2.Dünya savaşı sonunda taş taş üstünde kalmamış, yanmış yıkılmış, harap olmuş ve bölünmüş bir ülke, Almanya’nın savaş sonrası ilk icraatı, okul yol ve hastane yerine, tiyatrolar inşa etmek ve sanatçıları desteklemek  olur. Çünkü ülke imarından önce, savaş sonrası büyük bir travma yaşayan insanların ruhsal ve sosyal rehabilitasyonu en öncelikli konudur.

     Sadece savaş sonrası değil, savaşın en yıkıcı ve en şiddetli anlarında dahi ruhsal yönden yıkılmamak, moral bulmak için o sığınaklarda karanlık soğuk ortamlarda, aç da kalsalar, yokluklar içinde tiyatro oynayan insanlar, yaşanan vahşete meydan okudular.

      Sadece Almanya’da değil, en acımasız Sırp vahşetini yaşayan Boşnakların bodrumlarda en güzel elbiselerini giyerek, süslenerek sanatla ilgilenmelerini ve onların tiyatro oynamalarını medyada yer aldığını unutmadık

    Tiyatro aynı zamanda en etkili eğitim aracıdır, çünkü sahnelenen yaşamın kendisidir, insanlığın ruhudur, duygu ve düşünceleridir. Davranışlara dönüşen duygu ve düşüncelerin arkasındaki inançlar sergilenir sahnede.  Avrupa sanayi devrimini sanatın geliştirdiği zihinsel potansiyeli sayesinde başarmıştır.

   Sanat dedik,  sanatın bir kolu olan tiyatro dedik bir an için ülkemizden insan manzaralarını gözlemlersek rahatsız eden bir sürü manzaralarla hep iç içeyizdir. 
Bir banka oturmuş yediği çekirdeğin kabuğunu yere atıyor,

yürür iken yere tükürüyor, trende otobüste yüksek sesle uzun süreli cepten görüşüyor, otomobilinin camını açıyor küllüğünü boşaltıyor, piknik yerleri berbat halde terk ediliyor, modern görünüşü var ama köpeğinin pislediği kaldırımları temizlemiyor, vatandaş pisliğe basabiliyor, adam motosikletinin susturucusunu çıkartmış patlayan ses düzeyi çekilir gibi değildir…
“karpuz var, domates var” hoparlörden çıkan  metalik ses sinir bozucu! 
Yurt dışından geliyorsun hava alanı, her yer izmarit, kağıt pet şişe dolu ve bu kötü tabloyu 2 saat sonra kanıksıyorsun

    İşyerinde okulda fabrikada çalışma ortamında, verimi düşüren çalışma disiplininden uzaklaşmış toplum, kendisine körleşmiş!

   Birbiri ile oldukça saygısız ilişkiler, itiş kakış, yer kapma metroda inenleri beklemeden içeri girmeye çalışma, yoldan geçene omuz atma dik dik bakma! 
Taciz eden bakışlar… 
Amirler memurlar birbirleri ile didişmekte, komplo kulis tuzak kumpas yalan dolan iftira rüşvet irtikap saygısızlık sevgisizlik nezaketsizlik…

    Say sayabildiğin kadar… Tüm bunların çoğunun içinde üniversite mezunları da   var. En çok dedikodu her yerde olduğu gibi akademisyenler arasında da oldukça yaygın... 
   Ezberci, sorgulamayan ve sınav odaklı okullarımız eğitim değil, öğretim yerleri olmuş.

     Toplumun uygarlaşmasında tiyatroların sanatın bilimin araştırmanın okumanın etkisi tartışılmaz.
    Tiyatro güldürürken sana ayna tutar ne kadar komik tutarsız ve ahlaksız olduğunu yüzüne vurur değerler eğitimine katkıları olur.

   Kendi defosunu sahnede gören insanlar aynada elbisesini saçını makyajını düzeltenler gibi davranışlarını düzeltme yoluna giderler.

     Unutmayalım ki Beden-Ruh-Duygu- Düşünce sistemin parçalarıdır birini değiştirince diğerleri de değişir.

     Davranışları değişenin, duygusu ruhu ve düşünceleri de değişir kısaca tiyatrolar adamı adam eder...
     Tiyatroların eğitim rolü olduğu kadar, gözlem yeteneğimizin artması, genel kültüre olan katkısı toplumsal sorumluluk, empati yeteneğinin artması gibi oldukça fazla olumlu etkileri vardır. Sanat felsefe ve bilim en gelişmiş toplumların temel özelliğidir.