TÜRKÇENİN GÜCÜ

OĞUZ ÇETİNOĞLU

Biyolojik, ruhî ve sosyal ihtiyaçlarını birbirine çok yakın şekilde karşılayan insanlar kendi aralarında sosyal akrabalık bağlarını oluştururlar. Sosyal akrabalık bağları dil, din, örf ve âdetler, târih ve sanattır. Millî kültür insan kalabalıklarını millet hâline getiren ve onu diğer milletlerden ayıran hayat tezahürleridir. 

Millet kökü tarihte olan hür ve beraber yaşama irâdesinden doğmuş, geleceğe karşı millî müşterek ülküler taşıyan ve yaşayan maddî ve manevî bir topluluktur. Dil millet olmanın, millî şuurun oluşmasının en büyük bağı, birleştiricisi, aktarıcısı, saklayıcısı durumundadır. 

Millî dil ile millî his arasındaki bağ çok önemlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin inkişafında başlıca müessirdir. 

Son araştırmalara göre günümüzde 7097 dil, aktif olarak kullanılıyor. Bunların da % 90'ı 100.000’den daha az kişi tarafından konuşuluyor. Kafkaslarda, 1000 kişinin konuştuğu diller var. 

En fazla dil çeşitliliğine sâhip olan kıta olan Asya'dır. En az 2200 dil olduğu tahmin ediliyor. Avrupa'da konuşulan dil sayısı ise yaklaşık 260’tır.

Dünya nüfusunun yarısından fazlası toplam 23 dili konuşuyor. Dünyadaki dillerin üçte ikisi Afrika ve Asya’da konuşulmakta. 

Türkiye’de, Türkçe ile birlikte 36 ayrı dil konuşuluyor. Belli-başlıları şöylece sıralanabilir: Abazaca, Abhazca, Arapça, Arnavutça, Boşnakça, Çerkezce, Çingenece, Ermenice, Gürcüce, Kürtçe, Lazca, Rumca, Süryanice, Uygurca, Yahudice. 

Türkçe, 300.000.000’a yakın konuşuru ile dünyada en fazla insanın konuştuğu dil sıralamasında beşinci sırada yer alıyor. 

Kadim bir yapısı olan Türkçe dünya üzerinde çok geniş bir sâhada konuşulmaktadır. Türetme açısından çok üretken bir yapıya sâhip olan Türkçe, Nihat Sâmi Banarlı’nın belirttiği gibi cihan devleti dilidir. Bu sebeple çok sayıda yabancı kelime ihtiva etmektedir. En çok da Arapça ve Farsça kelimeler vardır. Fakat Ziya Gökalp’in ifâdesi ile ‘Türkçeleşmiş kelimeler Türkçedir.’ Türk dilbilgisi kâidelerine ve zevkine göre telaffuz ve imlâya kavuşturulmuş pek çok kelimelerin geldiği yer ve kökeni ile alakası kalmamıştır. 

Buna karşılık son 50 yıldır batıdan, özellikle Fransızca ve İngilizceden ihtiyaç ve lüzum yokken alınan kelimelerin fazlalığı, Türkçe için tehdit oluşturmaktadır. Diğer taraftan internet Türkçesi Türkçemizi yozlaştıran bir başka ve büyük tehlikedir. 

Çekimleriyle birlikte 300.000’den fazla olan kelime hazinemize rağmen, üniversiteli gençlerimizin kendi ifâdelerine göre gençlerimiz, 1000 kelimeyle konuşmaktadırlar. İşin daha da hazin tarafı, bu 1000 kelimenin dörtte biri yanlış telaffuz edilmekte ve yanlış yazılmakta, bir o kadarı da farklı ve yanlış mânâlarda kullanılmaktadır. Böylece gençlik arasında doğru kullanılan kelimelerin sayısı 500 civârındadır.  

Dünya üzerinde Türkçe kadar tahribata uğramış bir başka dil yoktur.  

Bütün bunlara rağmen Türkçenin güçlü yapısı değişmemiştir.  

DOĞU TÜRKİSTAN’DA YAŞANAN BİNLERCE FÂCİADAN BİRİ…

TURGAY TÜFEKÇİOĞLU

Henüz 2 yaşındaki Rahmetullah  Şirbaki’nin Uygur Türklerinden anne ve babası Çin esir kampındaydı ona da ölmek kaderi düşmüştü. Öyle de oldu. Çünkü o da çocuk, bebe yaşında da olsa Uygur Türküydü. 

Aile, Doğu Türkistan’ın Hotan ili, Karakaş ilçesi Zava köyü Çokancilga kasabasında yaşıyordu.

Yavrucuk 21 Aralık 2018'den beri kayıptı. Cesedi, 24 Aralıkta kasabadaki ırmakta bulundu.

Baba 1,5 senedir ve annesi 1 senedir ayrı ayrı kamplarda esir tutuluyor.  Rahmetullah bebe ise 78 yaşındaki dedesi ve 68 yaşındaki babaannesine emânet edilmişti.

Yaşlılar torunları bebeyi bir buçuk senedir toplam 20 defa babası ve annesiyle görüştürmek için başvurmuş mahallî polis karakolu dâhil yerli yetkili 4 ayrı bürodan izin alıp kampa gitmelerine rağmen kamptaki yetkililer yavrunun anne babasıyla görüşmesine izin vermedi.

Yaşanan facia budur.

Ve bu yaşananların çok küçük ve bilinen boyutudur.

DESTANIMSI BİR AŞKIN ESERİ ÂBİDEVÎ TESİS:                                                                                      ZEYNEP KÂMİL HASTÂNESİ

İstanbul’un ilk özel hayır kurumu olan Zeynep Kâmil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastânesi, Yusuf Kâmil Paşa ile Mısır Hidivi Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın kızı olan Züleyha Zeynep Hanım tarafından özel mülklerinde 1862 yılında kurulmuştur. Hastane, 157 yıldır Üsküdar’da, Nuh Kuyusu semtinde sağlık hizmetleri veren en eski sağlık kuruluşudur.  

Yusuf Kâmil fakir bir ailenin çocuğuydu. Malatya’nın Arapgir ilçesinde doğdu ve küçük yaşta yetim kaldı. Amcası Osman Paşa O’nu yanına aldı, okuttu. Zeki, becerikli, dürüst ve çalışkandı. Bilgi ve yetenek olarak yaşıtlarından farklıydı. 21 yaşında Divan-ı Hümâyun Kalemi’ne kâtip oldu. 4-5 yıl İstanbul’da çalıştıktan sonra Mısır’a Vali Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın sarayına tâyin edildi.  

Züleyha Zeynep.. Mısır valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın 3 kızından biriydi. Hidiv Sarayının prensesiydi. Duygulu, nârin, zarif ve asil, aynı zamanda yardımsever bir Hanımefendiydi.   Kahire’nin fakir insanlarına yardım eder, herkesin derdiyle alâkadar olurdu.  

Evlenme yaşına geldiğinde isteyeni çoktu. Babası, kızına lâyık ince ruhlu birini arıyordu. 

Kâtip Kâmil Efendi, Hidiv Sarayı’nda işe başladıktan sonra Vali Mehmet Ali Paşa ile tanıştı. Kısa sürede gözüne girdi, güvenini kazandı. Konuşması ve yazılarıyla Paşa’yı öylesine etkiledi ki, bir süre sonra Mısır Hazinesinin kâtibi oldu. Yeni görevi sebebiyle sık sık Vali Paşa’nın yanına çıkıyor ve kızı Züheyla Zeynep’i görüyordu. İkisi de birbirinden etkilenmişti. Yusuf Kâmil ne zaman valinin yanına çıksa, Zeynep’in yüzü kızarıyor, kalbi sanki yerinde duramıyordu… 

Gel zaman, git zaman Kâmil, Mehmet Ali Paşa’ın evlâdı gibi oldu. Devamlı terfi ediyor, rütbe alıyordu. 30’lu yaşlara gelince albaydı. Ve bir gün Vâli Paşa, Kâmil’i yanına çağırdı.  ‘Zeynep ile birbirimize yakışıyorsunuz. Kızımı sana nikâhlıyorum’ dedi. Dillere destan bir düğün yapıldı ve prenses Zeynep, fakir delikanlı Kâmil’e nikâhlandı.

Ancak, sarayda bu evliliğe karşı çıkan çoktu. Kim oluyor da bu Kâmil denen sıradan bir halk çocuğu Kavalalı ailesinden kız alıyordu? Nikâh öylesine tepki almıştı ki, Sarayın huzuru kaçmıştı. Mehmet Ali Paşa ortalık yatışsın diye1 845 yılında, Kâmil’i kısa süreliğine İstanbul’a gönderdi. Sultan Abdülmecid, kızı Âdile Sultan’ı evlendiriyordu. Kâmil bizzat Sultana Mehmet Ali Paşa’nın tebriklerini ve hediyelerini sunacaktı. Sultan ile aralarında sıcak bir dostluk oluştu. Abdülmecid Han O’nu Mirimiranlık (beylerbeyi) rütbesine yükseltti. Kâmil Mısır’a geri döndüğünde bütün kayınbiraderleri ile Mısır’ın ileri gelen eşraf ve devletlûları kendisine cephe almıştı.. Bir süre sonra Kâmil ile Zeynep’in mes’ut hayatı kâbusa dönüştü… Önce Mehmet Ali Paşa, ardından yerine geçen oğlu İbrahim Paşa vefat etti. Yeni vali Abbas Paşa, Kâmil’e diş bileyenlerin başında geliyordu. Koltuğa oturur oturmaz Kâmil’e ‘boşanacaksın’ dediler. Direnince Asvan’a sürgüne gönderdiler. Hastalandı, Yusuf Kâmil doktor istedi vermediler. ‘Ya boşanacaksın, ya zindanı boylayacaksın’ dediler. Tam zindanı boylayacakken, Kahramanımız Prenses Zeynep’in gönderdiği terliği aldı. Ve terliğin astarındaki gizli aşk mektubunu okudu: ‘Hastasın, zindana girme. Seni ömrümün sonuna kadar bekleyeceğim’ Kâmil bu satırları okuduktan sonra gönül rahatlığıyla ve hiç tereddüt etmeden kendisine zorla uzatılan boşanma belgesini imzaladı. Zaman su gibi aktı. Kâmil’in sürgündeki üç ayı dolmuştu. Bir yolunu buldu ve Sultan Abdülmecid Han’ı durumundan haberdar etti. Çok sinirlenen Sultan Abdülmecid, Mısır Valisi Abbas Paşa’ya sert bir ferman gönderdi. ‘Bizzat kendin Asvan’a gidip, Yusuf Kâmil’i sağ sâlim buraya göndereceksin’ Ferman padişahındı. Sürgün bitmiş, Kâmil İstanbul’a dönmüştü. Sıra Prenses Zeynep’i getirmeye kalmıştı. Yine bir yolunu buldu ve derdini Sultan’a açtı. Abdülmecid Han, Abbas Paşa’ya yine bir ferman yolladı. ‘Tez elden Züheyla Zeynep hanımı İstanbul’a gönder’ Abbas Paşa Prenses Zeyneb’i tez elden İstanbul’a gönderdi. Yıllar sonra Kâmil ile Zeynep nihâyet birbirine kavuşmuştu. Eski evlilere ikinci defa nikâh kıyıldı. Dâmadın şâhidi Sadrazam Reşit Paşa, gelinin şâhidi ise Şeyhülislam Ârif Hikmet Bey oldu. Üsküdar’da bir yalıya yerleştiler. Zeynep, kocasına kavuşmasının saadetine tutunmuş, iyiliklerini de artırmıştı. Nerede bir şeye ihtiyaç var, koşuyordu. Tüm bu iyiliklerin ve aşklarının arasında yaş aldılar. Ama bir çocukları olmadı işte. Onlar da hayıflanmak yerine birçok yetime ana baba oldu. Sonra Üsküdar Nuhkuyusu’nda bir arsa aldılar ve 100 yataklı bir hastane kurdular. Hastalar burada ücretsiz bir şekilde şifalarını buldu. Geri kalan her şey de en ufacık bir noktasına kadar düşünülmüştü. Göz kamaştıran bahçesi, külliyesi… Hattâ külliyeyi bir de câmi ile taçlandırdılar. Zamanı geldiğinde yan yana ölümsüz aşklarıyla yatacakları türbeyi bile unutmadılar… Yıllar sonra bugün, Hastanenin bahçesindeki türbede Prenses Zeynep ile fakir delikanlı Kâmil yan yana yatmaktadır. 

Çok insan Zeynep Kâmil’i tek bir kişi sanır. Oysa bu hastane bize Zeynep Hanım ile Kâmil Bey’den kalan bir hâtıradır. 1862’de kurulmuş bu hastane, bugün bulunduğu semte de adını veren, ‘Zeynep Kâmil Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ adıyla bildiğimiz o yer. 

Mısır’da doğan, târihin sevgi bahçesinde yeşeren ve İstanbul’da ölümsüzleşen bir aşktır ‘Zeynep Kâmil Aşkı’ Onlar 18’nci yüzyılın ‘Ferhat İle Şirin’idir... Ve bu aşk hikâyesi efsâne değil, gerçektir. 1.500.000’e yakın doğumun gerçekleştiği Zeynep Kâmil Çocuk Doğum Hastanesinde doğan, Barış Manço, Bülent Ersoy, Burcu Esmersoy, Zara, Nâdide Sultan ve Murathan Mungan gibi, meşhur olmuş çok sayıda sanatkâr, sporcu ve siyâsetçi bulunuyor. Üsküdar’ın Zeynep Kâmil semtine adını veren Zeynep Kâmil Çocuk Hastanesinde, dünyaya gelen bütün kız bebeklerin göbek adları Zeynep, erkek bebeklerin ise Kâmildir.                   

(İktibastır)

BORÇALI TÜRKLERİ

 Borçalı: Günümüzde Gürcistan Cumhuriyetinin güney doğusunda yer alan ve ‘Aşağı Kartli’ olarak isimlendirilen, Terekeme/Karapapak Türklerinin yaşadığı bölgenin târihî adıdır.

Borçalı İçtimâî Cemiyeti başkanı Zalimxan Memedli’ye göre; Borçalı sözü: ‘Börü Çala’ yani ‘Kurtlar Vâdisi’ anlamındadır. Kimilerine göre de bölge bu ismi; bu toprakların ilk sâhipleri olan Barsillerin soyu, Boroçoğulları/Karapapak Türklerinden almıştır. Sözü geçen Karapapaklar ki; milattan önce dahi bu topraklara hayat vermişlerdir. Milattan sonra Birinci Yüzyılda ise; Karapapaklar Borçalı topraklarına tamamen hâkim olmuşlardır.

Târihî süreci şöyle açıklamak mümkündür: Orta Asya’da ilk defa olarak teşkilatlı ve büyük bir imparatorluğu, Çinlilerin ‘Hiung-nu’ adı verdikleri, Hunlar kurmuşlardır. Hunlar, Oğuz boyu olup, Borçalı Türklerinin atalarıdır. Çin kaynakları; Göktürklerin, Uygurların ve Kırgızların, Hunların, soylarından geldiğini göstermektedir.

Şöyle ki: Târihin bildiği en eski Hun Hakanı, Teoman’dır (Tuman). Hun Hakanlığı M.Ö. 220’den M.S. 216 yılına kadar yaşayan; Osman oğulları dışında en uzun süre hüküm süren bir Cihan Devletidir. Teoman 11 yıl hükümdarlık yaptı. Bütün Türk kavimlerini ilk defa bir araya topladı. Teoman’ın yerine oğlu Mete Han tahta geçti.  

Türk Devlet teşkilatının gerçek kurucusu ve Hun Türkleri’nin lideri; Çinlileri ‘Mao-Tun’ dediği Mete Han’dır. Yine Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre Türklerin târihte bilinen en büyük hükümdarı Mete Han’dır. Bu bilgiler ışığında; Türkistan M.Ö. İkinci Yüzyılın başlarında Mete tarafından fethedildi.

Hunlar Çinlilerle sürekli savaşarak sınırlarını genişletti. Fakat daha yıllarda sürekli toprak kaybedilmeye başlandı. M.S. Birinci Yüzyılda Hunların başında bulunan iki kardeşin anlaşmazlığı Çin’in işini kolaylaştırdı. M.S. 48 yılında İmparatorluk, Doğu Hun İmparatorluğu ve Batı Hun İmparatorluğu olarak ikiye ayrıldı. M.S. 93 yılında Batı Hun İmparatorluğu tamamen dağıldı. Hun İmparatorluğu’nu oluşturan Oğuz boylarının büyük bir kısmı Çin’in etkisindeki Doğu Yabgusu Ankou’nun yönetimine girdi. Bunu kabul etmek istemeyen Oğuz boyları göç etmeye başladı.

Mete’nin kurduğu Asya Hun İmparatorluğu’nun M.S. Birinci Yüzyılda parçalanıp, dağılmasından sonra, imparatorluk içinde yer alan İki Türk boyu, Kafkasları aşarak Kür Irmağı boyunca yerleştiler. Bugün ‘Borçalı Terekemeleri’ ve ‘Kazaklı Terekemeleri’ olarak anılan bu boylar; başlarına siyah astragan kalpak giydiklerinden; yerleşik komşuları tarafından ‘Karapapaklar’ diye adlandırıldılar.  Karapapaklarla Karkalpaklar biribirine karıştırılmamalıdır. Çünkü: Karapapaklar Oğuz boyudur, Karakalpaklar ise Kıpçak boyudur.

Özellikle ticârî münâsebetler sebebiyle Beşinci Yüzyıldan itibâren Oğuz boyları arasında yayılmaya başladığını bildiğimiz İslamiyet’in, Yedinci Yüzyılda Oğuzların büyük çoğunluğunun dini olduğu biliniyor. 

Netice olarak; bugün Terekemeler olarak bilinen boy Mete’nin kurduğu, Büyük Hun İmparatorluğu’nun parçalanmasıyla, M.S. Birinci Yüzyıldan itibaren Üçüncü Yüzyılın başlarına kadar süren göç sonucu Kafkasları aşarak; Kür Irmağı boylarına adlarını verdiler. Kendi adlarını verdikleri Borçalı Çayı ve Kazaklı Çayı etrafına yerleştiler. Burada komşuları tarafından kendilerine ‘Borçalı Karapapakları’ ve ‘Kazaklı Karpapakları’ adı takılmıştır. M.S. Beşinci Yüzyıla kadar bu isimler târih sayfalarında yer almakta iken; bölgenin İslamiyet’le tanışmasıyla kendilerine Araplar tarafından ‘Terâkime’ adı verilmiştir. İslamiyet duygusu ağır bastığından; o yıllardan sonra Oğuz boylarına mensup ‘Borçalı Karapapakları’ ve ‘Kazaklı Karapapkları’ artık kendilerini; ‘Borçalı Terekemeleri’ ve ‘Kazaklı Terekemeleri’ olarak ifâde etmişlerdir. 

Borçalı Türkleri’ adlandırması ise; tüm Borçalı coğrafyasındaki Türkleri ifâde etmektedir.

Kadim Borçalı diyarı; Aran Borçalı ve Dağ Borçalı olmak üzere iki kısımdan oluşur. Yüzölçümü yaklaşık 7.000 kilometre karedir. Bu gün itibariyle Ermenistan, Rusya ve Azerbaycan sınırları içinde kalan topraklar hâriç, Gürcistan arazisinin yaklaşık %10’u Borçalı Türklerinin yaşadığı topraklardır. Borçalı diyarı günümüzde Gürcistan yönetimi altında Rustavi şehri ile birlikte altı ilçeden; Gardabani (Türkçe adı: Karayazı/Karatepe), Marnauli (Türkçe adı: Sarvan), Bolnisi (Türkçe adı: Çürük Kemerli), Dmanisi (Türkçe adı: Başgeçit), Tetriskaro (Türkçe adı: Ağbulak), ve Salka (Türkçe adı: Parmaksız) rayonlarını içermektedir. Bölgede yedi kent (Rustavi, Marneuli, Gardabani, Bolnisi, Dmanisi, Tetriskaro, Salka) ve sekiz kasaba (Kazret, Tamaris, Büyük Lilo, Gocor, Menglis, Şaumyan, Bedian, Trialet) ve 348 köy vardır. Bu köylerden 204 tanesi Türk köyüdür.

Borçalı bölgesinde bugün itibariyle yaklaşık 500.000’den fazla Türk nüfus vardır. Bu rakam Gürcistan nüfusunun yaklaşık %13’ü civarındadır. Halkı Müslüman’dır. Borçalı diyarı ziraat alanında gelişmiştir ve bu özelliği ile de tanınmaktadır. Borçalı bölgesinin 86 okulunda eğitim dili Azerbaycan Türkçesidir. Günümüz Gürcistan Parlamentosu’nda Borçalı Türklerden 4 Milletvekili vardır. Ayrıca Borçalı Türkleri Gürcistan’ın farklı devlet kademelerinde de üst düzey görevlerde bulunmaktadırlar. Borçalı’da Türk Kültürü’ne ait birçok mimarî eser, mevcuttur. (Kaleler, târihî câmiler, köprüler v.b.) Bunlardan bazıları: Akçakale, Narince Kalesi, Narinkale, Koşulu Kalesi, Köroğlu Kalesi, Sınık Köprü ve Başgeçit Abidesi’dir.  

(İLESAM Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sâhipleri Meslek Birliği Genel Merkezi’ndeki konferanstan özetlenmiştir.)