Yaz aylarının başlamasına yakın, her zaman olduğu gibi turizmin gündeme gelmesiyle birlikte oteller, küçük işletmeler ve turizm sektörü hazırlıklarına başlıyor. Devleti yönetenlerde de turizmden ne kadar döviz girdisi olacağına ne dayanarak bütçeyi hesaplıyor. Bayram tatillerine ek günler etlenerek tatil programları yapılıyor, Batının birçok ülkesine baktığımızda Türkiye coğrafi konumu, çeşitli uygarlıkları barındıran antik yerleşimler ve her mevsimin aynı anda yaşandığı bir ülke olmasından ötürü dünyanın sayılı turizm cennetlerinden başında geliyor. Ancak bu özelliklerimizi tam olarak kullanamadığımızı da biliyoruz.
Turizm her şeyden önce eğitim, birikim, bilgi, kültür, ekonomi, görgü, sevgi ve hoşgörü ister. Otel sahiplerinin turizmin başına getirmekle de bu işin tal olarak yapılamadığımızı da yıllardır görüyoruz.
Yunanistan, İtalya, İspanya, İsviçre başta olmak üzere dünyanın pek çok ülkesi turizme yatırım yapmış, getirilerinin ekonomilerine büyük katkı sağladığı bilincinde davranıyorlar.
İnsanların görmek, dinlenmek, öğrenmek veya bilmediği yerleri tanımak amacıyla yapılan gezile turizmin ana noktasını oluşturmaktadır.
Eğenin iki kıyısında yer alan Türkiye ile Yunanistan arasında turizm hedefleri ve uygulamaları yönünden büyük farklar olduğunu kimse inkar etmesin. Görünen köy kılavuz istemez…
Üç tarafı denizlerle çevrili Türkiye’ye karşılık Yunanistan ulaşım, ticaret ve deniz ürünleri yönünden çok daha ileri düzeydedir. Yunanistan’daki deniz ürünlerinin bolluğuna karşılık karşı kıyı bu yönden fakirdir. Tatil yörelerimizdeki restoranların balıkların çoğu başka bölgelerden ithal edilmektedir. Bunun üzerinde nedense balıkçılığı geliştirecek girişimlerde bulunulamamıştır.
Yunan adalarına vize uygulamasının girişte yapılmasıyla Türk turistler aynı zamanda daha ucuz olmalarından ötürü Kuşadası, Bodrum, Marmaris, Datça ve Fethiye, Antalya yerine oraya gitmeyi tercih ediyorlar.
Benim merak ettiğimi tatil yörelerinin belediye başkanları ve yöneticileri kuşkusuz karış kıyıya gitmişlerdir. Oradaki mimari, estetik, çevre bilincinin yanında belediye hizmetlerinin nasıl yapıldığı konusunda bilgilenmişler midir? Bilgilendilerse neden bizim tarafta buna benzer uygulamalar yapamıyorlar?
Yunan adalarında mimarisine baktığımızda; denize yönelik evleri hiç birinin diğerinin görüşünü kapatmadığı görülür. Anlamsız betonlaşma, gürültü kirliliği, insanı rahatsız eden yüksek volümlü müzik de drada yok, Pansiyon otel ve lokantaların denetimleri yapılmış olmasından aşırı para da ödenmiyor.
O ülkelerde geçimini turizmle sağlayanlar bu işi benimsemişler. Büyük otelle dışında küçük pansiyon ve restoranların çoğunu aileler dededen toruna işletiyorlar. Turizmin benimsemiş ve onun bilincinde yetişmiş aileden miras kalacak şekilde işletiyorlar. Turisti memnun etmek için ellerinden geleni yapıyorlar; böylece onların gelecek yılda yanlarında başkalarını da alacak geleceklerini biliyorlar. Buna karşılık bizim tarafa baktığınızda ailelerin işlettiği pansiyon ve restoranları göremezsiniz. Aynı mekân her yıl sahip değiştirir, geleceğe yatırım yapmaz. O yıl ne kazanırsa onunla yetinir, ertesi yıl başka iye yönelir. Kazancının hep aşırı olmasını düşünür ve ona göre hareket eder.
Denizin her iki yakasını karşılaştırmak amacıyla birkaç örnek vermek isterim; tanıdığım biri karşı yakada bir restorana oturmuş ve garsondan uzo istemiş. Bir bakmış ki; uzonun yanında bir tabakta sardalye gelmiş, Ben bunu istemedim diyence o bizim müessesenin ikramı yanıtını almış…
Biraz da yaşadığım Datça’dan örnek vermek isterim;
Geçen yıl Han Royal da kalan bir tanıdığım otelin yanındaki blok binaların gürültüsünden şikâyetçi olmuş otel sahibi elimizden bir şey emliyor demişti. Turizm yönünden önemli yerleşimlerden Datça’da geçen yaz aylarında inşaat yasağı olmasına rağmen beton ve hafriyat kamyonları ve çekiçlerin, delicilerin kesicilerin gürültüsünden durulmuyordu. Kısacası yerli ve yabancı turist dinlenmek, rahatça denize girebilmek ve kazıklanmadan bir şey yemek ister. Ne yazı ki turistik bölgede bunlar yok. Dileriz yeni belediye başkanları bu karmaşanın önüne geçer.
Otellerin ve restoranların kıyıları kapatmasından, şezlonglarla doldurmasından ötürü denizden yararlanmak ayrı bir sorun; alınmaları kuşkulu mavi bayraklı yerlerde tekneler artıklarını denize boşaltıyor. Onlara da bir çare bulunamıyor. Datça’nın en güzel yerlerinden Palamutbükü kumsallarında çadırlar kuruluyor, ancak herkes ihtiyacını denizde gideriyor. Sonra orada da yüzüyor…
Biraz kötümser bir yazı olma ama ne yazık ki; gerçek bu…
Turizm ayrı bir sektördür. Çevre bilinci, sağlık, ekonomi ve sanat tarihi bilgisi ister. Kısacası diğer bazı ülkelerinin turizmine erişebilmemiz için daha çok mesafe katletmeliyiz.
Sorarım sizlere; tatil yapmak isterseniz hem daha ucuz ve hem daha sağlıklı nereye gidersiniz?,