Tiyatro, bir sahnede, seyirciler önünde oyuncuların sergilemesi amacıyla hazırlanmış gösterilerdir. Duyguların ve olayların hareket (jest)ve konuşmalarla farklı bir şekilde anlatılmasıdır. Bizde bugün sizlere hem tiyatrodan hem de hepimiz için bir tiyatro haline gelen daha doğrusu geçip giden bireysel veya toplumsal yaşamımızdan bahsedeceğiz...

Malumunuz tiyatro, bir sahne sanatıdır. Bizim tiyatromuzun sahnesi de bir Türk olarak içeride ve dışarıda yaşadığımız topraklardır... Yaşam oyunumuz oralarda geçer.

Tiyatro eseri, olayları oluş yoluyla gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın bir deyişle tiyatro; "insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı" olarak Shakespeare'in sözüyle de ifade edilir. Ancak önceden yazılmış ve oynayacak oyuncular yönetmen tarafından belirlenmiştir.

Tiyatro eserinin diğer türlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Bizim oyunumuzda hepimizin önünde oynanmakta değilmidir?

Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bize izlettirilen tiyatro edebi olduğu kadar hatta daha fazla siyaset ve toplum mühendisliği içerir... Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi unsurların bütünlüğü söz konusudur. Yaşamımızda da öyle değil mi?

Tiyatro metinlerine "oyun" metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif) ve oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır. Acaba bize izlettirilen "yaşam tiyatrosu"nu hangi fani(ler) yazdı ve kimler oynuyor?

İsterseniz tiyatro ile ilgili verdiğimiz genel bilgileri gelin yaşamımıza uygulayalım ve biz Türklerin yaşadıkları bir tiyatrodan mı, ibaret karar verelim!

Türklerin sorunlarının başlangıcı var oluşlarına kadar gidiyor. Nerede ise hepsi birbiri ile büyük benzerlikler içeriyor... Konuştuğumuz ve tartıştığımız konular ya aynı yada büyük benzerlikler taşıyor...

Küçücük çocuktum büyüklerin en önemli konularından biri taharet idi. Bugünkü büyüklerin konusu da taharet! Hep Ayasofya'yı ibadete açmakla uğraşıyoruz! Ekonomik krizler ve bunlarla bağlantılı fakirlik, yoksulluk, açlık hep aynı! Zenginden alıp fakire erzak dağıtıyoruz! Ama hiç aklımıza fakiri zenginleştirmek cahili eğitmek gelmiyor! Ülkenin koca koca hemde ünvanlı adamları yüzlerce yıllık konular hakkında abuk sabuk konuşuyor ve tartışmaları önümüzdeki yüzyıllara olduğu gibi aynen taşıyorlar! Halen bir türlü bulamadığımız adaleti arıyoruz! Askerimiz hep fakirden! Ülkemin milliyetçisine, solcusuna, dincisine, liberaline, siyasi partilerine ve genel başkanlarına bakıyorum da, onlarda tiyatro haline gelmiş yaşamımızın ya ışıkçısı, ya dekorcusu yada suflörü!

Ben görüp geçirdiklerim itibariyle Türklerin yaşamı ile ilgili bu oyunun bir tiyatro olduğuna, oyunun bir yerlerde kalemi kuvvetli yazarlarca yazıldığına, yaşadığımız topraklarda sahneye konulduğuna, oyuncularının, ışıkçısının, dekorcusunun, suflörünün bulunduğuna ve bizim de bu oyunu bıkmadan usanmadan tekrar tekrar ve alık alık seyrettiğimize adım gibi eminim!

Ben bundan sıkıldım! Siz sıkılmadı iseniz demek hala aynı tiyatroyu seyrettiğimizin farkında değilsiniz! Halbuki benim gibi bir çok tiyatro eleştirmeni sizi hep uyarıyor...

Gelin bizi enayi yerine koyan ve devamlı surette aynı tiyatroyu bize izleten düzenden kurtulalım! Yoksa şöyle güzel bir oyun seyretmeden bizden öncekiler gibi bu dünyadan gelip geçeceğiz!