Geçtiğimiz günlerde, ulusal televizyon kanallarından birinin sabah haber kuşağında şok başlığı altında yayınlanan özel bir haber irkilmeme neden oldu. Haberin özeti şöyleydi: Yabancı  bilim adamları yaptığı bir araştırmayla günde en az bir bardak kırmızı şarap içen kişilerin hızlı bir şekilde kilo verdikleri saptamışlardı. Böylece, özel görüntülerle süslenen haberde, günde asgari  bir bardak şarap içmekle kilo sorunundan kurtulacağı mesajı veriliyordu. Bu, düzepedüz alkol tüketimini alenen teşvik etmekten başka bir şey değildi.
Bu haber bana, son dönemler uluslararası kamuoyunda sık tartışılan “Komite 300” olarak bilinen örgütlenmeye ait olduğu söylenen “Altın milyar” kuramını çağrıştırdı. “Komite 300”, dünyayı yönettiği ileri sürülen 300  seçkin aileye atfedilen isimdir. Bu komitenin ürettiği  teze göre, yedi milyara yaklaşan dünya nüfusu, mevcut doğal kaynakları temel beslenme ihtiyaçlarını karşılayamadığı için, dünyanın farklı ülkelerinde uygulanacak çeşitli toplum mühendisliği stratejileriyle bir milyara düşürülmeye çalışılacaktı. (Bu konuda ayrıntılı bilgi için bkz: John Coleman, The Committee of 300)
Sözü edilen bu seçkin “altın milyar” içine, daha ziyade Batılı ırkların yanında, İsrail ve Japonya’nın nüfusu da yer almaktadır. Bu kapsamın dışında kalanlar ise farklı yollarla tasfiye edileceklerdir. “Altın Milyar” kurgusunun tasarımcıları, amaçlarına ulaşmak için dünyanın farklı coğrafi bölgelerinde çeşitli stratejiler geliştirtirmişlerdir. Bunlardan birisi de alkol tüketiminin teşvik edilmesidir. Özellikle kuzey kutbunda kalan Rusya gibi ülkelerin zaten bol olan alkol tüketimini daha fazla teşvik ederek neslinin tükenmesine çalışılması geliştirilen senaryoların bir parçası olduğu söylenmektedir. Aile yapısının güçlü, geleneklere bağlılığın yüksek ve alkol tüketimi gibi kötü alışkanların düşük düzeylerde olduğu  müslüman toplumlarda ise ayrılıkçılık tohumları serpilmek suretiyle, iç savaşı körükleme gibi daha farklı senaryolar üzerinden tasfiye operasyonu yürütülmesi düşünülmektedir.
Yukarıda özetlemeye çalıştığımız stratejilerle istenilen sonuçlara ulaşılamadığı için, son dönemlerde bir revizyona gitme ihtiyacı hissettikleri anlaşılıyor. Müslüman ülkelelerde ve Türkiye’de, alkol tüketimin hızla yaygınlaşmasını sağlanılması da planın bir parçası olsa gerek. Her ne kadar spekülasyona açık bir kuram olsa dahi sürecin gidişatı bağlamında dikkate alınması gereken bazı hususları içermektedir.  Bu süreçte, kullanmış oldukları yöntemin çok sinsi ve hedef aldıkları kesimin de çok anlamlı olduğunu söylemek mümkün. Nitekim bu sefer kadınlar ve gençlik hedef alınmış gözüküyor. Zira bu stratejileri tasarlayanlar, Türk kadınının Türk aile yapısının omurga kemiğini oluşturduğunu gayet iyi biliyor. Son dönemlerde filmler, diziler ve aşırı tüketim çılğınlığı gibi çeşitli yöntemlerle Türk kadının aileden uzaklaştırılması yönünde önemli “gayretler” verildiğini görüyoruz. Bu gayretlerin son halkası da alkol tüketimini teşvik edilmesi olsa gerek. Bu sefer, kadınları alkol tüketimine teşvik ederek, kilolarını sorun yapan kadınları hedef almış görünüyorlar. Büyük bir olasılıkla, bu sahnelerden esinlenen kimi odaklar, sabah kuşağında alkol tüketimini teşvik eden bu tarz haberler yaparak bunu daha da desteklemek yoluna gidiyorlar.
Hedef alınan diğer bir kesim ise Türk gençliğidir. Gençlik, Türk toplumunun dinamik yapısını oluşturur ve geleceğin teminatı olarak görülür. Aynı zamanda, Türk gençliği taşıdığı potensiyel açısından Batı’nın en çok imrendiği ve özellikle son dönemlerde kendi nüfusunun hızla yaşlanmasıyla yoksunluğunu çokça duyduğu bir kesim. Gençliğin bu özelliklerini dile getirdikten sonra şunu da vurğulamakta fayda var: Türk gençliğinin önemli bir çoğunluğu kendi değerlerine bağlı, çalışkan ve alkol gibi zararlı alışkanlıklardan uzak duran bir geçliktir. Gözlemlerime ve başka ülkelerden yola çıkarak yaptığım karşılaştırmalara dayanarak şunu söyleyebilirim ki, bu bağlamda Türk gençliğinin en önemli avantajı geleneksel aile kurumunun her şeye rağmen ayakta olmasının yanında, bu gençlere hem manevi, hem maddi bağlamda sahip çıkan ve toplumsal duyarlılığı olan çok sayıda vakıf, dernek gibi önemli kurumların mevcut olması. Fakat tüm bu olumlu tabloya  rağmen, yılbaşı akşamı televizyon ekranlarından gençlerin sınırsız alkol kullanımından kaynaklanan vahim sahneleri izlediğimizde tehlike çanlarının çalmaya başladığını hissediyorsun. Şirketlerin okul çağındaki gençlere bedava içki dağıtması bu bağlamda manidardır. Bu sahneleri izlerken, bundan yaklaşık 10 sene önce Türk Dünyası sosyal bilimcileriyle İstanbul’da yapmış olduğumuz bir toplantıda, Orta Asya’dan etkinliğe katılan profesör ünvanlı, yaşlı bir bilimadamının tarihi bir mekanda gördükleri karşısındaki hayretini gizleyememesini hatırladım. Zira o gün hocamız o tarihi mekanda bir elinde çay bardağı, diğer elinde kitap veya gazete okuyan veya arkadaşıyla satranç oynayan çoğunluğu üniversiteli olan gençleri gördüğünde, “Bizim ülkemizde gençler bir araya geldiği zaman mutlaka masada alkollü içecek bulunur, oysa buradaki gençler çay ve kitapla ne güzel vakit geçiriyorlar!” diyerek önemli bir farkı ortaya koymaya çalışmıştı. Hocamız, biraz da geçiş sürecinin sancılarından ileri gelen sorunlardan ve milli kimliklerin yok edilmeye çalışıldığı eski dönemden kalan yanlış tutumlardan dolayı bu coğrafyada, bazı kötü eğlence alışkanlıklarının yaygınlaşmasının, o toplumları kendi geleneklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmasını acı bir gerçeği olarak dile getirmiş oluyordu. Her yıl, hastanelerden alınan resmi kayıtlara göre, yaklaşık 2,3 milyon kişiye alkolik teşhisi konulduğu (uzmanlar gerçek sayının resmi rakamların kat-kat üstünde olduğunu söylüyorlar), her yıl yaklaşık yarım milyon kişi alkolün yol açtığı hastalıklardan yaşamını yitirdiği, hastalıkların erkekler arasında %30, kadınlar arasında %15 alkol tüketimine bağlı olduğu, yine bu sebepten dolayı boşanma, intihar ve cinayet gibi sosyal olayların yüksek düzeyde yaşandığı söylenmektedir. Bunlar daha kayıpların görünen yüzü. Zira sırf bu tür kötü alışkanlıklardan dolayı çok yüksek düzeyde yetenekli insan okulunu ve işini bırakmakta ve neticede bütün bunlar bir insan kaynağı kayıbı gibi ülkeye fatura edilmektedir. En kötüsüyse, alkol tüketimin ergenler arasında son derece yaygın olmasıdır.
Aşırı alkol tüketimin sebebiyet verdiği sosyal sorunların boyutunu daha iyi kavramak açısından, bu konuda en fazla muzdarip olan ülkelerin karşılaştıkları sorunlara göz etmek yeterli. Nitekim her yıl milyonlarca kişi alkolün yol açtığı hastalıklardan yaşamını yitirmekte. Son dönemlerde alkol tüketiminin fazla olduğu ülkelerin yönetimleri bu tehlikeli tablonun önüne geçmek için çok ciddi adımlar atmaktadırlar. Bunların arasında 18 yaşından küçük olanlara içki satışının yasaklanmasından tutun, bazı yerlerde alkol tüketimini yasaklayan kararlara kadar bir dizi etkinlikler mevcut. Fakat uzun süre zarfında oluşmuş ve bir anlamda toplumsal davranış kalıbı haline gelmiş bu tabloyu kısa zamanda dönüştürmek pek mümkün gözükmemektedir. Uzmanlar, alınan önlemlerin sonuç vermemesinin en önemli nedenleri arasında ailelerin çocuklarına bu yönde olumsuz rol model oluşturmalarının yanında  televizyonlarda, filmlerde ve dizilerde çok fazla alkol kullanımının olduğu sahnelerin bol miktarda olmasına da bağlamaktadırlar. Oysa alkol tüketimini önlemeye yönelik bu kaynaklar ve yapılan uğraşlar pekala daha farklı yerlere harcanabilirdi. Yani işin neresinden bakılırsa bakılsın külliyen zarar. İşte böyle bir acı tabloyla ileriki dönemlerde karşılaşmamamız için yapılan uyarılar gözardı edilmemeli, bugünden bir takım önlemler alınmalıdır. Her türlü kötü senaryolara rağmen iyi bir geleceğin oluşturması bize bağlı olduğu ve bu geleceğin manevi değerlere sıkı-sıkıya bağlı olan kuşaklarla mümkün olacağı gerçeğini göz ardı etmememiz gerekir.