gereken sabıkadır. Buna karşın “uçak düşürme olayının sorumlusu İsrail’dir” demiyorum. Elimizde böyle bir delil yok. Bilinen tek şey İsrail lobisi kapsamındaki medyanın Türkiye-Suriye savaşı için büyük gayret sarfettiği.
Sınır boylarında keşif veya eğitim uçuşları her zaman yapılabilir. İçsavaşın yaşandığı Suriye’den bir uçağın Ürdün’e sığınmasının arkasında Türk istihbaratı olduğu da iddia edildi. Keşke bu şartlar altında Türk uçağı Suriye sınırına yaklaşmasaydı. Keşke uçak düşürülmeden önce Şam ile köprüleri kurmanın yollarını bulsaydık. Keşke Rus Bakan Lavrov’un Suriye’de çözüm için komşu ülkeler davetini kabul etseydik.
Önümüzdeki dönemde daha fazla ve derinden keşke dememek için son bir yıldır yaşananların doğru tahlili lazım. Bütün partiler milli bir politika için daha fazla zaman geçirmemelidir. Suriye’deki diktatörlük rejimine karşın bu bölgede aynı zamanda Irak, İran ve Lübnan ile Rusya’nın çıkarları olduğunu dikkate almamız şart. Suriye’de mazlum halkların ve bölgenin selameti için bölge ülkelerinin daha fazla işbirliği halinde olması gerek. Bu yangından en az zararla çıkmak için diğer bir şart ise sömürgeci ülkelerin tezgahlarına fuzuli payanda olmamaktır.
Bu değerlendirmenin, Türkiye’nin notasına karşın Şam yönetiminin resmi bir açıklama yapmadan kaleme alındığını hatırlatalım.