OĞUZ ÇETİNOĞLU

Görmek şansına eremediği dedesi İzzet Hoca; Arapça ve din ilimleri öğretmeni idi. Babası Ahmet Göze; 2 fakülte bitirmiş, Arapça, Farsça, Fransızca ve Almanca bilen, ilim ve irfan âşıkı bir insandı. Karakterini oluşturan temel bilgileri babasından aldı. Evde saygı ile ve sık sık adı geçen, meziyetleri anlatılan İzzet Dede, muhtemelen küçük Ergun Göze’deki cevheri mayalayan insandır. Sonraki öğrenim hayatı, formalite gereğidir. İlk öğrendiği üç bilgiyi; ‘Allah’ın varlığı ve birliği, Peygamber’in mâsûmiyeti ve ferdiyeti, Kur’an-ı Kerim’in kutsiyeti.’ Olarak açıklar. Daha ilkokuldayken, babasının yönlendirmesiyle Fransızca öğrendi.  

Sosyal faaliyetlerine Türkiye Milliyetçiler Derneği’ne üye olarak başladı. 1960 yılından sonra bir dönem, derneğin genel başkanlığını yaptı.  

Türkiye'de milliyetçi kesimin tanınmış isimlerinden olan Ergun Göze;  birkaç arkadaşı ile birlikte, Bab-ı Âli Yayınevi'ni kurdu. Yazı hayatı, Mümtaz Turhan'ın çıkardığı Ölçü Dergisi’nde başladı. Daha sonra serbest avukatlık yaptı. Yıllar sonra kitap haline getirilen, ‘Meşhurların Son Sözleri’ genel başlığı altındaki yazıları, 1961'de Son Havadis Gazetesi’nde yayımlandı. Göze, fıkra yazarlığına 1965'te Bab-ı Âli'de Sabah Gazetesi’nde başlayıp 1969'da Tercüman'da devam etti. 1988 yılında Türkiye gazetesinde yazmaya başlayan ve iki sene devam eden Göze, TGRT'de haber yorumculuğu yaptı. Son olarak da Çukurova Grubu’nun yayınladığı Tercüman Gazetesi’nde yazdı. Bu görevi bıraktıktan sonra, yıllar önce; Dr. Metin Eriş, Altan Deliorman ve diğer arkadaşlarıyla birlikte kurdukları Boğaziçi Yayınları'nın editörlüğünü üstlendi.

Gazeteciliğe girişini; ‘Bir fikir içinde olduğum için, o fikrin çok saldırıya ve haksızlığa uğradığını gördüğüm için girdim.’ Diye açıklar. Yazı hayatında doğru bildiklerini değil, dâima bildiği doğruları yılmadan müdâfaa etti. 

Yaptığı röportajlar dolayısıyla birçok insanla, fikirle ve ülkeyle tanıştığını dile getiren Göze, gazeteciliğin insanın ufkunu açan bir meslek olduğunu ifâde eder.

Gazetede yazı yazmaya devam etmiş olmasının en önemli sebebinin, kendisini hiçbir zaman bırakmayan okuyucuları olduğunu söyleyen Göze, her zaman okuyucularına lâyık olmaya çalıştığını belirtir.

Gönül dostu olmasına rağmen hiç kimseye; eskilerin tâbiri ile tabasbusta bulunmayan, bir tabiatı vardı. Rahmetli Fethi Gemuhluoğlu, yakın çevresinde bulunup da üzerine toz kondurmaktan kaçındığı nâdir insanlardan biriydi. 

O’nun şu satırları; ne kadar kavi bir idealist olduğunun delilidir: ‘Yürüdüğüm yolun, maddî menfaatlerimin aleyhine olmasına rağmen en doğru yol olduğuna kaniyim.’ 

Yanıldığını, yanlış düşündüğünü de itiraf etmekten çekinmeyecek kadar dürüst bir insandı. Ondaki dürüstlük âbidesi karakterin temelinde, babasından ve dedesinden tevârüs ettiği fazilet harcı-çimentosu bulunuyordu. 

O’nun emsalsiz dürüstlüğünü ve samimiyetini ortaya koyan olaylardan birini, şu satırlarından öğreniyoruz: 

‘Fatma Girik'i sadece ekranlarda gördüm. CHP, O’nu Şişli Belediye başkanlığına aday gösterdi ve Girik seçimi kazandı. Ben birisinin, sırf medyatiktir diye aday gösterilmesini yanlış bulmuştum. Ayrıca Fatma Girik yıllardan beri düzeyli bir birliktelik yaşıyordu. Bu onun belki özel hayatıydı, kimseyi alakadar etmezdi. Ama Belediye başkanı sıfatıyla nikâh kıymaya ve onun nâmına nikâh kıyılmaya başlanınca ortaya çok komik bir paradoks çıkıyordu. Ciddiyetsizliğe yola açan bir komiklikti bu.

O günlerde, Türkiye Gazetesi’nde bu durumu haklı olarak eleştiren yazılar yazdım. Hatırladığıma göre Fatma Girik hakkında yazılarım birden de fazla oldu. Bir gün kendisinden bir mektup aldım. O günlerde ehemmiyet vermediğim bu mektubunda, kendisine; dürüst bir hizmet yapmasına izin vermeyen ve daima özel hayatını başına kakan yazılar yazmamın doğru olup olmadığını düşünmeye dâvet diyordu beni. Tavrı insafa dâvet ediciydi, iddiacı değildi.

Sonradan Şişli Belediyesi’nin başına bir başka hanım geçti. Babasını tanıdığım bir hanımdı ve evliydi. Ama bu hanım, kısa zamanda ve bir hamilelik öncesi, kocasından boşandı ve bir başkası ile evlendi ve sonra evlendiği zâtla ortak yolsuzluk iddialarının karşısında, yurt dışına kaçmakta buldu çâreyi. Hâlen yurt dışındadır ve beraber yolsuzluk yaptıkları iddia edilen ikinci kocasından da ayrılmış durumdadır. Hakkındaki dâvâların zaman aşımından düşmesini beklemektedir.

Bu olaylar, Türkiye'nin içine yuvarlandığı olaylar yumağının bir kısmıydı. 

Hâtıra yazmak bir bakıma insanın kendisiyle de hesaplaşmasıdır. Bugün, bu olaylar sâyesinde, Fatma Girik hakkında haklı olarak yazdığım yazılarda haksız duruma düşmüş olduğumu görmekteyim. 

Fatma Girik, kendisinden sonra gelen belediye başkanları içinde en ciddisi ve dürüstü çıkmıştır. Bu tespit Fatma Girik’in lehine bir hak veriş olmakla beraber toplumun nerelere düşürüldüğünün de fotoğrafıdır. Çünkü bu toplumda nikâhlananlar, bazı düzeyli birliktelik yaşayanlardan daha çok nikâhın ve onun icabı olan faziletlerden mahrum olduklarını göstermişlerdir. Bu bir paradokstan çok bir yozlaşmadır.

Bu bakımdan ben Fatma Girik'ten, nikâh ve faziletler adına değil fakat o makamı sonradan işgal edenler adına özür dilemek zorunda kalmış bulunuyorum. Çünkü o tipler toplumun her yerinde bugün baş tacı gibi durmaktadırlar.’

***

34’ünü kaleme aldığı, 10 tanesini Fransızcadan tercüme ettiği 44 kitaba imzâsını koyan Ergun Göze'nin yayımlanmış eserleri: 

1-Meşhurların Son Sözleri (1962), 2-Anadolu Sahabeleri (1966), 3-Peygamberimiz ve Dört Halifesi (1967), 4-Köşebaşı (1969), 5-Dirilen Çöl (1974), 6-Kuğunun Son Ötüşü - Çanakkale Destanı (1988), 7-Üniversite Niçin Çöktü - Profesörler Geçiyor (1990), 8-İslâmiyet ve Teknoloji (1990), 9-Rusya’da Üç Esaret Yılı (1991), 10-Freud ve Freudizm’in İç Yüzü (1992), 11-Gözümle Gönlümle Tanıdıklarım (1993), 12-Peyami Safa - Nazım Hikmet Kavgası (1994),  13-Türklük Kavgası (1994), 14-Dışişleri Kavgası (1995), 15-Seçmeler (1995), 16-Peyami Safa’dan Seçmeler (Prof. Faruk Kadri Timurtaş’la (1995),  17-Üç Büyük Muztarip (1995), 18-Peyami Safa (Biyografi (1996), 19-Peyami Safa’nın Türk Düşüncesindeki Yeri (1997), 20-Peygamberimizin Hayatından Sahneler (1997), 21-İslâm’a Selâm (1997), 22-Ergun Göze - Aziz Nesin Kavgası (1998),  23-Besmele Bahçesi-Prof. Dr. Ali Alpaslan ve Ali Rıza Özcan’la (1998), 24-Kama (Senaryo-1999), 25-Esmâ-i Hüsnâ, Prof. Dr. Ali Alpaslan ve Ali Rıza Özcan’la (2000), 26-Mukayeseli İslâm Târihi Kronolojisi, l. Cilt-2000),  27-Çar Tabancası (Piyes-2000), 28-Ecevit Çıkmazı (2001), 29-Soruşturma (2001), 30-Üçüzler (Piyes-2002),  31-İsrail’in Kurucusu Theodor Herzl’in Hâtıraları ve Sultan Abdülhamid (2002),  32-2000’e Doğru Papaların Günah Dosyası - Ali Ergenekon imzasıyla (2002), 33-Cuma Düşünceleri (2003), 34-Çanakkale’de Kumandanlar Savaşı (2006), 

Fransızcadan Tercümeleri:

1-Malik Binnebî - İslâm Dâvâsı (1964), 2-Mâlik Binnebî - Asrın Şahidinin Hâtıraları (1991), 3-Malik Binnebî - İslâm ve Demokrasi (1992), 4-Malik Binnebî - Cezayir’de İslâm’ın Yeniden Doğuşu (1992), 5-Prof. Michel Winock - Aydınlar Yüzyılı (2002,  6-Arthur Conte - Diktatörler Yüzyılı (2002), 7-Malik Binnebî - Kur’anı Kerîm Mucizesi,  (2003), 8-Prof. Vincent Monteil - İsrail’in Gizli Dosyası: Terörizm (2003), 9-Ahmet Rıza - Batı’nın Politik Ahlâksızlığı (2004), 10-Prof. R. H. Gibb - İslâm’da Dînî Düşüncenin Bünyesi (2004)

*   *   *   

Dünya hayatı verimli geçti. Ebedî hayatı da nurlu olur inşallah. 

Merhum’a Cenab-ı Allah’tan rahmet, sevenlerine sabr-ı cemil niyaz ediyorum. 

Mekânı cennet olsun, kabri nurlarla dolsun. 

BABAMA MEKTUP

ZEYNEP ULUANT

Sen bizi bırakıp gerçek âleme gideli tam on sene oldu. Bu on senede seni unutmak şöyle dursun boşluğunu her geçen gün daha da çok hissetmekteyim. On senedir hemen her gün çalan telefonumdan, “nasılsın benim güzel kızım” diye seslenen muhabbet dolu hitabından mahrumum. 

On senedir, aklıma herhangi bir soru takıldığında, bilmediğim bir kelimeyle karşılaştığımda, memleket meseleleri hakkında tıkandığım, teselli ve güvenilir bilgi aradığımda, herhangi bir şahsı tanımak üzere ipucu istediğimde müracaat ettiğim kaynağımdan yoksunum. On senedir annem de ben de seni hatırlamadan, anmadan, beraber gittiğimiz sevdiğin mekânların önünden gözlerimiz dolmadan geçemiyoruz.

Canım babam, henüz küçücük bir çocukken muhabbetini cömertçe akıttığın, salât-ı kemâliye* okuyarak uyuttuğun, Peygamber Efendimizin hayatını anlatırken haram ve helâli öğrettiğin, Allah sevgisini, dolayısıyla, insana muhabbeti de aşıladığın ben, sana medyûn-u şükrânım. Belki evlâdına yüklü bir maddî miras bırakanlardan olmadın ama tâ mahşere taşıyacakları tertemiz, imanlı bir isim bıraktın. Zerrece maîşet derdinin olmadığı elli senelik yazı hayatında asla eğilip bükülmeyen kalemin düşmanlarını korkutmakla kalmadı, sırasında kültürünün ve dürüstlüğünün önünde saygıyla eğildiler. Hiçbir siyâsi partinin ve ideolojinin emrine girmeyen kılıç gibi keskin kalemin sadece Allah’ın, gerçek İslâm’ın, Türklüğün ve memleketinin hizmetinde oldu. Ömrünün son senelerinde, Müslümanlık iddiasıyla iktidara gelerek İslâmiyet’in ruhuyla zerrece bağdaşmayan icraatları ve memleketi uçuruma sürükleyen hatalarıyla kıyasıya mücadele ettiğin zihniyetin bâzı mensupları “sizin yazılarınızı okuyarak büyüdük” diyorlardı. Önceleri vicdan azâbına kapılır gibi olmuş ama sonra doğru bildiğini yapan insanların dimdik duruşuyla “ bana iftira etmeyin, size böyle yapmanızı söylememiştim” deyivermiştin. Memleketi bu hâle getiren, üstelik mâneviyatçı ve muhafazakâr geçinen kesim en büyük azâbındı ve onlara küskün gittiğini biliyorum. Ama şunu sen de ben de biliyoruz ki hayatında bir tek gün bile din istismarına, üçkâğıtçılığa, adam kayırmaya, şahsî menfaatleri memleket menfaatlerinin önüne geçirmeye prim vermedin. Vermediğin gibi kıyasıya mücadele ettin.

Sâmiha Anne’yi bana tanıtan da sensin, delilimsin. Birçok iltifatına mazhar olduğun o aziz insanla dünyadaki son durağınızda da komşu oldunuz. Bizler ise gidenlerin kalabalıklaştığı bu tatsız dünyada sizin bıraktıklarınız ve hâtıralarınızla yetinmek zorunda kaldık. 

Canım babam, gittin gideli memleket şartları daha da ağırlaştı, hele son günlerde her köşeden kan ve barut kokusu geliyor. Güzel vatanımızın bir parçasını bizden koparmak isteyenler kanlı tezgâhlarda cinayet dokuyor. “Evlâdım bizler geldik gidiyoruz. Ben sizler ve sizlerin evlâtları için asıl üzülüyorum” diyen sesin kulaklarımda… Fakat hayatın boyu süren vatan mücadeleni düşündükçe ümitsizliğe kapılmaktan kendimi men ediyorum. Ömrünün son on yılını kesif bir mücadeleyle geçirdiğin zihniyet ise müthiş bir aymazlık ve doymazlıkla iktidara asılmaya devam ediyor. Yazılarını öyle özledim ki baba…

Seneler evvel bana “Ben ölünce sakın üzülme ve programını değiştirme” demiştin. Hayatıma hiç müdahale etmeyen, her zaman yapıcı olan senin için bu öğüt belki tabii idi. Ama kusura bakma babacım geçen bu altı sene zarfında senin için üzülmemek seni hatırlamamak benim için müşkülden öte zor… Bâzen hasretim öyle artıyor ki rastladığım bütün boşluklara  “baba” diye haykırmak istiyorum. Filmlerde veya gerçek hayatta rastladığım baba kız muhabbetleri karşısında gözyaşlarımı tutamıyorum.   Belki çok çocukça ama geçenlerde radyo dinlerken şarkılardan fal tuttum ve senin için tuttuğum şarkı ne çıktı biliyor musun? “Elbet bir gün buluşacağız”

Biliyorum, aşırı reaksiyonları sevmez ve hele ölüm karşısında zayıf durmamı hiç istemezdin. Hayatın boyunca hep iman gücünle mücadele ettin. Ama bir de şunu düşün ki ben sadece babamı değil, yoldaşımı, haldaşımı, dâvâ arkadaşımı, hocamı kaybettim… Dileğim odur ki, kul hakkı yemeyen, harama sapmayan, Cenâb-ı Hakk’ın yolundan ayrılmayan kullarından olarak, inşallah gerçek âlemde Resulullah’ın şefaatine nâil olur, Hak yolunun diğer erleriyle birlikte seninle de buluşuruz babacığım, Allah’ın rahmeti üzerine olsun.

Seni çok seven ve özleyen kızın

………………….

Salât-ı Kemâliye: Sözleri meâlen ‘Allah’ım! Efendimiz Muhammed’e ve evlâd u iyaline Senin nezdindeki kemâlât adedince ve O’ndaki kemâlâta yaraşacak tarzda salât eyle’ şeklinde ifâde edilebilecek olan bir ilâhi.                                                                         

YILMAZ ÖZTUNA, ERGUN GÖZE’Yİ ANLATIYOR:

Ergun Göze vefat etti. Türk milliyetçiliğinin İslâm'a ve tasavvufa ağırlık veren mütefekkiri idi. Türkçülük denen Ziyâ Gökalp'in anlattığı içerikte Türk milliyetçiliğinin büyük lideri Nihal Atsız'dan sonra bu akımın en ileri siması İsmet Tümtürk (büyük şair Cenab Şehâbettin'in oğludur) ile Ankara Caddesi'nin Sirkeci ucundaki büroda ortak avukatlığa başladı. Ergun Göze'yi, Hukuk öğrencisi iken tanıdım. Ünlü mutasavvıf Mehmed Efendi'den feyz alanlardandır. Genç yaşında yazarlığa ve gazeteciliğe başladı. Yayıncılığı da unutulamaz. Türk millî kültürünün, bu arada Klasik Türk Musikisi'nin en etkili savunucularından oldu. Politikada Sağ'ı ve Merkez Sağ'ı destekledi. Peyami Safa'nın da yakın dostu olan Ergun, pek çok kitabın müellifi ve binlerce gazete makalesinin muharriridir. Fransızca biliyordu, önemli tercümeleri de vardır. Tercüman, sonra Türkiye gazetelerinde köşe yazıları, muhafazakâr kitleyi etkilemiş, sevgi ve saygıyla okunmuştur. 

Televizyonlarda da epey konuştu. Dış ülkelere gidip oralardaki Müslüman fikir adamları ile dostluk kurdu. Vefatında hâlâ Boğaziçi Yayınevi'ni yönetiyordu. Ergun, en yakın arkadaşlarımdandı. Aile dostumuzdu. Geçen yıl çok ağır ameliyatlar geçirdi. Buna rağmen, Ankara'da oturan bana sık sık telefon açar, uzun sohbetlerde bulunurduk. Son defa on gün kadar önce konuştum. Vefatı gerçek bir şok etkisi yaptı. Zira konuşmasında hiçbir aksaklık yoktu. Zevcesi, Ergun gibi avukat ve yazar olan Hicran Hanımefendi'ye, büyük teessür içinde tâziyetlerimi sunuyorum. İki oğlu Türkiye dışındadır. Kızı, Sâmiha Ayverdi'nin torunu olan Sinan Büyükant ile evlidir. Onlara da başsağlığı diliyorum. Türk Tarihinden Portreler kitabımın çok genişletilmiş yeni baskısını hazırlıyorum. Son biyografi, Ergun Göze olacak. Basın ve tefekkür dünyamızdan parlak bir zekâ, velûd bir kalem, namuslu bir idealist kaydı. Tarihimizi bütün olarak görebilen, Osmanlı'yı iyi anlayan bir Türk milliyetçisi idi. Tam bir iman içinde tam bir Türk gibi yaşadı. Ergun kardeşime Cenâb-ı Hakk'ın rahmetini niyâz ediyorum.

YILMAZ ÖZTUNA:

20 Eylül 1930 tarihinde İstanbul'da doğdu. 1950 1957 yılları arasında Fransa’da kaldı. Paris Üniversitesi Siyâsî İlimler Enstitüsü'nde Sorbonne'da Fransız Medeniyeti kısmında, Alliance Française'nin yüksek kısmında okudu ve Paris Konservatuarı'na devam etti. 13 yaşında ilk makalesi ve 15 yaşında ilk kitabı basıldı. 1969'da Adalet Partisi'nden Konya Milletvekili seçildi. Nevzad Atlığ ile birlikte İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı'nda kurucu yönetim kurulu üyesi ve Türk Mûsıkîsi Korosu'nda kurucu yönetim kurulu üyesi oldu. Üniversitede Osmanlı siyâsî ve medeniyet tarihi öğretim görevlisi olarak vazife yaptı. Türk Ansiklopedisi'nin genel yayın müdürü olarak K harfinden T harfine kadar olan cildleri yayınladı. 1983 yılında yeniden milletvekili seçildi. 

Pek çok radyo ve televizyon programı yaptı. Dünyada ilk defa olarak Türk Mûsıkîsi Târihi kürsüsünü kurdu. Türkiye Gazetesi'nin başyazarlığını yaptı. 2012 yılında Ankara'da vefat etti.