Türk milleti, ecdadı / atalarının bir zamanlar kalplerinde yerleşen iman ve itikat / inanç cihetiyle zemin yüzünde yüz mislinden ziyade devlet ve milletlere karşı imanından gelen bir kahramanlıkla mukabele etmiş / karşı koymuştur.

     Türk milleti, İslâmiyet ve kemalât-ı mâneviyenin / manevi kemal, olgunluk ve mükemmelliklerin bayrağını Asya, Afrika ve yarı Avrupa’da gezdirmiş.

     “Ölsem şehit, öldürsem gaziyim.” diyerek ölümü gülerek karşılamış.

     Düşmanların müteselsil / peş peşe çıkardıkları hâdise ve olaylara karşı dayanmış.

     İşte milletçe medar-ı iftihar / iftihar edip öğündüğümüz bu vasıf ve niteliklerimizi, âlî / yüksek seciyemizi, bugünkü gençlere taşıyıp inkişaf ettirmemiz / geliştirmemiz gerekiyor.

     Çünkü vatan ve millet menfaati ve istikbal ve geleceğimizin selâmeti noktasından; bu nakledeceğimiz vasıf ve hususların nasıl bir ehemmiyet ve önem taşıdığı, herkesçe mâlûmdur.

     Fakat her hareket ve hizmette mutlaka maddî bir ücret ve şahsî menfaat mülâhaza etmek, beklemek ve ummak; Türk’ün millî tarihinin şeref ve haysiyeti ile kabil-i telif olamaz, asla bağdaşmaz.

     Bizler ancak rıza-yı İlâhî için çalışmalı. Bizzat Türk milletinin hizmetinde bulunmakla aldığımız telezzüz ve zevkle yetinmeli. Yurttaşımız ve din kardeşlerimiz olan vatandaşlarımıza; İslâmiyet ve insaniyete yardım edebilmek mazhariyetinden gelen; ebedî hayatımıza ait sürûr / sevinç ve ümit; bu  hususta aldığımız ve alacağımız yegâne / tek hakikî mukabele / karşılık ve ücret olmalıdır.

     Bin seneden beri bu fedakâr millet, bütün ruhu canıyla Kur’anın hizmetinde emsalsiz kahramanlıklar gösterdikleri hâlde, gençlerimizi aynı hasletlerle donatmazsak; seneler sonra o parlak maziden  millî ve dinî güzellikler; ne yazık ki sönüp mahvolabilir!

     Öyleyse gençlerimizin eline, elbette bu hakikat ve gerçekleri verip, o dehşetli sukut ve düşüşten onları kurtarmak; en büyük bir vazife-i milliye ve vataniye / millî ve vatanî bir görevimiz olmalı.

     Öyleyse, sadece bu zamanın gençlerini değil, gelecek zamanın gençlerini de düşünmeliyiz.

     Evet seneler sonra bu dindar, namuskâr / namuslu, kahraman seciye / karakterli milletin nesl-i âtisi / gelecek nesilleri, seciye-i diniyesi / dinsel ahlâkı ve  ahlâk-ı içtimaiyesi / sosyal davranışının; nasıl bir mahiyet alması gerektiğini şimdiden; hesaba katmamız gerekiyor.

     Zira bu dindar milletin en çok muhtaç olduğu şeyin; kuvve-i maneviye / manevî kuvvet, kuvvet-i imaniye / iman kuvveti olduğu; menfaatini ancak bu temel gayelerde gördüğüne dair tarihler; çok kat’î / kesin delil ve kanıtlarla doludur.

     İslâmiyet nurundan ve iman kardeşliğinden gelen bir kuvvet ve rabıta / bağ ile teşkil ettiği / meydana getirdiği şahs-ı manevîsi / mânevî şahsı ile; ehl-i dalâlet / imansızların topluca hücumlarına karşı çıkabilmiş. Ancak bu suretle müminlerin nokta-i istinadı / dayanak noktası olmuş. 

     Kızıl tehlikenin bu vatanı istilasına karşı; Kur’andan aldığı güçle, demirden bir sed olmuş.

     Böylece âlem-i İslâmın kahraman Türk milletine karşı muhabbet, uhuvvet ve ittifakının; eskisi gibi yeniden canlanması da sağlanmıştır.

     İşte bu sebeplerden ötürü, Türk milleti çok ciddî bir suretle sevilmekte. Kur’anın senasına / övgüsüne mazhar olmakta. Türk milleti işte bu yüzden, pek çok takdir edilmekte. 

     Son olarak altı yüz seneden beri, bütün dünyaya karşı İslâmı savunduğu, ona siper olduğu;

 kısaca Kur’ana bayraktarlık yaptığı için; Müslümanlar bu millete karşı son derece taraftardır.

     Hem kardeş, dost, hem mübarek olan bu milletin hayat-ı ebediyesi, kuvvet-i imaniyesi ve saadet-i hayatiyesi için, yüzlerce kitap kaleme alınmıştır.

     Nitekim büyük bir İslâm âlimi: “İslâmiyet ordularının en kahramanı Türkler olduğundan, meslek-i Kur’aniyemiz cihetiyle, her milletten ziyade Türkleri sevmek ve taraftar olmak; kudsî / kutsal hizmetimizin muktezası / gereğidir.” diyerek bu geçeğe, liyakatle parmak basmıştır. 

     Hakikat-i Kur’aniyenin muhafazası yolunda kırk elli milyon şehit veren bu vatandaki geçmiş ecdadımızın ahfadına / torunlarına; yine sırası gelince, hakikat-i Kur’aniyenin muhafazası ve âlem-i  İslâmın korunması uğrunda, yine eskisi gibi dindarane / dindarcasına kahramanlıklar göstermeleri icap ettiği ve o hakikate bağlı kalmaları lâzım geldiği hatırlatılmalıdır. 

     Bir milyarı aşkın Müslümanın; Türk milletine karşı duydukları kardeşliği, muhabbeti, hüsnü zannı / güzel sanı ve manevi yardımlarını, yeniden kazandıracak çareleri bulmakla mükellef ve yükümlüyüz.

    Çünkü Türk milletinin tarihi fonksiyon, misyon ve kutsal vazife ve görevini bilen büyük âlimler bu gerçekleri; Mekke-i Mükerreme’de bile, hem Hind lisanına hem Arap diline tercüme edip yaymışlar. Ta Hindistana kadar göndererek, en kuvvetli nokta-i istinadımız olan vahdet ve uhuvvet-i İslâmiyeyi temine çalıştıkları gibi, Türk milletinin din ve imanda, daima ileride olduğunu, dünya âleme ilân etmiş ve etmektedirler.

     Nitekim Şark / Doğu’da ihtilâl ve isyan hareketleri baş gösterdiğinde; tarihî gerçekleri bilen, Türk milletinin dahlinin / rolünün şuur ve bilincinde olan ulema / âlim ve bilginler:

     “Türk milleti asırlardan beri İslâmiyete hizmet etmiş ve çok velîler yetiştirmiştir. Bunların torunlarına kılıç çekilmez! Siz de çekmeyiniz! Teşebbüs ve girişiminizden vazgeçin! Millet, irşat ve tenvir edilmeli / aydınlatılmalıdır. Millet fertleri arasında kan dökülmemelidir! Kan dökerek halledilecek bir mes’elemiz yoktur!”

     Îkazları / uyarıları ve ihtarları / hatırlatmaları ile, milletin aklını başına getirmişler. Gailenin / istenmeyen üzücü durumun, en az zararla giderilmesinde büyük ve müspet / olumlu bir rol oynamışlardır.