Merhaba Toprak Can, bu senenin en iddialı dizilerinden biri olan Alev Alev dizisiyle her hafta seyirciyle buluştun. Nasıl bir yolculuktu senin için?

Alev Alev ile her hafta seyirciyle buluşmak benim için hem güzel bir yolculuk hem de güzel bir yola başlama hikayesi oldu. Ben dört senedir tiyatro sahnesinde aktif olan, iki dizide de konuk oyuncu olarak seyirciyle buluşmuş bir oyuncuydum, Alev Alev gibi haftalık bir dizinin içinde olmak elbette çok keyifli oldu. İyi ve akılda kalıcı bir başlangıç olduğunu düşünüyorum; kendi açımdan da beni izleyip ilk kez tanışan seyirciler açısından da.

3 Kadının hikayesinin içinde Ali karakteri nerede duruyordu?

Proje zaten ‘’3 kadın 3 kader’’ sloganıyla yola başladı. Hikayenin odağında olan 3 kadının da birlikte olduğu, yeni tanıştığı ya da kendisini sıyırıp yeniden doğmaya çalıştığı ilişkileri var. Ali, güzel bir birlikteliğin içinde olan, unuttuğumuz o saf aşk ve fedakarlığın tatlı bir örneğini aktarıyordu. Sonrasında başına gelenlerle büyük bir felaketin içine düşmüş olsa da her daim sevdiği kadının yanında olmaya çalışan ancak büyüdüğü kültürden kaynaklı olarak bazen düz, sabit ve ‘’maço’’ tavırlar sergileyen bir delikanlı. Sevdiği kadına zarar gelmesin diye her şartta ona siper olabilen, bu sebeple bazen hatalar yapan bir karakter. Özetle sevdiği kadını, içinde büyüdüğü kültürün getirdiği bakış açısıyla da olsa arkasına itmeyen tam aksine elinden tutup yanına çeken ve destek olmaya çalışan bir adam.

Bu hikayenin seni etkileyen yanı ne oldu?

Hikayeyi okuyup proje üzerine konuştuğumuzda beni en çok etkileyen şey anlatmak istediği ‘’kadın hikayesini’’ metaforik bir şekilde anlatmasıydı. Senaryo bir kadın hikayesi anlatmak istiyor ama bunu her şeyi yakıp kül eden bir yangını temel alarak anlatıyor. Farklı bir aksa yükleyerek harekete geçiriyor. Bu unsurları göz önüne alınca etkileyici bir hikayeyi daha okurken bile görüp, hissedip oynamak istiyor insan elbette.

Üç kadının hayatını değiştiren bir yangın gecesiyle başladı her şey… İki Ali izledik; biri sevdiği kadın olduğunu bilmeden yüzüne çekinerek bakan Ali, diğeri de gönlümün gördüğünü gözümün gördüğüne değişir miyim? Diyen Ali. Hangisi gerçek olandı?

Aslında ikisi de gerçekti. Olaya biraz yukarı çıkıp büyük resimden baktığınızda algılanabilecek bir durum. Çok detaylara inmeye gerek yok düşündüğünüzde oldukça basit bir duygu karmaşası böyle büyük bir felaket için. Ali, canından çok sevdiği, yakın zamanda evlenip hayallerini gerçekleştireceği müstakbel eşini çok trajik bir şekilde yanarak kaybettiğini düşünüyor. Bu büyük bir travma. Olayın hemen sonrasında Şimal zannettiği kadını yanmış bir şekilde karşısında görünce ne yapacağını şaşırıyor, aklına elbette Çiçek geliyor ve bakamıyor suratına. Mide bulantısı ya da o kişiye bakamamak sadece iğrenmekten kaynaklanmaz psikolojik bağlamda düşündüğünüzde. Bu farklı ve hassas bir an. Ali ilk tanışmada gözünün gördüğüne inansa da sonrasında gönlünün gördüğü o derin bağla seviyor karşısındaki kadını. O yüzden ikisi de gerçek.

Ali karakterinin hikayesi senin eline geldiğinde hiç Toprak Can olarak düşündün mü? Sen Ali’nin yerinde olsan ne yapardın?

Elbette düşündüm. Aslında teknik olarak benim yaptığım ve sergilediğim şey ‘’Ali gibi düşünsem ne tepki verirdim?’’ düşüncesinden yola çıkarak yarattığım bir plastik imaj. O yüzden önce soruyu kendinize sonra kafanızda yarattığınız, hakkında bilgi sahibi olduğunuz karaktere soruyorsunuz. Ben Ali’nin yerinde olsam, İskender’i bıçaklamak ve kıskançlıklar dışındaki izlediğiniz her şeyi yapardım.

Sence gerçek aşk nedir? Aşkı bir cümleyle anlatacak olsan hangi kelimeler eşlik eder?

Bence gerçek aşk zaman içinde büyüyen ve iki kişi arasında görünmez bağa dönüşen bir enerjiden ibaret.

Kadın cinayetlerinin, kadına şiddetin her geçen dün daha da arttığı, gördüğümüz, duyduğumuz hikayelerin daha da çok canımızı yaktığı bir dünyanın içindeyiz. Sen de üç kadın hikayesinin içinde yer aldın. Dizinin seyirciye vermek istediği mesajla ilgili nasıl geri dönüşler, yorumlar alıyordun?

Güzel yorumlar aldığımı söyleyebilirim. Evet, Ali bazen büyüdüğü sosyo-kültürel ortamın getirdiği normları ilişkisinin içine katabiliyor. Rüya ile birlikte gittiği davetlerde birilerinin ona sarkmasından, şımarıkça hareketler sergilemesinden, kıyafetiyle ilgili bazı detaylardan rahatsızlık duyabiliyor. Bu tarz durumlarla ilgili haklı olduklarını düşündüğüm olumsuz yorumlar gördüm. Evet ben de gençken bunları yaptım birçok erkek gibi çünkü ben de Ali’nin büyüdüğü mahallelerde büyüdüm. Şuan onaylamadığımız, hele ki böyle bir ortamda hemen yaramızın kaşındığı bir algıyla yaşadığımız Türkiye şartlarında, Ali’nin kendince iyi niyetli korumacı tavırları olumsuz düşüncelere sebebiyet verebiliyor. Ancak Ali böyle bir adam, dünyaya böyle bir yerden bakıyor. Dizide verilmek istenen mesaj çok farklı renklerin bir araya gelmesiyle oluşuyor ve bence ancak bu şekilde oluşabilir. Onun kırmızı çizgileri birçok kişinin canını sıkmaya yeter de artar bile bunu anlayabiliyorum ama dediğim gibi Ali böyle bir adam. Onun dışında Ali’nin karşılıksız sevgisi, fedakarlığı ve bağlılığıyla ilgili gelen güzel yorumlar elbette mutluluk verici.

Ben de Ali gibi mahallelerde büyüdüm dedin. Nasıl bir dünyanın içinde büyüdün?

Ben 14 yaşına kadar İzmir’in Bayraklı ilçesine bağlı olan Cengizhan Mahallesinde büyüdüm. Bilmeyenlerin kafasında canlanması açısından söylüyorum Alev Alev dizisindeki Yedikule’ye her anlamda benzeyen bir mahalleydi. Dönem itibariyle güzel bir çocukluk geçirdim orada. İnsanların samimi, art niyetsiz olması, mahalle sıcaklığı olması bana oldukça hoş bir büyüme ortamı yaratmıştır. Ancak yine de tehlikeli sokakları olan bir mahalleydi. Ali de oralarda büyümüş, o mahallelerin, o dünyanın kurallarına hakim bir delikanlı ancak kendisini oradan sıyırıp daha temiz bir üslupla ilerlemeye çalışıyor. Sonuç olarak hatrı sayılır insanların şoförlüğünü yapıyor ve bu sebeple hali tavrı onları yansıtmakta.

Ali’nin hikayesinin bitme sebebi neydi?

Dizideki genel hikayenin gidişatına bağlı olarak bitti. Ali zaten Çiçek ile birlikte İstanbul’daki ait olmadıkları hayatı bırakıp Antalya’ya gitmek isteyen, planlarını bunun üzerine kuran bir adamdı. Neticede de bu şekilde gerçekleşti ancak Çiçek, Atlas’ı bırakmak istemediği için Ali tek başına gitti. Hikayenin ve karakterin gidişatı sebebiyle Çiçek-Ali ilişkisi bitti doğal olarak.

Ali’nin Çiçek’i her haliyle sevmesi çok güzeldi ama bu aşkın heba olmasına üzüldük. Ali’ye hak veriyor musun?

Ali’nin tavrına değil ancak düşüncesine hak veriyorum. Çünkü Ali içine ister istemez girdiği bu stratejik ve hareketli yaşama ait bir adam değil. Evlenirken de gidip uzaklaşmak istiyordu, başına gelen olaylardan sonra da gitmek istedi doğal olarak. Son olarak yaşanan olaylarda gösterdiği sert tavırlara ve sözlere tam olarak katılmasam da sevdiği kadınla birlikte tüm bu yaşananlardan uzaklaşmak istemesini oldukça haklı buluyorum.

Özellikle şiddetin ve kadın hikayelerin var olduğu projeleri daha çok ekranda izliyoruz. Sence sanat tüm bu kötülüğü iyileştirebilir mi?

Evet son dönemlerde bu tarz projeleri izlemeye başladık. Elbette bir sebebi var ve bunu hepimiz yaşıyor, hissediyoruz. İnsan bir şekilde bir yerlerde isyan etmek, haykırmak, olan biten durumu imajine etmek istiyor. Bu soruya büyük yönetmen Akira Kurosawa’nın şu cümlesinin denk düştüğünü düşünüyorum; ‘’sanat bir iletişim yöntemi değil, ölüme karşı bir dirençtir.’’ Aslında sanat kötülüğü iyileştirir mi tam olarak bilemiyorum ancak direnerek bir şeyleri başardığını, tam tersine çevirdiğini biliyor, örneklerini görüyor ve uygularken de hissediyoruz.

Daha önce seni “Yak Bunu” oyunuyla izlemiştim. Cesur sahnelerin ve etkileyici performansınla bütün alkışları topladın. Oynarken neler hissettin?

Öncelikle çok teşekkür ederim J Yak Bunu oyunu kendi başına zorlu ve bir o kadar da eğlenceli bir oyundu. Oynadığım Larry karakterini, oyunun büyük dramının ve siyah beyazlığının içinde açan kırmızı bir güle benzetmişimdir hep. Rol yapısı itibariyle kontrol etmesi zor ancak kontrolü sürekli olarak elinde tutunca da son saniyesine kadar aşırı derecede keyif veren bir roldü. Benim ikinci oyunumdu ancak ilk ‘’alternatif’’ tiyatro deneyimimdi ve çok istediğim bir biçimdi. Bu yüzden çok mutluydum o projenin içinde yer almaktan. Çekinerek başladığım, acaba altından kalkabilecek miyim diyerek çalıştığım bir karakterdi ancak sahneye çıktıktan sonra gelen olumlu tepkiler beni oldukça rahatlatmıştı. Hem oyun hem karakter hem de kulis anlamında hiç unutamayacağım, tadı damağımda kalan bir projedir benim için.

Henüz yeni, ama güçlü adımlarla oyunculuk kariyerinde hızla ilerliyorsun. Seni bu yolculuğa iten duygunun adı neydi?

Kariyerimdeki ilerleyiş beni mutlu ediyor. Hemen her şey hızlıca olsaydı ilerleyen yıllarla ilgili çekincelerim olabilirdi. Ben bu yolculuğa konservatura girdiğimde bile nereye giden bir yol olduğunu bilmeden başladım aslında. O yüzden beni buraya iten bir duygu var diyemem net olarak. Ben çok keyif aldığım, içine batıp çıkmaktan zevk aldığım ve her insanda olan ‘’oynama’’ dürtüsünü meslek olarak seçtim. Lisede ilk sahneye çıktığımda hissettiğim duyguyu gerçekten hatırlayamıyorum ama o günü unutmuyorum, verdiği keyfi hatırlıyorum. Tünelin sonunu düşünmeden geldiğim ancak şimdi profesyonel olarak devam ettirdiğim bir durumun içindeyim.

İlk sahneye çıktığında veya kamera karşısına geçtiğinde oradan kaçıp, uzaklaşmak istedin mi? Nefesin kesildi mi?

Beni meslektaşım olan arkadaşlarım hep şaşırarak dinlerler bu konuda. Ben sahneye çıktığımda çok rahatlamış hissediyorum. Kalp ritmimi ölçseniz o sırada evimin salonunda otururken attığı hızla atıyordur. Sahneye çıkmadan önce de çok konsantre bir bilinçle beklerim, rahat bir enerji yayarım. Sahnede de fazlasıyla rahatlamış ve her şeyin tamamlanmış olduğu hissiyatıyla devam ederim oyuna. İlk kamera tecrübelerimde de hiç gerilmedim ancak tiyatrodan farklı bir dinamiği olduğu için etrafımda olup bitenlere ayak uydurayım derken çok endişeli bir imaj verdiğimle ilgili geri dönüşler aldım birkaç kez. Ekrana yansıyan şeyler olmadı ama set içerisinde her şeyi takip etmek, oyuna kanalize olmak ve diğer etkenleri umursamamak beni ilk başlarda yordu. Tiyatro kökenli olup kamera karşısında statik bir kurgu içerisinde oynamak ciddi anlamda zorlayıcı olabiliyor.

Hiç başka hayallerin, kurduğun başka bir dünya oldu mu?

Ben çok hayal kuran bir insanım. Farklı meslekler anlamında hayaller kurmam ama varmak istediğim yerle ilgili, sahip olmak istediğim şeylerle ilgili, hayata geçirmek istediğim şeylerle ilgili ya da arzuladığım yaşam biçimleriyle ilgili sık sık hayaller kurarım.

Şimdiki hayalin ne?

Hayallerin elbette sonu ya da bir sınırı olmuyor. Ancak şu sıralar mesleki hayallerden bahsedecek olursam, kendimi daha iyi anlatıp bunu yansıtabileceğim, içinde bulunmaktan memnun olacağım projelere emek vermek ve bunun tatlı yorgunluğunu yaşamayı hayal ediyorum.

Genç bir oyuncu olarak televizyon ekranıyla, tiyatro sahnesi arasındaki o keskin çizgiyi nasıl tanımlarsın?

Aslında iki alan da temel olarak oyunculuk performansı gösterilen alanlar olmasına rağmen içinde bulunduğunuz atmosfer farkından kaynaklanan net ayrımları var. Tiyatroda genel anlamda başı, ortası ve sonu olan bir hikayenin içinde o an var olarak bir performans sergiliyorsunuz. Dizide ise bambaşka günlerde ve zamanlarda farklı sahneler çekiyorsunuz, teknik anlamda sizi destekleyecek ekipmanların ve ekibin hazırlanması ya da aksaması gibi durumlar o sırada ‘’kayıt’’ dendiğinde olumlu ya da olumsuz etkiler yaratabilen unsurlara dönüşebiliyor. İkisi de çok zor alanlar. İkisinde de ustalaşmak ciddi anlamda tecrübe isteyen bir durum. Birini yüceltmek diğerini aşağı çekmek gibi bir düşüncem hiçbir zaman olmadı. Tiyatro akışkan ve canlı, dizi statik ve tekrara dayalı bir dinamikle ilerliyor bence. İkisinin içine de girip performans gösterebilmek zor ve tecrübeyle gelişebilecek şeyler.

Kalabalıkların içinde herkesle bir arada yürüyen bir gençken, şimdi kalabalıkların içinde durdurulan, sevilen, takip edilen, tanınan bir insan oldun. Tüm bunlar sana ne hissettiriyor? Senin için şöhret oyunculukla birlikte gelen bir kelime mi sadece?

İnsanın ilk etapta idrak etmesi güç bir durummuş. Hiç tanımadığınız, hayatınızda ilk kez gördüğünüz insanlar size bir anda güzel şeyler söylemeye başlıyor, ilgi gösteriyor. Siz onu tanımıyorsunuz ama o sizi tanıdığı kadarıyla iyi ya da kötü bir enerjiyle geliyor ya da bakıyor. Bu garip ancak oldukça insanın gururunu okşayan bir durum elbette. Şöhret kelimesi bence bizim çağımız için anlam karmaşasının yoğun olduğu bir kelime. Memlekette iyi, kötü ya da saçmasapan bir şekilde gündem olup şöhret olmanız an meselesi. İnsanların yaklaşımı da buna göre şekilleniyor haliyle. Ben şöhret olmak ya da tanınmak gibi hayalleri olan bir insan hiç olmadım gerçekten. Arzuladığım şey bu olmadı hiçbir zaman. Tanınmanın açtığı kapılar, sağladığı kolaylıklar elbette var ve bu işin güzel tarafı. Henüz sosyal hayatımı etkileyecek bir tanınırlılık noktasında olmadığım için bu ‘’şöhret’’ mevzusunun sevimli taraflarını yaşıyorum bazen. Devamını kestiremediğim keyifli bir süreç benim için şuan.

Bir oyuncu olarak nasıl karakter hikayeleri, nasıl bir dünya senin iştahını kabartır?

Benim özellikle ilgimi çeken hikayeler her daim gözümüzün önünde olan karakterler, hayatlar ya da hepimizin öyle ya da böyle çabucak yargıya vardığımız imajların ötesindeki hikayeler oluyor. Sosyal hayatta ya da yaptığı meslekle farklı yerde duran kişiler ve onların yaşamları çok ilgimi çekiyor. Aklımızın ucuna gelmeyecek mesleklere ya da yaşamlara sahip, sosyal hayatta gözümüze dahi çarpmayan yaşamların irdelendiği dünyalar izlerken de oynarken de iştahımı fazlasıyla kabartıyor. Özetlemem gerekirse popüler olmayan bir mesleğe sahip ya da alışageldiğimiz bir yaşam biçimine sahip olmayan karakterlerin dünyası bence büyük bir sır perdesi ve merak uyandırıcı.

Bundan sonrası için neler düşünüyorsun? Yeni bir proje var mı?

Bundan sonrasında çok daha geniş yelpazesi olan karakterlere hayat vermek istiyorum elbette. Benim için de izleyiciler için de farklı olan, ters köşe olabilecek karakterler ilgimi çekiyor. Kendi vizyonum çerçevesinde inandığım, aktarabileceğimi düşündüğüm hikayeler ve karakterlerle buluşmayı çok isterim. Elbette görüşülen, seçeneklerimizin olduğu güzel projeler geliyor ve değerlendiriyorum şuan için.

Bu keyifli sohbet için teşekkür ederim. Son bir soru daha; Bugüne kadar ki hayat motton nedir?

Hayat, doğru olan şeyi dürüst davranarak yakalamak için yaratılmış bir oyun alanıdır. Tüm kazanımlar ve kayıplar bu çerçevede gerçekleşir.