Anayasamızın milliyet ve dinle ilgili boyutları budanmak yerine iyice tahkim edilmelidir. Türk milleti, millet olarak varlığını sürdürmek, bu coğrafyada ayakta kalmak, tarihe millet olarak direnmek istiyorsa iki “Mustafa”sına ve onların temsil ettiği iki temel değere (din ve milliyet) sahip çıkmalıdır. Hz. Muhammed Mustafa, Türk milletine din ve maneviyat vererek kozmik anlamda var oluşuna anlam kazandırmıştır.
Mustafa Kemal Atatürk de efsanevî bir Kuva-yı Milliye direnişine önderlik ederek ülkemizi emperyalist batılı işgalcilerin zulüm ve sömürüsünden kurtararak bize hür, bağımsız ve bağlantısız bir vatan hediye etmiştir. Atatürk ayrıca toplum olarak da bizi Osmanlının son dönemlerindeki kozmopolit bir topluluk hâlinden millî bir toplum durumuna getirmiştir. Atatürk, “Ne mutlu Türk’üm diyene.” diyerek Türklüğün ırkî bir yapıyı değil, iradî bir tercihi karşılayan bir millî kimlik adı olduğunu gösterdi. İnsanların köken itibariyle hangi ırktan gelirse gelsin bu vatanda herkesin Türklüğü, bir millet kimliği olarak benimseyerek mutlu olacağını söyledi.
Bu ülkede insanlar, kabile ve kavim özelliklerini, yani kendi irade ve çabaları dışında tamamen Allah tarafından verilen biyolojik özelliklerini öne çıkararak, onları dava edinerek ayrışma ve çatışma içinde değil; ortak değerlerde buluşarak, kaynaşıp katışarak, iradeyle tercih edilen tek bir millet yapısı içinde yaşayarak mutlu olabilir. Atatürk’ün tek millet yapma, kavimleri milletleştirme davası buydu. Bugünkü siyasetçilerin “tek vatan, tek millet, tek bayrak, tek dil” söylemi de buna paralel şekilde işlevsel hâle getirilmelidir.
Din derslerinin mecburi hâlde bırakılması ve bu derslerin daha da cazip hâle getirilmesi, Atatürk’ün politikalarına da uygundur. Atatürk, Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir kurum tesis ederek, Elmalılı Hamdi Yazır’a tefsir yazdırarak, Kur’an meali hazırlatarak, hadisleri toplatarak ve daha bunlar gibi çalışmalarıyla bu milletin dinini ana kaynaklarından ve doğru bir şekilde öğrenmesini istiyordu. Ülkemizde İslam’ın cahil ve istismarcı kişi ve grupların elinde hurafeler yığını hâlinde öğretilmesi yerine Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bizzat kendi mecburî eğitim sistemi içinde, akıllı bir programla, ilmî esaslara dayanarak, dinin ana kaynaklarından doğru bir şekilde öğretimini sağlayıp Atatürk’ün izini takip etmelidir.
Batı kaynaklı fesat odaklarının Atatürk ve İslam düşmanlığında yani bu milletin iki Mustafa’sının temsil ettiği değerleri yok etmede yoğunlaşmaları, değişik yol ve üsluplarla bu düşmanlıklarını fikir kılıfı altında pazarlamaya çalışmaları, onların Tanzimat’tan beri sürdüre geldikleri milliyet ve din düşmanlıklarının devamıdır.
Şu hâlde sorumlu Türk siyasetçisi, Türk vatandaşlarını, kavim ve kabile özelliklerine döndürücü ve orada dondurucu bir söylem ve politika yerine; bunları birbirleriyle tanıştırıp kaynaştırarak, bütünlüklü bir millet yapıcı çalışmalara yönelmeli ve “tek millet, tek vatan, tek devlet, tek dil” ilkesine uygun olarak Türkçeyi resmî dil ve eğitim dili olarak tek devlet dili hâlinde bırakmalı, daha da yerleştirmeli, yaymalı ve milletin tek anlaşma dili hâlinde kökleştirmelidir.
Milletimizin sorumlu siyasetçileri, Avrupa Birliği ve Amerika kaynaklı fesat odaklarının ve onların yerli sözcülerinin laflarına kanarak tezgahlarına düşmemek ferasetini göstermelidir. Zira kabilelerden milletlere, milletlerden de Avrupa Birliği, Amerika Birleşik Devletleri gibi milletler birliğine geçmiş olan, bu anlamda daha üst birliklere doğru ilerleme doğrusunda seyreden batılılar, bize dönük politikalarında ve propagandalarında tam tersini yapıyorlar. Yoğun çalışmalarıyla bizim millet hâlinde birliğimizi değil, kabileler hâlinde ayrışıp çatışmamızı istiyorlar.
Türk millet bütünlüğünü dağıtıp Türkiyeli kabileler karmaşasını üreterek haçlı kinlerini tatmin zevki peşindeler. Biz bugün yöneticisi ve yönetileniyle millet olarak, Batının bu oyununa gelip gelmeme kararlılığını ortaya koyma kavşağındayız.