TÜRK DÜNYASI’NIN ÇOK YÖNLÜ SANAT DEHASI:

Prof. Dr. EFLATUN NEİMETZADE

Yazı ve Fotoğraflar: M. Kemal Sallı

BM Barış Elçisi, Avrupa Birliği Uluslararası Hannover Bilim Akademisi Akademisyeni, Azerbaycan Cumhurbaşkanlığı RESPUBLİKA Gazetesi Türkiye Temsilcisi, Azerbaycan Devlet Sanatçısı, Azerbaycan Yazarlar Birliği Üyesi, YAYDER Genel Başkanı, Uluslararası “KÖROĞLU” (Bişkek, Almatı, Anakar Bakü, Astana, İstanbul, Mersin), “AĞRI DAĞI” (Ağrı Dağı, Doğubayazıt),”GÜLBAHAR” (Ağrı Dağı, Doğubayazıt), “LEYLE İLE MECNUN” (Ankara) operalarını (Genel Sanat Yönetmeni) Türk devletleri başkentleri opera sahnelerinde sergileyen tanınmış rejisör, yazar, gazeteci Prof. Dr. EFLATUN NEİMETZADE, bugüne kadar Türkiye uluslararası basında yazmış olduğu sayfalardan oluşan ve Türkiye-Azerbaycan kardeşliğini simgeleyen “Dünyada yükselen Azerbaycan Devleti; Azerbaycan’da sanat, edebiyat, musiki, tiyatro, opera, Ermenistan Emperyalizmi ve Hocalı Soykırımı” konulu sergisini Ankara’da, CERMODERN salonunda büyük bir katılımla açtı.

Azerbaycan Diaspora Komitesi, Yeni Azerbaycan Yardımlaşma ve Kültür Derneği (YAYDER) ve Azerbaycan Diaspora Destek Fondu (ADDF) himayelerinde düzenlenen sergiye, başta Azerbaycan Ankara Büyükelçisi Hazar İbrahim olmak üzere, Türkiye-Azerbaycan Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı, İstanbul milletvekili Şamil Ayrım, eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek, Azerbaycan Devlet Haber Ajansı (AZERTAC) Başkanı Dk. Sabir Şahtaxtı ve sivil toplum kuruluşu temsilcileri olmak üzere çok sayıda davetli katıldı.

AZERBAYCAN ANKARA BÜYÜKELÇİSİ HAZAR İBRAHİM

Azerbaycan Ankara Büyükelçisi Hazar İbrahim olmak üzere, Türkiye-Azerbaycan Parlamentolar arası Dostluk Grubu Başkanı, İstanbul milletvekili Şamil Ayrım, eski Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek serginin açılışında yaptıkları konuşmalarda, “Türk Dünyası’nın çok yönlü sanat dehası” olarak anılan Prof. Dr. Eflatun Neimetzade’nin yaptığı çalışmalar ve ortaya koyduğu eserlerle, yalnız Azerbaycan’ın değil, Türk Dünyası’nın seçkin bir değeri olduğunu anlattılar.

Eflatun Neimetzade gibi, Sovyetler Birliği döneminin Azerbaycan’ında Bakü’den Moskova’ya uzanan zorluklarla dolu bir eğitim sürecinde kendisini yetiştirmiş, sesleri ve sözleri kendisine has bir üslup kullanarak şaheserler oluşturmuş, küresel çapta ünlenmiş çok yönlü bir değerin, ses ve söz sanatı konusundaki görüş ve düşünceleri elbette çok önemlidir. Gelin bu konudaki düşüncelerini kendisinden dinleyelim..

Prof. Dr. EFLATUN NEİMETZADE

EFLATUN NEİMETZADE: “ÜSLUP, TÜM SANAT DALLARINDA OLDUĞU GİBİ, SAHNE SANATLARINDA DA BÜYÜK ÖNEM TAŞIR”

“Güzel tablolar yaratan ressam, önemli bestelerini geliştiren bestekâr, muazzam romanlar, hikâyeler ve oyunlar yaratan yazar ve şairler olgunlaşmış fikirlerini kendilerine özgü bir biçimde işlerler ve çeşitli sanat eserleri yaratırlar. Fakat ressamın da, heykeltıraşın da, bestekarın da, yazarın da kendi düşünce ve duygularını, hafıza ve tahayyüllerindeki ulvi fikirlerini okurlara, seyircilere, tüm insanlara anlatmaları için çeşitli üslup vasıtasıyla dile getirmişlerdir.

Dünya uygarlığına dikkat ediyorsak, X-XII. Yüzyıldan başlayarak Orta Çağlara, Rönesans’a ve XXI.YY modern çağımıza dek Barok, Rokoko, Klasik ve Romantik dönemin muhteşem sanat eserlerindeki üslup özellikleri, tarihi önemini yitirmemiş, beşeri duyguların ifade olunmasında müstesna rol oynamıştır. Ressam renklerin oluşumunu fırçayla, heykeltıraş vücudu ve doğallığı kendi estetik anlayışı ile, bestekarlar müzik formları, yazarlar bedii tahayyülün varmış olduğu doruklardaki duygularını, yetenekleri sayesinde, kalemiyle dile getirmişlerdir.

Üslup, tüm sanat dallarında olduğu gibi, Sahne Sanatlarında da büyük önem taşır. Sahne Sanatlarına Opera, Bale ve Tiyatro dâhildir. Operada şan sanatçısı sesiyle, Balede balerin vücut plastikliğinin estetik güzelliğiyle, tiyatro sanatında ise, sözün doğru, doğal kullanımı dilin düzgün ifade olunmasına bağlıdır. Yani, aktör için diksiyon çok önemli bir faktördür. Tiyatro sanatlarındaki özellik şu ki, iletmek istedikleri yüksek duygu ve fikirleri, aktörler, düzgün konuşma dili vasıtasıyla yazarın ideasını ifade ederler.”

ŞAMİL AYRIM

DİL, HALKIN VER DEVLETİN MİLLİ SERVETİDİR

“Öncelikle şunu ifade etmeliyim ki, tiyatronun spesifikliği hakkında düşündüğümüzde göreceyiz ki, tiyatro tek sanat adamı tarafından yaratılmıyor. Onun yaratıcılık sürecinde birçok sanat adamları-dramaturg, aktör, rejisör, bestekar, ressam, ışıkçı, makyajcı, terzi vb. bunların da her birinin yaratıcı zahmetinin payı olduğunu görmekteyiz. Tiyatro sanatının hakikî yaratıcısı-kolektiftir, topluluktur, tek bir adam değildir. Bunları birbirinden ayırtmak hiç mümkün değildir. Temsil nedir derseniz, bir bütün, canlı organizmanın hayatının tezahürüdür.

Fakat, sentetik adlandırdığımız tiyatro sanatının bütün güzellikleriyle tezahürü sayılan temsilde, aktörün konuşma dilinin (diksiyonunun) bozuk, yetersiz ve bayağı olması, temsilin estetik yorumunu bozacak, sentetik sanatın bütünlüğüne, bağımsızlığına ağır darbe indirecektir. Çünkü dil, sahne sanatının ayrılmaz parçası, fevkalade önemli ifade vasıtası sayılır. Müzik formları besteci için ne kadar önemli ise, renklerin oluşumunu sağlayan fırça ressam için ne kadar değerli ise, aktör için temiz, saf, düzgün sahne dilinin, güzel telaffuzun (doğru Diksiyonu) yazarın, şairin duygu ve fikirlerinin düzgün biçimde doğal ifade olunmasında fevkalade önemli sayılır.

Türk Tiyatrosu temsillerinin pek çoğunda aktörler ‘S’, ‘Ş’, ‘C’ harflerini düzgün telaffuz edemiyorlar. Bunun gerçek sebebi ise, tiyatro bölümlerindeki diksiyon hocalarının ‘artikule’ üzerinde düzgün çalışmamaları ve yahut a bu alanda yeterli tecrübeye sahip olmamalarıdır.”

NAMIK KEMAL ZEYBEK

TİYATRO OKULLARINDA DİKSİYON EĞİTİMİ ZAYIFTIR

“Çünkü aktör, düzgün diksiyonu ve doğru sahne dili sayesinde yazarın, rejisörün, ressamın, bestekârın, temsilde emeği geçen tüm sanat kurumunun büyük emeğini bir anda yok etme gücüne maliktir. Dil sahnenin mermisidir; olumlu etki yaratabildiği kadar, vahim zararlar da verebilir. İster nesirle, isterse de nazımla yazılan sahne eserlerindeki üslup özelliklerini aktör iyi anlayacak ve yorum getirecektir.”

“…Dil, aktör başarılarının önde gelen vasıflarından en önemli faktörüdür. Doğru, mükemmel, temiz dil ve diksiyon olmadan aktör büyük başarılara ulaşamaz. Yazar metni, aktör yeteneği ve sağlam, temiz dilin sentezi sayesinde dünya aktörleri dehaların vermiş oldukları doruklara, yüksekliklerine ulaşıyorlar, tiyatro ve sanat olaylarını sahne sanatları tarihine yazıyorlar.

TÜRK DİLİNİ BOZANLAR SUÇ İŞLİYORLAR

“… XXI. YY’da, anbean gelişen uygar çağımızda, dilimizin bu kadar yapay, bozuk kullanımı ulusal kültürümüze zarar veriyor. Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK, 07 Şubat 1933 yılında şöyle yazmıştır: ‘Milli duygu ile dil arasındaki bağ, çok kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin olması, milli duyguların gelişmesinde başlıca etkendir. Ülkesini, bağımsızlığını korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”

“…Çağdaş tiyatro sanatında dil vasıtasıyla her hangi rolün psikolojik analizi yapılır, rolün sahne tecessümü, rolü doğru anlamak, ona yorum getirmek yolu psikolojik, oyun tarzı getirmek, modern dünyamızın temposunu eklemek ve saire.. her zaman için geçerlidir. Bir kere anlamalıyız ki, hiçbir idea sözsüz ifade olunamıyor. Mantıklı konuşmak için aktör, yazarın yazmış olduğu rolün her sözü, hareketi, davranışları üzerinde ciddî tahkikler yapıyor, sözleri kalbinde ısıtıyor, üst görevin anlaşılması için hayal gücünü, hafızasının yükselmesi için her sözün mana ve değerini idrak ediyor, doğru, yalnız bunun sonucunda düzgün dil vasıtasıyla doğru konuşma kültürü elde etmeyi başarır.

HER AKTÖR SÖYLEDİKLERİNİ İŞİTMELİDİR

Klasik operalarda yoğun duyguları ifade etmek için aktörlerin saf, güzel diksiyona, dil bilgisine, telaffuz tekniğine sahip olmaları zorunlu sayılıyor. Telaffuzda çoğu zaman opera aktörlerinin ciddi noksanları olur. Ayrı-ayrı “a”, “u”, “s”, “ş”, “z”, “p” harflerinin telaffuzu bozuk olan öğrenciler için tiyatro ve şan bölümlerinde hocalar özel program uyguluyor ve ferdi çalışmaları devamlı hocaların denetimi altında tutuluyor. Aynı yöntem aktörlük bölümleri öğrencileri için de geçerli sayılır.

“…Her halkın tarihinde millî tiyatrosu mutlaka olmuştur; tiyatro bu halkların edebi dilinin güzelliklerini daima korumuştur. Aktörler sahnede telaffuz çerçevesinde halkların milli kültürlerini geliştirmiş, daha da zenginleştirmiştir. Çünkü sözlerin düzgün telaffuzu sadece tiyatrolarda çalışan yetenekli aktörler tarafından korunup saklandığını biliyoruz. Örneğin, ünsüzlerin fazlaca vurgulanması hatalıdır ve ölçü, genel ritim bozulacaktır. Vurgulanması gereken ünlülerdir ve aktörlük okullarında öğrenciler diksiyon derslerinde ünsüzlerin vurguladıkları zaman ünlüler de orantılı olarak vurgulanacaktır. Bazen ‘çağdaş’ kelimeler halkların millî diline dâhil oluyor ve düzgün telaffuz kurallarına zarar verir.

Dil, genelde halkın konuştuğu dil sayılır, ama sahne dili o halkın konuştuğu dilin edebî güzelliğini, güzelliklerini, ‘orfoepik’ kuralları muhafaza ediyor. Fakat saf dilimizi jargonlar, ukala ifadeler, sokak sözleri ve yabancı sözlerle ‘bezemek’, yabancılaştırmaktan korumak görevi sahne sanatlarına, özellikle aktörlerin üzerine düşmektedir. Şu acı gerçektir ki dilin, telaffuzun bozulması son zamanlar özel televizyon kanallarının üzerine düşmektedir.”

“…Dünyada halk dilinin edebi kurallarını ve edebi dilin konuşma kurallarını, özellikle sahne telaffuzu kurallarının öğrenilmesinde aktörlerin, şan sanatçılarının ve özel TV kanal spikerlerinin rolü müstesnadır. Eğer bir oyuncu bir sözcüğü yanlış boğumlarsa onu düzeltmemeli ve metnin diğer bölümlerdeki diğer sözlüklerde de aynı hatayı yinelemelidir. Böylece izleyici bunu rolün yapısı gereği kullanılan bir etki olarak algılayacaktır. Doğal olarak bu teknik bir doğaçlama yetişini ve refleksler üzerinde bir denetimi gerektirir.

Örneğin, bir Çehov kahramanlarının konuşmalarındaki dinamiklik, ritim ve melodik bakımdan dildeki özellikler; onun piyeslerindeki sakin zadegân saraylarında yaşayan hayatın aynı ölçüde devam etmesi; yaşamlarından memnun olmamalarını ifade eden yüzlerdeki hüzün, keder ve üzüntü yazarın üslubunda ayrıcalığı teşkil ediyor. Yunan tiyatrosu denilince Aristofanes, Euripides, Sofokles, Azerbaycan Türk Şairleri Nizami, Fuzuli, İngiliz Shakspeare, Fransız Moliere, İspanyol Lope de Vega, Alman Gote, Schiller’in tiyatro dili, Dostoyevski’nin tiyatro dili, Mevlana’nın dili de farklı üslûba sahiptir.

Fakat bunu iyi anlamalıyız ki bu diyalektler, şiveler ve dildeki çeşitlilik, özellikler yazarın yazmış olduğu eserin tecessümüne yardım ediyor, ama yanlış tonlamalar, sözün yanlış telaffuz edilmesi temsilin seyirciler tarafından düzgün idrak olunmasına zarar vermemelidir. Yani konuşulan sözler tipleri ve onların yaşamış oldukları dönemi yansıtmalıdır, dil bakımından ise çağdaş seyircilerimiz için de anlaşılmalıdır.”

SAHNEDE DÜZGÜN TELAFFUZ ŞARTTIR

“Dil insanlarla iletişim vasıtası gibi kabul ediliyor, ama aynı zamanda her hangi bir halkı dünyada tanıtan önemli siyasi ve sosyal faktör olduğu da unutmamalıyız. Bu gün bazı Devlet Tiyatrolarında, özellikle de özel Tiyatrolarımızda, özel TV kanalları programlarında, deneyimsiz ve eğitimsiz spikerlerin, program sunucularının bozuk, yapay konuşma üsluplarında halka iletilmesi vahim olaydır.”

“…Dilimizi korumak görevi aslında devlet işi olmalıdır, çünkü Atatürk’ün kurmuş olduğu Dil Tarih Kurumu vardır. Burada bizler de devlet kadar sorumlu olmalı, Türk vatandaşı olarak güzelim Türk dilinin saflığını, bakirliğini, güzelliklerini her fırsatta korumalı, çağdaş dünyamızın ufuklarına taşımalıyız.”

“… Dilimizde kulak asmak, hakkında konuşulanları görmek, konuşmak ise görülen karakterleri resim yapmak demektir. Aktör için söz sadece ses değil, karakterler yaratıcısıdır. Ona göre de sahnede iletişim zamanı güzel Türkçemizle sözü işitmek için değil, daha fazla görmek için söyleyin.”