Sevgili okurlarım merhaba, beni ilk kitabım Mart 2014 Yüklüdür Yüreğim, ikinci kitabım Eylül 2015 Müslümanız (!) Elhamdülillah, üçüncü kitabım Mayıs 2018 Yüreğimle Kader Yolculuğu’ndan itibaren takip eden ve haber yapan gazeteci arkadaş yeni çıkan dördüncü kitabımın haberini yapmaya misafirim oldu. Kasım 2019 Kuytu Yayınları’ndan Ulvi Görevimde Umuda Yolculuk adlı kitabımın adını ilginç bulan arkadaşa kitabımın içeriğini anlattım! 

Lakin kitabım dışında çok fazla dikkatini çeken başka bir şey vardı. El emeği göz nuru ellerimle ördüğüm hırka, yaptığım işi kendince küçümsemiş olan gazeteci arkadaş; “İnanamıyorum siz örgü mü örüyorsunuz. Paranız pulunuz var uğraşmayın satın alın” dedi.

Ulvi Görevimde Umuda Yolculuk adlı yeni çıkan kitabımın mutluluğunu o an unutmuştum ve gazeteci arkadaşın küçümseyen sözlerine takılı kalmıştım. Hatta çok rencide olmuştum. Öfkeli ama sakin bir ses tonuyla; “Okumuş ve ülkenin her durumundan haberdar olan, insanları pozitif yazılarıyla haberleriyle yönlendirmesi gereken bir kişinin bunu bana söylemesi çok ayıp. Bu ülkede sizin gibi tüketen zihniyet çoğaldıkça üreten tükeniyor ve siz bunu görmüyorsunuz göremiyorsunuz” dedim.

Elleri nasırlı güzel anamı hatırladım. Eski giysilerimizi atmaz kilim çuval heybe dokurdu ve harmandan çıkacak olan kışlık hasılata kullanırdı. Ben çocukken köyümüzde elektrik yoktu. Elleri nasırlı dünyalar güzeli güzel anam gündüz mallara bakıyordu ve tarlada bahçede çalışıyordu. Geceleri gaz lambasının ışığı altında koyunyününden kirmanla ip eğirip bize yünden çoraplar yünden kazaklar örüyordu. Kardeşlerimle ben anamızın el emeğiyle göz nuru dökerek ördüğü çorapları kazakları onurla gururla giyiyor ve mutlu oluyorduk. Çünkü bu işleri her kadın bilmiyordu yapamıyordu…

Gazeteci arkadaşa bunları anlattığımda; “O zamanlar eski zamanlar ve eskide kaldı. Sizin gibi çocukluğundan itibaren Avrupa’da yaşamış ve Avrupa görmüş yazan çizen bir kadının eskilere tutkusunu anlamakta zorlanıyorum. Teknoloji çağında yaşıyoruz. Çağdaş düşünmek zorundayız ki, çağa ayak uydurabilelim ve çağdaş bireyler olarak yaşayalım” dedi.

Evet, teknoloji çağındayız, evet doğru artık çağa ayak uydurmak zorundayız. Lakin bizler çağa ayak uyduruyorken öz değerlerimizi örf ve adetlerimizi ayaklar altına almamalıyız. Altın pırlanta yakut değerindeki milli servetimiz olan çocuklarımızı öz değerlerimizle birlikte çağa alıştırmalıyız. Gazeteci arkadaşa; “Sizinle bu konuda nefesimi tüketmeyeceğim. Çünkü bu konuda ne anlatırsam anlatayım anlattıklarımı anlamayacaksınız. Fakat bilmeni isterim ki, konuştuğumuz bu konuyu gazetede köşemde yazacağım. Kim bilir birileri bu örnek konuşmamızı okur ve kendi için gelecek nesiller için taşın altına elini koyar, taşın altına elini uzatmayanlara da el uzatır” dedim.

Hani örnek olarak çocukluğumdan itibaren yaşadığım Avrupa’yı veriyorlar ya işte o zaman çok kızıyorum. Kulaktan dolma laflarla peynir gemisi yürümüyor, o geminin dümenine sıkı sıkı sarılacaksınız, değilse çıkacak olan en ufak bir fırtınada okyanusta mahsur kalırsınız. Sarrafı tarafından işlenmemiş pırlanta yakut altın değerini yitirir. Yitip gitmemek için dünyanın en güzide en değerli topraklarını teknolojiyle işletecek nesiller yetiştirmeliyiz, değilse yiter gideriz, yok olur gideriz…

Bu tür düşüncedeki insanlara sözüm ağır olacak. Hazmedemediğiniz lokmayı ağzınıza almaya kalkmayın midenize oturur sabaha kalkamazsınız. Kalkan ve kılıç olup ülke değerlerini koruyacağınız yerde bilinçli veya bilinçsizce ülkemin özel ve güzel insanlarını yeriyorsunuz geriyorsunuz. Kazancınız kaybınızı karşılamıyorsa ikinci hataya düşmeyin, kişiye kişiliğe ülkeye kumarda attığınız düşeş düz yolda hepinizi şaşırtır. Şaşmayın şaşırmayın anavatanımın ülkemizin gelecek nesilleri üzerinden saf ve temiz yüreklerin üzerinden kumar oynamaya kalkmayın ve başkalarına da bu değerler üzerinden kumar oynatmayın. Bu vatan hepimizin vatanı bu gemi batarsa hepimizin batacağını aklınızın yüreğinizin bir köşesine yazın…

Sevgi ve saygılarımla