TIP'TA DESTAN YAZAN YİĞİT

Abone Ol

 

"Ülker Tıp Terimleri Sözlüğü" destanımsı bir çalışmanın ürünüdür. Destan sayılması gereken, görkemli bir anıt gibidir. Alanında çok değerli, eşsiz bir yapıttır.

 

93.000 tıp teriminin Türkçe karşılıklarını içermektedir. Tıpla ilgili sözcükleri barındırmaktadır.

 

Sanki Türkçenin Tıp Korusudur bu çalışma bize

 

Yabancı kelimeleri Türkçeyle getirmiş dize

 

 

İşte bu dev eser sevindirdi bizi epeyce

 

Bu çığırdan yürüyecek kimseler olur nice

 

*

 

Geleceğe bu ümitle bakarken; geleceği hazırlayacak dokundurmalara eğilelim biraz:

 

İlaç kutularındaki içerik bildiren, kullanışı anlatan, yan etkileri belirten tarif-name hemen hemen tamamiyle lâtince kelimelerden oluşuyor. Anlayana aşk olsun.

 

Bu kapalılıkla, bu anlaşılmazlıkla acaba tıpçılar kendilerinin kıymetini arttırmış mı oluyorlar? Yoksa bilinmezlik perdesi arkasına sığınarak değerlerini ortaya koymuş mu bulunuyorlar?

 

Sanki böyle yapmazlarsa, yüzlerine bakılmayacak...

 

Sanki böyle yazmazlarsa, gözden düşecekler...

 

Sanki böyle meçhûllük arzetmeseler, yüzlerine bakılmayacak mı sanıyorlar?

 

Böyle düşünmeseler bile, bu durum bizleri öyle düşünmeye sevkediyor.

 

Oysa bu görüntü çok yanlış!

 

Çok yersiz! Hiç bunlara lüzum yok.

 

Doktor, hekim, tabib ne dersek diyelim, onlar; her zaman en değerli, en lüzûmlu, en önemli kişiler olagelmiştir.

 

Öyleyse bu yersiz bilinmezlik/meçhullük perdesini aradan çekip indirelim.

 

Tıp kitapları okumakla doktor olunmaz.

 

Tıpkı hukuk kitapları okumakla hukukçu olunamayacağı gibi.

 

İlaç kutularının içindeki tarif-nameler, açık-seçik Türkçe olduğunu kabul edelim. Bunları okumakla da asla ne doktor olunur ne eczacı.

 

Öyleyse niye bu yabancı kelimelerin arkasına sığınma saplantısı içindeyiz.

 

Niçin Lâtin kelimelerin ardına saklanma ihtiyacını duyuyoruz?

 

Anlaşılmaz kelimelere sarılmak bir gereksinim mi acaba?

 

Oysa ilaç kutularının üstündeki yazılar ve içindeki açıklayıcı cümlelerle; ne doktorluk elden gider ne eczacılık mesleği...

 

Ama Türkçe'de hiç olmayan kelimelerle tarif-nameleri doldurmak, güzel Türkçemizin kan kaybına sebep oluyor.

 

Her geçen gün dirilik ve zindeliğinin zayıflamasına yol açıyor.

 

Bizleri birbirimize bağlayan bağlar gevşiyor, inceliyor.

 

Bu gidişle, zamanla kopacak hâle gelmesi bile mümkün ve olası.

 

Üstelik milleti millet olmaktan çıkarır, birbirine yabancı yığınlar hâline getirir.

 

Bu biraz da tıbbın kaynağı olarak sırf Batı'nın bilinmesi yanlışlığından ileri gelmektedir.

 

Oysa Avrupa Ortaçağ karanlığında bunalıp dururken ve bu zincirleri kırmaya çalışırken; hemen yanıbaşında Endülüs Emevî Devletinde ve bunların devamı İslâm devletlerinde Tıb; en makbul bir ilim olarak zirvedeydi.

 

Avrupa gençleri tahsil için Endülüse/İspanya'ya koşuyorlardı. Hattâ ortaçağ papazları gençlik elden gidiyor diye dizlerini dövmekteydiler. Çünkü Avrupalı gençler, ilim için Müslüman Endülüse koşuyor. Arapça öğreniyor. Papazları çileden çıkarıyorlardı.

 

Yani demek istiyorum ki tıbbın temelinde sırf Batı yok. Sadece Latince var değil.

 

Eski Yunanda canlanan tıp ilmini Müslüman tıp âlimleri yanlışlıklarından ayıklayarak doğru temele oturttular. Tıbba, doğru akış verdiler. Doğal sürecini başlattılar.

 

Haçlı seferlerinin doğurduğu ilişkiler, Sicilya ve Endülüs kanalı ve hatta Osmanlı ülkesinden öğrendikleriyle Tıp ilmi Batı'da filizlenmeye başladı. Ve kaldığı yerden Batılılar Tıp ilmine katkılarda bulundular. Gelişmesini sağladılar.

 

Öyleyse yersiz aşağılık komplekslerden sıyrılalım. Her ilim gibi Tıp da insanlığın müşterek malıdır. Kimsenin inhisar ve tekelinde değildir. Elbette güzel Türkçemizin her şeyi ifade imkân ve yeteneği vardır. Türkçeyi ihmal etmeyelim. İkinci plâna itmeyelim. Türetmeye elverişli olduğunu bilelim. Yabancı dillerin sayısını; hiç olmazsa en aşağı seviyeye indirelim.

 

Bunun mümkün olacağına inananların son ve en büyük halkasını Sn. Prof. Dr. Süreyya Ülker hocamız gerçekleştirmiştir. Öyle bir çığır açmıştır ki, arkadan geleceklerin, onu izleyeceklerin sayısı hep artacak, inanın hiç eksilmeyecektir.

 

"Sebep olan yapan gibidir." hükmünce Sn. Süreyya Ülker hocamız; kendisinden sonra yapılacakların da yapıcısı sayılır. Ne mutlu ona. Ve ne mutlu bu millete ki, böyle çalışkan kişileri, arasından çıkarmasını bilmiştir.

 

*

 

Öyleyse Sn. Süreyya Ülker hocamıza en yerinde teşekkür şu olmalıdır:

 

Tıp mensupları ister akademik personel ister öğrenci olsun eserine sahip çıkmaktır. Tıbbın başucu eseri olmaya lâyık bu yapıtı almak ve aldırmaktır.

 

Tabii ki, Türkçe âşığı kimselerin de esere bigâne/lâkayt ve kayıtsız kalmaması içten temennimizdir.

 

Unutmayalım ki "Mârifet, iltifata tâbidir." "İltifatsız meta' zâyidir."

 

Hocamızın daha da verimli olması; bilelim ki bizlerin elindedir. Bizlerin ona sâhip çıkmasına bağlıdır. Bizlerin ona sâhip çıktığımızı bu şekilde göstermekle kabildir. Akan bir çağlayanı akıtmaz davranışlardan kaçınmak da üstümüze düşen hayatî bir görevdir.