Tüfeğin Türkler tarafından icat edildiğini biliyor muydunuz?
Günümüzde ‘Zihni Sinir Proceleri’ olarak karikatürize edilen buluşların, akıllara durgunluk veren daha mükemmelleri, 1000 yıl önce Türkler tarafından projelendirilmiş ve uygulanmıştır. Prof. Dr. ARSLAN TERZİOĞLU ile Türk-İslam Fizik, Mekanik ve Teknoloji tarihini konuşup özetleyerek bilgilerinize sunuyoruz.
Oğuz Çetinoğlu: Türklerin; fizik, mekanik ve teknoloji konuları ile ilgilerini kısaca değerlendirmeniz mümkün mü?
Prof. Dr. Dr. Arslan Terzioğlu: İslâm inancıyla birlikte, Türk bilginlerinde bütün ilimlerin organik bir bütünde birleştiği ve ilimlerin bütün olarak tek varlığı yansıttığı anlayışı hâkim olur.
Bu yüzden, bu dönem bilginleri aynı anda birçok bilim dalı üzerinde çalışır ve eser verirler.
Türk bilginlerinin öncülük yaptığı bilim dallarından biri de fiziktir. Fizikle ilgili çalışmalar neticesinde ortaya çıkanlar, İslâm’ın getirdiği inanç sistemine uygun olarak Allah’ın kudret nişanı olarak kabul edilir.
Çetinoğlu: Türklerin fizikle ilgilenmeleri hangi dönemde başladı?
Terzioğlu: Fizikle ilgili ilk ciddî çalışmaları yapan Türk bilgini olarak Uzlukoğlu Farabî’yi görürüz. Farabî, Türkistan’ın Fârâb şehrinde doğar. Asil bir Türk ailesi olan Tarhan’lara mensuptur. 870-950 yılları arasında yaşar. Bilimin hemen her dalıyla uğraşan ve eser veren Farabî’nin dünya çapındaki ünü felsefe alanındadır. O, İslâm felsefesinin kurucusudur ve bazı bilginlere göre dünyanın en büyük filozofudur.
Farabi Risale adlı eserinde havanın bir cisim olduğunu belirtir ve hava boşluğu ile ilgili deneylerinden bahseder. O, vakum yani hava boşluğuna ‘Halâ’, atmosfer basıncına ‘havanın defi kuvveti’ der. Yaptığı deneylerle, Torricelli’nin 1644 yılındaki ‘atmosfer basıncı’ keşfine çok yaklaşır.
Çetinoğlu: Farabî, ‘hezarfen’ (1) denilecek kadar çok yönlü bir ilim adamı. Diğer alanlarındaki çalışmalarından da söz eder misiniz Hocam?
Terzioğlu: ‘Kitabû ihsa’il-ulûm’ isimli eserinin bir bölümünde optik hakkında bilgiler verirken ışığın aynaya çarparak yansıması ile ilgili çok enteresan görüşlerini belirtir. ‘Kitab el-Musiki el-Kebir’ adlı eserinde sesin fizikî açıklamasını ilk defa Farabî yapar. Sesin havanın titreşimlerinden meydana geldiğini belirtir. Titreşimlerin dalga uzunluğuna göre azalıp, çoğaldığını tespit eder ve bunu deneylerle doğrular.
Sesin ve musikinin fizikî ve fizyolojik esaslarını ortaya koyar, bunları derinlemesine inceler. Uygulamalar üzerinde durur. Piyanonun ilk şekli kabul edilen kanun da onun tarafından icat edilir.
Çetinoğlu: Fizik ilmi ile ilgilenen diğer Türkler de olmalı…
Terzioğlu: Farabi’nin ardından Türklük dünyası, büyük fizikçilerden biri olarak, ilim tarihine Birûnî’yi hediye eder. Birûnî; özgül ağırlıklar, boşluk kuramı, ısının yayılması, cisimlerin genleşmesi, ışığın yansıması, ışınların kırılması konularıyla ilgilenir. Işık ile sesin hızları arasında deneye dayalı bir karşılaştırma yaparak, ışık hızının sesin hızından fazla olduğunu ortaya koyar. Görme olgusunun, cisimlerden yansıyan ışınların göze gelmesiyle oluştuğunu tespit eder.
Deneye dayalı fizik sahasında Birûnî’nin ne kadar başarılı olduğunu, onun sıcak su ile soğuk su arasındaki yoğunluk farkını daha o zaman 0,041677 olarak tespit etmesinden anlaşılır.
Yeraltında, kaynaklarda suların nasıl toplandığını, yukarıya nasıl çıktığını ve fıskiyelerden suyun nasıl yükseldiğini hidrostatik kurallara göre açıklar. Ayrıca deniz suyundan tatlı su ve tuz elde etme metotlarını da keşfetmiştir.
Gerçi Birûnî eski Yunan medeniyetini ve âlimlerini takdir ederse de tarafsız ve objektif bir ilim adamı olarak Aristo’nun ve diğer eski Yunan ilim adamlarının ilim teorilerinde doğru bulmadığı tarafları, yani kusurları da gösterip bunları düzeltmekten geri kalmamıştır. Birûnî’ye göre bizim kâinatımızın (üniversumun) yanısıra diğer kâinatların da var olabileceğini Aristo’nun reddetmeye hakkı yoktur. Semanın şeklini eliptik olarak kabul etmek yanlış olmaz, zira Aristo’nun bunun sferik olduğu hakkında verdiği deliller tatmin edici değildir. Aristo’nun semanın doğudan hareket ettiğini iddia etmeye hakkı yoktur, çünkü sağ, sol veya batı doğu hakikatte değişebilen izafî mefhumlardır.
Güneş ve fezadaki diğer gezegenlerin beşinci bir elementten ibaret olduklarını ve bunların hararet ve ateşe sahip olmayıp hararetin bunlardan yayılamayacağı ve başka bir cisme intikal edemeyeceğini Aristo gibi kabul eden İbn Sina’yı da Birûnî, çok sert bir dille eleştirir.
Çetinoğlu: Birûnî de ‘hezarfen’ denilecek ölçüde çok yönlü bir ilim adamımız…
Terzioğlu: Evet! Büyük bir fizikçi olan Birûnî hareket, zaman ve madde konusunda ileri sürülen ilkelerle yakından ilgilenir ve bu konulan İbn Sina ile tartışır.
Birûnî, ışık ışınlarının güneşten ısıyı ilettiklerini ve aynı atmosferi altında ise, güneşteki gibi bir ateş tabakası olmadığını kabul etmektedir. Birûnî’ye göre ışık, İbn Sina’nın aksine, bir takım ufacık cisimlerden teşekkül eden bir madde olarak, aynı suyla toprağın karışabileceği gibi, hava ile karışmaktadır.
Birûnî, Kopernikus’tan 500 yıl önce, gece ve gündüz olma hadisesini, güneşin değil, dünyanın bizzat kendi ekseni etrafında dönmesiyle açıklanabileceği meselesini bir neticeye varmadan tartışmıştır. Çeşitli hızlarla dolanan çarkları ilk defa Birûnî icad eder. Bu icadıyla zamanın daha hassas belirlenmesi esaslarını ortaya koyar.
Kitab al-camahir fi ma’rifat al-cavahir isimli taşlara ait eserinde Birûnî’nin mahruti âlet dediği bir çeşit piknometre ile dokuz çeşit değerli taşın, yedi çeşit de altın gümüş, bakır gibi madenlerin özgül ağırlıklarını (yoğunluklarını) evvelce Arşimed ve Menelaus’dan beri bilinen metotlarla varılan neticelerden daha sıhhatli olarak tespit ettiği anlaşılmaktadır. El-Birûnî’nin buluşu olan piknometre’nin bir modeli Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından yaptırılarak Frankfurt’taki İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü müzesinde bulunmaktadır.
Bugün, Piknometre dediğimiz ilk yoğunluk ölçme aletinin mucidi Birûnî’dir. Birûnî’nin bu aleti konik bir yapı gösterir. Birûni, önce yoğunluğu bulmak istediği elementi terazide dikkatlice ölçer. Sonra su dolu konik alete koyar. Elementin konideki açılmış özel delikten taşırdığı suyu alır ve ölçer. Sonra iki ağırlığı oranlar. Yani elementin salt ağırlığıyla taşırdığı suyun ağırlığının oranı Birûni’ye göre, o elementin yoğunluğudur. Bugünkü modern yoğunluk bulma metodu ve aleti, aslında Birûnî’nin metodu ve âletinden başka bir şey olmayıp, ancak daha geliştirilmiş bir şeklidir.
Birûnî, 29 maddenin özgül ağırlığını bugünkü ölçülere uygun veya çok yakın olarak bulmuştur. İşte onlardan birkaç örnek:
ELEMENTLER BİRÛNÎ’YE GÖRE GÜNÜMÜZE GÖRE Altın 19,26 19,26 Civa 13,59 13,59 Bakır 8,83 8,85 Pirinç 8,58 8,4 Demir 7,82 7,79 Zümrüt 2,73 2,73 Kuars 2,58 2,58 Yalnızca bu örnekler yaklaşık olarak zamanımızdan 1000 yıl önce yaşayan Birûnî’nin dikkatli bir gözlemci ve deneyci olarak büyüklüğünü gösterir.
Çetinoğlu: Birûnî’nin astronomi ilmi ile de ilgilendiği biliniyor…
Terzioğlu: El-Birûnî gökteki ayın, yılın muhtelif gecelerinde hilal, dolunay gibi nasıl şekiller alabileceğini gösteren bir âlet icat etmiş olup, bunun bir modeli Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından yaptırılarak Frankfurt’taki İslam Bilimleri Tarihi Enstitüsü Müzesi’ne konulmuştur.
Astrofizik ve astronomiye ait en meşhur eseri el-Kanûn al-Masûdi’yi Birûnî, Gazneli Mahmud’un oğlu ve onun sarayında ilim adamı olarak koruyan Sultan Mes’ud’a ithaf etmiştir. Bu eserine Birûnî, Batlamyus’un Al-magest’in gibi trigonometriye ait geniş bir girişle başlar.
Bilim tarihçilerine göre bu eser birçok ilmî yenilikleri ve keşifleri içermektedir. Avrupa’da çok sonraları 1700 yılında Halley ve Maraldi’nin incelediği, güneş tutulmasında meydana çıkan renkleri, Birûnî, bu eserinde, ta o zaman kendi gözlemlerine dayanarak ilk defa inceleyen bilim adamıdır. Ayrıca Birûnî bu eserinde İskenderiye ve Gazne şehirlerinin enlem ve boylamları ile dünyanın eb’adına ait hesaplama metotları ve bir sürü meteorolojik problemleri açıklamıştır. Bu dâhi Türk âlimi, bundan 1000 yıl önce geometride bir açının üçe bölünmesine dair “Birûnî Problemleri” denilen meseleleri, Jeodezide daha pratik streografik projeksiyonları da keşfetmiştir.
Bunların yanısıra, Abdullah İbn Nişaburî’nin Tarih-i Nişabur adlı eserinde, Birûnî’nin büyük mühendis olduğu, Nişabur’da yer altında su kanalları ve lağımlar inşa ettiği; kanal, nehir ve kuyulardan dolap vasıtasıyla yükseklere su çıkarma usulünün Birûnî’ye ait olduğu belirtilir.
Çetinoğlu: Bir de İbn Sina’mız var değil mi Efendim?
Terzioğlu: Birûnî’nin çağdaşı olan İbn Sina da fizik alanında ilim tarihinin en büyük öncülerinden biridir.
İbn Sina’nın düşünür ve hekim olarak yaptığı ün, onun doğal bilimlerin gelişmesinde katkısını gölgeleyecek ölçüdeydi. Oysa İbn Sina, çalışmaları ve özgün görüşleriyle doğal bilimleri derinlemesine etkilemiştir.
Sözgelimi, İbn Sina fiziğin temel konularından hareket ve hareketin ölçülmesi konusunda önemli incelemelerde bulunmuştur. Hareket kuramını hareketin hızlılığını ve yavaşlığı gibi iki kavrama dayandırmış ve bu kavranıları nicelik ve nitelik yönleri ile ele almıştır.
İbn Sina şöyle der; ‘Önden gidenin başlangıcı ile onu izleyenin varışı arasındaki nicelik, hareketin hızının veya yavaşlığının ölçüsünü oluşturur. Kısa sürede geçen, hızlı hareket eder.’ Diyen İbn Sina’ya göre hız ‘kitle’ye bağlıdır. ‘Bir cisim küçük olduğu oranda hızlı, büyük olduğu oranda da yavaş hareket etmelidir. Oysa gerçekte bunun tersi görülür.’
İbn Sina, ışık hızı ile ses hızını da birbirinden ayırmıştır. ‘Yıldırım görülebilir ve işitilebilir.’ Diye yazar. ‘Yıldırımın sesi ile ışığı farklı anlarda algılanır. Önce ışık görülür, sonra kulağa ses gelir.’ Böylece o, maddeye ait hareketin iki biçiminin hızları arasında bir fark gözetir.
Batı Avrupa mekaniğine 17. ve 18. yüzyıllarda giren ‘hareketin niceliği’ ve ‘hareket ettirici güç’ gibi kavramları ilk defa dile getiren de İbn Sina’dır. Dolayısıyla İbn Sina; Descartes, Huyghens, Leibniz, D’Alembert, Thomson, Kirchoff gibi bir dizi bilginin öncülüğünü yapmıştır. Söz konusu bilginler hareketin ölçülmesi konusuna uzun süre eğilmişler ve ilk defa Descartes, meseleyi ilmî temellere dayandırmıştır. Kısaca İbn Sina fizik tarihine önemli katkılarda bulunmuştur.
İbn Sina’nın mekân-zaman birliği araştırmaları çağdaş bilim açısından geçerliliklerini yitirmemişlerdir. ‘Hareketin kendisinin dışında ölçülebilir iki niceliği vardır: Biri izlediği yolun uzunluğu... Diğeri ise süresi…’ Bu anlamda, İbni Sina açısından mekân ile zaman hareketin nicelikleridir.
Aristoteles’in ve sonraki bazı düşünürlerin ardından İbn Sina da boşluğun varlığını kabul etmemiştir. İbn Sina’ya göre; ‘Boşlukta ne hareket ne de durgunluk vardır. Oysa bir yer işgal eden nesne ya hareket halindedir veya durgundur. Dolayısıyla boşlukta hiçbir nesne bulunamaz.’
Bu görüşler ‘Durgunluk kuramı’nın ilk adımlarını oluşturmuştur. İbn Sina’ya göre her nesnenin dış bir güçten etkilenmediği bir ‘yeri’ vardır.
Özbekistan Bilimler Akademisi Başkanı Abid Sadıkov’a göre İbn Sina’nın boşluğu reddeden görüşleri, fiziğin özellikle ağırlık ve elektromanyetik gibi alanlarında sürdürülen incelemelere destek olmuştur.
Çetinoğlu: İbn Sina’da ‘hezarfen’ sıfatını hak edecek şekilde değişik ilim dallarıyla ilgilenmiş…
Terzioğlu: Sina, enerji ve ışık iletimi konusunda da ilginç varsayımlar geliştirmiştir. İbn Sina açısından ‘Cisimler birbirini iki türlü etkiler: Birincisi temas yoluyla. Sözgelimi, buz dokunduğu bir nesneyi soğutur, rüzgâr ise hareket ettirir. İkincisi uzaktan. Sözgelimi yeşillik karşısındaki duvara yeşil bir renk verir. İnsanın yüzü izleyicinin gözünde veya aynada yansır.’
Görüşlerini kozmik olaylara uygulayan İbn Sina, Aristoteles ve yandaşlarının savundukları gibi bazı olayların amprik (2) gözleminin özellikle, gökyüzündeki ayın etkisini belirleyeceği görüşünü temellendirmiştir. Şöyle der: ‘Güneşten ve diğer yıldızlardan yayılan ışınlar ve güçler dünyamızı etkiler. Gökyüzünün ve ayın en açık etkilerinden biri ayın gelgit üzerindeki etkisidir.’
İbn Sina, Birûnî ile yazışmalarında hareketin korunumu ilkesini açıklamış, bir kürenin gerçekten veya gizil (3) olarak hafif veya ağır olamayacağım öne sürmüştür. Çünkü ‘Doğal konumlarında hareketsiz duran element taneciklerinin de kanıtladığı gibi, gizil olarak ağır ya da hafif nesneler bir bütün olarak böyledirler... Veya ne ağır ne de hafif olan elementlerin karışımının doğruladığı gibi, bu nesneler bir bütün olarak değil bölümlerinde böyledirler. Çünkü karışımın bir bölümü yukarı doğru hareket ederken, bir bölümü aşağı doğru hareket eder.’ Bu görüş daha sonraları Galileo, Descartes ve Newton tarafından geliştirilen Hareketin ‘Korunumu’ ilkesinin öncüsüdür.
İbn Sina’nın fizik ve mekanik konusundaki çalışmalarının somut göstergeleri el-Şifa ve Danişname isimli eserleri ile bazı incelemeleri ve Birûnî’yle yazışmalarıdır.
Çetinoğlu: İbni Sina’nın dünya ilim sahasına armağan ettiği bir kuraldan söz ediliyor…
Terzioğlu: Güce dayanan hareket ile doğal hareket arasındaki ilişkileri inceleyen İbni Sina, kendi kuramını oluşturur: ‘Hareket halindeki cisme, itici güce veya kinetik enerjiye (4) eşdeğerde materyalist olmayan bir boyut etkir.’
Batı Avrupa bilim dilinde bu materyalist olmayan boyuta daha ileride ‘itici güç’ adı verilecektir. İbn Sina’nın kuramı 14. yüzyılda geliştirilen itici güç kuramına kaynaklık etmiştir.
İbn Sina ‘Bilgeliğin Ölçümü’ adlı incelemesinde birçok makineden, ağırlıkları kaldırmaya yarayan basit ve karmaşık düzeneklerden söz eder. Birçok yeni bileşim önerir. Bunlar kendisinden öncekilerin eserlerinde yer almaz. Özgün çalışmalardır. Orta Asya’da su çekmek, yağ ve pamuk işlemek için kullanılan aygıtların çoğu İbn Sina’nın ilkeleri temel alınarak yapılır.
Çetinoğlu: Sonraki dönemlerde kimler var?
Terzioğlu: 12. yüzyıla geldiğimizde Türklerin mekanik alanındaki dehası Ebû’l-tz el-Cezerî (5) ile karşılaşırız. Cezerî, Artuklu Türklerindendir. Eski adı Kara Amîd olan Diyarbakır’da dünyaya gelir. Doğum ve ölüm tarihleri kesin olarak bilinmemekle birlikte, 1136-1206 yılları arasında yaşadığı tahmin edilir. Artuklu Sarayı’nda 1174-1206 yılları arasında Reis’ül-Âmal yani Baş Mühendis olarak 32 yıl çalışır. O’nun, küre üzerinde açı ölçmek için icat ettiği âletin bir modeli Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından yaptırılarak Frankfurt’taki İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü müzesine konmuştur.
Ünlü eserinin adı Kitab’ül-Câmî Beyn el-İlmi ve ve ’l-Âmeli en-Nâfî fi Sınaati’l-Hiyel’dir. Günümüz Türkçesiyle söyleyecek olursak: ‘Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçine Alan Kitap.’ Eserin önsözünde Cezerî, kendisinden çok önce gelen âlimlerin kitaplarını ve çalışmalarını gözden geçirdiğini, nihayet onların tesirlerinden sıyrılarak problemleri kendi gözüyle çözdüğünü belirterek: ‘Bu kitap, yamanan bazı yırtıkları, tasnif edilen bazı usulleri ve keşfedilen bazı planları ihtiva etmektedir. Bu yönden başka bir eserin mevcut olduğunu zannetmiyorum.’ Cümleleriyle eserinin önemine işaret eder. 6 bölümden oluşan eserde 50 kadar otomatik makine, pompa, fıskiye, su terazileri, musiki aletleri ve mühendislikle ilgili âletlerin detaylı plânları, kesitleri, işleyişleri şekilleri hakkında ilmî ve pratik bilgiler verilir.
Çetinoğlu: Cezerî’nin hazırladığı makineler ne işe yarıyor?
Terzioğlu: Cezerî, su gücü ve basınç tesirinden faydalanarak hidromekanik sistemle çalışan makineler yapmıştır. O’nun tarif ettiği bazı makinelerin pratik faydaları oldukça büyüktür. Bunlardan bir kısmı bir mil boyunca yer alan dişlilerle çalışan bir nevi tulumbadır. Tulumba bir seri kepçeyi sırayla hareket ettirerek suyu çıkarmaktadır. Bazı makinelerin ise yalnızca eğlendirici tarafı vardır. Mesela içinde su varmış gibi görünmesine rağmen suyu boşatılamayan su kapları ve içi boş gibi görünüp, su akıtan kaplar gibi. Günümüzde bu kaplarda kullanılan prensiplerden faydalanılarak bir kısım oyuncaklar yapılmaktadır. Hem eğlendirici, hem de faydalı olan bu makinelere, çeşme ve su saati örnek gösterilebilir. Cezerî’nin saatlerinin çalışma sistemi ise çoğunlukla aynı mil üstündeki bir gösterge ile üstünden ucuna ağırlık asıllı bir kayış geçen kasnak biçimindedir. Ağırlığın düşüş hızı yüzen bir cisimle kontrol edilmektedir. Yüzen cisim kayışın öteki ucuna tutturulmakta ve içinde bulunduğu kap yavaşça boşaltılmaktadır. Bazı durumlarda da, devrilebilen bir kova otomatik olarak dolmakta ve devrilince bir mandalı iterek, dişlinin bir diş ilerlemesi sağlanmaktadır.
Cezerî’nin çalışmalarının büyük bir kısmında zaman aralıklarını değişik biçimlerde tespit edilmektedir. Yaptığı bir makinada saatler, davul, zil veya trampet çalan insan maketlerinin teşkil ettiği bir orkestra ile belirtilmektedir.
Makinalar, mandal, dişli, palanga ve kaldıraçlardan oluşmaktadır. Günümüzde motorlu taşıtlarda kullanılan krank milini ilk defa O kullanılmıştır.
Çetinoğlu: Yazdığı kitaplardan da söz eder misiniz?
Terzioğlu: Kitâb’ül Hiyel isimli kitabının 90. sayfasında bulunan saatte zaman, figürün kendisine doğru döndüğü bir ölçek üzerinde gösterilmiştir. Tepedeki kuş her yarım saatte bir kendi etrafında dönüp ötmektedir. Bu arada seyis de file vurmakta, şahinin sırtındaki adamın elinden kayan çakıl taşı ejderhanın ağzına düşmektedir. Bunun sonucu olarak ejderha boynunu eğmekte, ağzındaki çakıl taşı filin sırtına düşmekte ve hayvanın içine girip gongu çalmaktadır.
126. sayfadaki resimde, otomatik kuşlar günün belli saatlerinde sahneye çıkmakta ve örmektedirler. Bu büyük otomatik makinede karşılıklı 24 kapı bulunmakta, kurulan sistemle denge durumunun nasıl sağlandığı şu şekilde anlatılmaktadır. ‘Kapıların ardında her biri ayrı seslerle öten kuşlar saklıdır. Saat başı gelince, üst kapılardan bir adam çıkıp yürüyor, ikinci bir kapı önünde duruyor. Eliyle kapıya dokununca derhal bir kuş, kanatlarını çırparak ortaya fırlıyor, saati sesleniyor ve aynı zamanda da ağzındaki madenî küreleri saatine göre makinenin altındaki aynalı tabağa atıyor. Bu tabaktan çok uzaklara kadar giden bir ses çıkıyor. Gündüz saate bakan bir adam, güneşin ufukta o saatteki durumunu gördüğü gibi, gece de renkli camlar önünde, gökteki ayın gökteki durumunu görebilir. Saatler bu şekilde tek bir biçimde bildirilmiyor. Saat başı gelince, saatin sahnesine davul, zurna, boru ve zil çalan adamlar çıkıyor, çalıyor, söylüyorlar.’
157. sayfadaki şekil insanı heyecanlandırmakta, hayretten hayrete düşürmektedir. Şekilde, bir taraftan hidromekanik tesirlerden faydalanırken, diğer taraftan da bu sistem içinde palangalar, şamandıralar ve ağırlıklar kullanılmaktadır. Bir tarafta kuş, diğer tarafta insan bulunmakta, sistemi karşılıklı etkilerin haberleşmesi şeklinde kurmaktadır.
Kitabın 332. sayfasında şu bilgilere yer verilmektedir; Hükümdar Mahmud, hizmetçilerin abdest suyu dökmelerinden iğrenmektedir. Bunun içinde Cezerî’nin yaptığı makine adamlar ve makineden tavus kuşlarından faydalanmakta, bunların döktüğü sular ile abdest almaktadır.
Kitabın 274. sayfasında bununla ilgili çok dikkat çekici bir resim bulunmaktadır. Bu resimde, otomatik makine adam elinde tuttuğu testideki suyu, bir kaba boşaltırken, bu kabın içinde bulunan otomatik tavus kuşu testiden boşalan suyu, başka bir kaba aktarmaktadır. Suyun boşaldığı kap, içinde bulunan bir şamandıra ile otomatik makine adamın eli ve kolu yeniden harekete geçmekte, böylece hareket devam edip durmaktadır.
Çetinoğlu: Cezerî’nin sibernetik alanında da çalışmaları olduğu biliniyor…
Terzioğlu: Cezerî, dünya tarihinde sibernetiğin kurucusu olan ilk bilim adamıdır. Bilindiği gibi sibernetik, haberleşme-kontrol-denge kurma ve ayarlama bilimidir. Bu bilim gerek insanlarda, gerekse makinalarda karşılıklı bilgi alış verişi, kontrol ve denge durumunu incelemekte ve bu sistemi geliştirmeğe çalışmaktadır. Bu bilimin gelişmesiyle bugünkü bilgisayarlar ve otomasyon sistemleri ortaya çıkmıştır. Bundan dolayı Cezerî’yi bilgisayarın babası olarak kabul edebiliriz.
Oysa bilgisayarın babası olarak 19. yüzyıl İngiliz matematikçisi Charles Babbage bilinir. Halbuki Cezerî ondan yaklaşık 700 yıl önce aynı sisteme dayalı makineler, otomatik âletler imal etmiş ve bunları çalıştırabilmiştir.
Cezerî, sadece otomatik sistem kurmakla yetinmeyip, otomatik olarak çalışan, sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştır. Aradan 800 yıl gibi bir zaman geçtikten sonra, sibernetiğin babalarından sayılan İngiliz nöroloji profesörü Dr. Ross Ashby, ancak 1951’de “Üstün Denge Durumu”nu ortaya atabilmiştir. Ve ancak ilk defa o zaman otomatik olarak işleyen sistemlerin üstünde bunları kontrol eden sistemlerden söz edebilmiştir.
Her ne kadar Fransızlar sibernetik ve elektronik sistemin Descartes ve Pascal’la, Almanlar Leibniz’le, İngilizler de Roger Bacon’la başladığını söylerlerse de, gerçekte Cezerî onlardan çok önce bu fikri bilim dünyasına sunan ve uygulayan ilk bilgin olmanın şerefini taşımaktadır.
Çetinoğlu: Cezerî’de başka ne hünerler var Hocam?
Terzioğlu: Bugün fizik ve mekanikçiler ‘Isı Etkisiyle Haberleşerek Denge Kurma’ sistemini ilk defa olarak James Watt’ın 1780’de regülâtörü icat etmesiyle gerçekleştirildiğini söylerler. Bu doğru olmakla birlikte, sistem olarak Cezerî’ye kadar dayanmaktadır. Cezerî’nin Kitâb’ül Hiyel’inin 171. sayfasında gördüğümüz şemada, kuşun bir hareketiyle sistemde karşılıklı haberleşme sağlanmakta ve denge kurulmaktadır. Buradaki kuş, adeta regülâtörün görevini üstlenmektedir.
Çetinoğlu: Cezerî’nin kitaplarına ulaşmak mümkün mü?
Terzioğlu: Kitâb’ül Hiyel’in 5 el yazma nüshası Türkiye’de, diğeri 10 el yazma nüshası ise Oxford, Leiden, Paris, Dublin ve Leningrad kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bu eserin Oxford nüshası Alman bilim tarihçisi Wiedemann tarafından incelenmiş ve neticeleri 1908 yılından itibaren çeşitli makaleler halinde yayınlanmıştır. Yine Oxford nüshası 1974 yılında Donald Hill tarafından İngilizceye tercüme edilmiştir. Ahmed el-Hasan ise bu eserin çeşitli el yazma nüshalarını karşılaştırarak Arapça metnini İngilizce bir özetle kitap olarak Halep’te 1979 yılında yayınlamıştır. Bu ünlü mekanikçimizin eserinin henüz Türkçeye tercüme edilmemiş olması ise düşündürücüdür.
Cezerî’nin, Topkapı Sarayı Üçüncü Ahmet Kütüphanesi 3472 numarada kayıtlı “Kitâb’ül-Hiyel”indeki şekil ve açıklamaları esas alarak, İstanbul Teknik Üniversitesi Bilim ve Teknoloji Tarihi Enstitüsü tavus kuşlu su saatinin yapımını gerçekleştirmiş ve 1981’de düzenlenen Birinci Milletlerarası Türk-İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Kongresi’nde sergilemiştir. Nehirden akan suyun 20 metre yüksekliğe pompalı mekanizma ile çıkarılmasını öngören iki makina tasarımı ile hekimlerin hacamat esnasında aldıkları kanı ölçen hacamat makinesi Frankfurt’taki İslâm Bilimleri Tarihi Enstitüsü için Prof. Dr. Fuat Sezgin tarafından modeli yaptırılmış olup, adı geçen Enstitünün Müzesinde yer almaktadır.
Artukluların yanısıra diğer Selçuklu Beyliklerinde, sonraları Türk Memlûk Sultanları devrinde Suriye ve Mısır’da teknik bilimlerin teşvik edilip, geliştiği görülmektedir.
Burada belirtilmesi gereken bir husus da, Rus arkeologların Türkistan’da son yıllarda yaptıkları kazılarda, Türklerin, Samanoğulları döneminden önceye ait keramikten yapılmış konik şekilli patlayıcı el bombalarını Semerkand çevresinde bulmalarıdır. Rus bili madamı Wjatkin, 45 metre yükseklikten aşağı fırlatarak Türkistan’da bulunan elbombaları ile denemeler yapmıştır.
Üzerindeki okunabilen yazılardan bu konik şekilli el bombalarının savaş maksadı ile imal edildikleri anlaşılmıştır.
‘Düsturnâme’de (6) ise Aydınoğullarının zemberekle mermi atan ve çıkaran tüfekler kullandıkları anlatılır. Bu tarihî belgeler ilkel şekliyle tüfeğin Türkler tarafından icad edildiğini göstermektedir. Nesevî ise ‘Siret’ isimli kitabında, 12. yüzyılda Selçukluların Sivas’ta harp makineleri imal eden tesislere sahip olduklarını yazmaktadır.
………………………………
(1) hezarfen: ‘Hezar’; ‘Bin’ ve ‘pekçok’ anlamında Farsça bir kelimedir. ‘Hezarfen’ kelimesinin karşılığı ‘Binlerce ilim’ olarak verilebilir. Kelime; ‘Elinden çok iş gelir, her şeyden anlayan’ anlamında kullanılmaktadır.
(2) amprik: Deneye ve gözleme dayalı. ‘Ampirik’ şeklinde de yazılmaktadır.
(3) gizil: Henüz varlığı artaya çıkmamış, gizli kalmış, potansiyel. Henüz uygulamaya konulmayan fakat konulması mümkün olan.
(4) kinetik enerji: Hareket halindeki cisimlerin bu hareketlerinden dolayı kazanmış oldukları enerji. Bir cismin hareketini sağlayan ve hareket halindeki cisimlerde bulunan enerji. Hareket enerjisi.
(5) Cezerî: Tam adı; Bediüzzaman Ebü’l İzz İsmail b. Er Rezzaz el-Cezerî’dir. 13. yüzyıl sonrakı ile 13. yüzyıl başlarında yaşamıştır. 1102-1409 yılları arasında Diyarbakır ve Mardin çevresinde hüküm süren Türkmen Hânedânı Artuklular Beyliği himâyesinde ilmî çalışmalar yapmıştır.
(6) Düsturnâme: 15. Yüzyılda yaşayan Enverî tarafından kaleme alınan ve İzmir’in Osmanlı dönemi öncesindeki tarihini içeren kitap. Kitabın yarısı Aydınoğulları tarihidir. Diğer yarısında; Peygamberlerden, Pişdânîlerden, Keyânilerden, Eşkânilerden, Sâsânilerden, Hazret-i Muhammed, Hulefâ-yi Râşidin, Emeviler, Abbasiler, Saffarilerden, Gaznelilerden, Deylemilerden, Kuhistan meliklerinden, Selçuklulardan, Salgurlulardan Harizmşahlardan ve Moğollardan bahsedilmektedir. Mesnevî tarzında yazılmıştır.
(DEVAM EDECEK)