Türkiye genelinde 11Mart 2020' de hayatımıza giren Covit-19, maalesef gün geçtikçe daha çok can almaya devam ediyor. Kimi canından daha çok eşini, annesini, babasını toprağa vermektedir. Bunlar normal karşılanıyor, fakat bu acıyı yaşayan bilir. Bugün hayatımıza giren ve  birlikte yaşamaya alıştığımız Covit-19' un insanlara nasıl bulaştığını halen yapılan araştırmalarda bir sonucun çıkmaması üzücü. Aşı konusunda ülkeler yarışırken maalesef aşı da da bir ilerleme yok.

O halde şunu sormaktan yarar var diye düşünüyorum. Bu kadar araştırmacı bilim adamları yetiştirilir ken bugün hayat yaşantımızı bir kabusa çeviren Covit-19' un adını koyan bilimci ve araştırmacı profesörler neden hastalığı bulup çaresini yani ilacını bulamıyor? Buda kafaları karıştırıyor değil mi?. Covit-19' da korunmak için, ilk yapılması gereken şey fırınlarda satılan ekmeklerin sağlıklı üretilmesi olacaktır. Sağlıklı nasıl olur? Dediğinizi duyar gibiyim. Un yapılan buğdayın kepeği alınmamalıdır. Kepeği alınan buğdayın beyaz ekmek hâline gelmesiyle birlikte bir sürü hastağı meydana getirmektedirler. Bu hastalıklardan; şeker hastalığı ve şeker hastalığın da kullanılan ilaçların tüm vücut organlarını tahrip etmesi. Vücutta oluşan tahribler sonucunda böbrek yetmezliği, kalp yetmezliği ve büyümesi, karaciğerinde kan seviyesinin en altlara düşmesi ve kolesterol hastalığın çıkması vs. Daha sayamadığımız bir çok hastalığı beraberinde getirmektedir. Vücudun bağışıklık sisteminin zayıf düşmesi nedeniyle vücut direncsiz kalmakta vücuda bulaşan ufak bir virüs çok büyük tehlikelere yol açmaktadır. Yanlız bir buğdayın un yapılırken alınan kepeğin de dolayı vücudumuza verilen zararlar... Yıllar önce Türkiye'ye salgın bir şekilde giren "domuz gribi,Tavuk gribi gibi bir çok hastalıklar geldi geçti, Fakat hiç biri bu Covit-19 gibi can almadı. Çünkü insanlar naylon gibi olmuş, sağlıksız beslenmekten. Doğal ve sağlıklı beslenmek vücudumuzun direncini ve bağışıklık sistemlerimizin güçlenmesine neden olacak ve Covit-19'la daha güçlü bir şekilde mücadele vereceğiz.

Covit-19' da korunmak istiyorsak; sağlıklı beslenmek ten başka çare yok. Aşı, fasafisodur.  Çünkü aşıların güvenirliği de yok gibi görünüyor. Maske- hijyenik- mesafe kurallarını ihmal etmediğimiz sürece inşallah Allah-u Teâlâ' nın verdiği o ferahlık ve huzurla bu zor günleri de atlatırız. Evet, evlere kapandığımız bugünler de bol bol kitap okumak, çocuklarımıza - eşimize daha fazla zaman ayırıp onlarla ilgilenebiliriz. Unutulan aile sohbetleri ve çocukların anne- babaya hasret  olarak yaşamaları belki bir nebze olarak bu Covit-19 ilaç gibi gelecektir. Her zaman morallerimizi yüksek tutmaktan başka çaremiz yok. 

      YAŞAM KAYNAĞIMIZ SU VE TOPRAK

Bundan iki yıl önce  köşe yazımda "Su'yun" hayatımızda ne kadar önemli olduğunu yazmıştım. Ve bugün bunu tekrar vurgulamak istiyorum. Evet, " su" hayattır diyorum. Fakat suyun kıymetini bilmiyoruz ve fazla suyu israf etmekteyiz. Her yıl dünya "küresel ısınmayla" karşı karşıya gelirken, yurdumuzun göllerinde kuraklıklar yıllardır başladığı halde, halen vurdum duymaz bir şekilde suyu bol bol kullanıp israf etmekteyiz. Ve bazı bölgelerimize suyun gelmesiyle birlikte başlayan tarım sulama sektöründe maalesef çiftçilerin bilinçsiz bir şekilde tarlalarını sulamaları hem toprağı çoraklaştırmakta hemde tonlarca suyu boşa harcamaktadırlar.

Ülkemizin verimli topraklarını ekip, biçerken toprağın kuraklaşmaması için önce kimyasal gübreyi topraklarımızda kullanmamalıyız. Gübre olarak; hayvan gübresini ve organik gübreler kullanmalıyız. Hayvan gübresi ve organik gübreler ekilen topraklara zarar vermez. Bilhassa toprağı daha da verimli bir hale getirir. 

Suyun fazlası da hem toprağa hemde tarıma zarar vermektedir. Çiftçilerimizin çoğu fıstık bahçelerini ve ektikleri pamuk, mısır tarlalarını çok aşırı sulamaktadır. Bu aşırı sulama çiftçimize hiçbir kazanç sağlamayacaktır. Çünkü toprağın aşırı sulanması verimliliğini yitirip Fıstık ağaçlarının kurumasına ve ekilen ekinlerin aşırı boy uzamasında dolayı az ürün elde etmekten başka bir fayda getirmemektedir. 

Bu bilinçsiz su kullanımı maalesef bizi büyük tehlikelere atmaktadır. Bu gidişle Türkiye bu bilinçsiz çiftçilerin su kullanmaların da ve insanların gelişi güzel suyun kıymetini bilmeyip boşa israf etmeleri sonucunda "kimbilir belki yarın belki yarından daha yakın" bir zaman diliminde Türkiye kuraklıkla mücadele vermeye başlayacaktır. O halde yaşam kaynağımız olan suyu israf etmeyelim ki gelecekte su sorunuyla değil daha Türkiye'yi gelecege taşıyacak gelişmelerle uğraşalım. 

  YEDİKLERİMİZE NE KADAR DİKKAT EDİYORUZ 

Gün geçmiyor ki her gıdada bozulma olmasın. Yediğimiz ürünler sağlıklı olmayınca her hastalık gelip kapımızı çalmakta. Ve neden hasta olduğumuzu sorup dururuz.  Neden olacak? Hayatımıza giren gedolu ürünler ve kalitesi bozulmuş gıdalarla beslendikçe, hem ömrümüz kısalıyor, hemde yaşadığımız sürece bir çok hastalıklarla mücadele veriyoruz.  

Eskilerden dedelerimiz-ninelerimiz hep doğal besinlerle beslenmişlerdi. Kendi beslediği hayvanların etinden, sütünden ve yününden yararlanıyorlardı. Yetiştirdiği üzüm bağlarında doğal üzüm pekmezi yaparlardı.Şimdi ise yediğimiz etin ne olduğu, içtiğimiz sütün neden yapıldığı ve uyuduğumuz yatakların silikonlu Pamuktan yapılması maalesef bunlarla beraber bir çok hastalıklarla mücadele vermeye başladık. 

Buğdayın kepeğini almadan değirmenden öğütürlerdi. Kepeği alınmayan unun ekmeğinin vücuda ne kadar faydalı olduğunu biliyormuydunuz? Vücuttaki hazımsızlığı hem kolaylaştırıyor hemde insanların kilo almasını önlemektedir. Bundan sonra dünya genelinde gıda kaliteliğini korumasıyla  ilgili bir savaş verilmelidir. Türkiye' de gıda kontrolü sürekli yapılmalı ve bu konuda daha etkili olmalıdır.  Hazır yiyeceklerde uzak durmalıyız. Marketlerden satılan jelli şekerli yiyecekleri çocuklardan uzak tutmalıyız. Hazır satılan ayran, yoğurt ve bir çok yiyeceğe katılan korucu madde insanlardan birçok hastalık yaratmaktadır. Doğal ve organik ürünlerin yetiştirilmesi için devlet çiftçiye destek vermelidir. Şayet destek verilip bunu çiftçi uygulamıyorsa o zaman bu milletin vebali altına giren çiftçilerden hak sorulmalıdır. 

Her şeyimiz gedolu oldu. Yiyeceklerin zararlı olması, sebzelerin yerini bir aşıyla kabağı, karpuza çevirmekle, aşıyla meyve ile sebzelerin iki günde yeyilir hale gelmesiyle artık neyi yiyeceğimizi şaşırdık. Yaşamımız, sağlığımız gıda terörün altında. Gıda terörüne hepten savaş açmalıyız. İnsanları bu konularda uyarmalıyız.

    BOLLUĞUN GETİRDİĞİ KITLIK

İnsanoğlunun gün geçtikçe her konuda doyumsuz olduğunu görmekte ve yaşamaktayız. Yüzyıllar önce insanlar bir ateş topun etrafında ısınırken, şimdilerde yaşadığı dublekslerden yanan on kalorifer peteklerin bile evi ısıtmakta yetersiz olduğu görmekteyiz. Bir ev alan ikinci evi almak peşinde olduğu, ikinci ev alındığından sonra bu defa üçüncü evi almakla meşgul olduğumuz bir dönemi yaşamaktayız. Bir yat yerine iki yat alınan bir çağda, insanlar ne zaman doyuma ulaşacaklardır acaba? Eskilerden bayramdan bayrama elbise alınırdı. Şimdilerde haftalık giysiler alınmakta ve elbiseler alınırken ona göre ayakkabı ve çanta da alınmak zorunda. Çünkü giyimi ayakkabısı- çantasıyla uyumlu olacak. 

Şimdi bu kadar doyumsuzluk tabiki teknoloji olaraktan bunların istekleri karşılanmalı. Maalesef giyimde, konutlarda, yemekte insanlar fazla talep arz etmektedir. Böyle olunca fakir tam fakirleşirken, zengin de tam tavan yapmaktadır. Bunun önüne geçilmediği sürece doyumsuzluk kıtlığı insanlarda sarmaya başlayacak ve hiç bir şeyden mutlu olmayacaklar. O nedenle biz ebeveynler olarak bu konularda çocuklarımıza, varlığın yanında yokluğu da öğretmeliyiz.

İlerde herhangi bir kıtlıkla ( doyumsuzluk kıtlığı) ile karşı karşıya gelmek istemiyorsak her şeyin azı ile kanat getirmeliyiz. ve çocuklarımıza da bunu aşılamalıyız. Elimize geçen her nimete şükür etmeliyiz. Malımıza faizi bulaştırmamalıyız. Faiz ile elde edilen maldan hiç kimseye fayda getirmez. Elinize geçen nimetlerin zekâtını verin. Gözü doymazlardan olmayın. Verdiğiniz zekâtın on katını Allah (c.c) sizlere geri verecektir. 

Allah'a emanet olun.