YORUMCULARA CEVAPLAR VE MUTALALAR!.. (7/07)

“SENETÜ’L- HÜZN” (HÜZÜN SENESİ 1957)  (5)

Bir taraftan devrin baş vekili merhum Adnan Menderes talimat veriyor. Meclis Reisi Refik Koraltan değilse bile, meclis reis vekilleri ve meclisin kahir ekseriyeti baş vekil Adnan Menderes’in yanında. Fakat İttihad ve Terakkî bakiyesi tek parti mütegallibenin devamı, komitacı, Kuvva-i Milliyenin galip hocası “Seni sevmek ibadettir” diyecek kadar “Atatürkçü” Müslüman Türk Milletinin ruh kökünün düşmanı Celal Bayar etrafında tek parti mütegallibe CHP zihniyetinin devamı bazı vekiller ve milletvekilleri diğer tarafta...

Aziz Milletimiz 14 Mayıs 1950’de bütün dünyayı hayretler içinde bırakarak “Beyaz bir devrimle” 27 yıl devam ettirilen mütegallibe ve diktatörya idaresini al aşağı etmiş, kahir bir ekseriyetle Demokrat Parti’yi iktidar yapmıştı. Demokrat Parti içinde gece ile gündüzün zıddiyeti kadar birbirine zıt iki grup vardı. Mağdur ve mazlum baş vekil Adnan Menderes’in yanında ekseriyeti teşkil eden, gerçekten Aziz Milletimizin temsilcileri vardı. Sayıları az da olsa Reisi cumhur Celal Bayar’ın etrafında tek parti mütegallibe CHP zihniyetinde kadim din düşmanı vekiller ve milletvekilleri vardı. Vekiller arasında, hatta çocukluk arkadaşı çok sevdiği ve yakını hisettiği için kendi soyadını verdiği ve kendisini Millî Müdafaa Vekilliğine getirdiği Ethem Menderes bile kendisine ihanet etmiş, Celal Bayar ile birlikte hareket etmiş bilahere ihtilalciler ile birlikte hareket etmiştir.

Bu zıddiyet vasatında beklenilenin aksine dindarlara, din alimlerine, din eğitimine karşı CHP  zamanında bile reva görülmeyen mezalime başvurulmuştur. CHP zamanında çıkarılan bazı kanunlarla bir taraftan Ankara Üniversitesi bünyesinde bir İlahiyat Fakültesi açılmış,İmam Hatip okulları tedrisata başlamış, Maarif Vekaletine bağlı okullara din dersi konulmuş ama kuş uçmaz kervan geçmez dağ köylerinde, köy imamlarının veya köy halkından birisinin çocuklara zarurat-ı diniyelerini öğrettikleri için talebe ile birlikte jandarma karakollarına celp edilip küçücük çocukların hocalarıyla birlikte sıra dayağından geçirildikleri, yer yer tırnaklarının kerpetenlerle söküldüğü de bir vakadır.

Devrin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel “Demokrat Parti tek başına 10 yıl, biz Adalet Partisi-Doğruyol Partisi olarak takriben 16 yıl tek başına iktidar olduk; fakat üç bakanlıkta asla muktedir olamadık. Bu Bakanlıklardan ikisi önlerinde “millî” kelimesi olan eskiden Maarif Vekaleti, şimdilerin Millî Eğitim Bakanlığı, diğeri eskilerde Millî Müdafaa Vekaleti, şimdilerde Millî Savunma Bakanlığı. Bir de biz hiç bir zaman mülkiyede iktidar olamadık. Mülkiye, Mülkî İdari Amirlikler,   eskilerde nahiye müdürleri, kaza kaymakamları ve vilayet valileri ve bütün bunların bağlı bulunduğu, eskiden Dahiliye Vekili, şimdilerin İçişleri Bakanlığı.

Demokratik Parlamenter sistemlerde, rejimlerde bakanları Başbakan inha eder, seçer, sembolik olarak Cumhurbaşkanının tasdikine arz eder. Bu bakımdan bakanlar doğrudan Başbakan’a bağlıdırlar. Ne hazindir ki Adnan Menderes hükümetlerinden bazı bakanlar Menderes’e değil de doğrudan cumhur reisi Celal Bayar’a bağlıymış gibi davranıyorlardı.Demokrat Parti’nin iktidarda bulunduğu dönemlerde, Menderes’e bağlı değil de Bayar’a bağlı bakanların teşkilatı, Süleyman Efendi Hazretlerine tek parti mütegallibe CHP zamanında bile görülmemiş mezalimde bulunrdular. Yıl 1953 bir İslâm ülkesi olan Cezayir Fransa’ya karşı istiklal mücadelesi veriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Birleşmiş Milletlerde yapılan oylamada Cezayir aleyhine ve Fransa lehine oy kullanıyor. Süleyman Efendi Hazretleri Selatîn camilerinden birisindeki vaazında ”Bizim istiklal mücadelemiz, kurtuluş savaşımız ne kadar meşru ise, Cezayir’in istiklal mücadelesi, kurtuluş savaşı da o kadar meşrudur.” buyurduktan sonra, cemaati Cezayir’li kardeşlerimizin istiklallerine kavuşabilmeleri için dua etmeye davet eder. Bunun üzerine, emniyete celb edilir. Sirkeci’deki Sansaryan Hanının bodrum katında bulunan, kapısında hâşâ! ”Burada Allah yoktur, burada insaf ve vicdan yoktur” yazılı şehir lağım şebekesinin içinden aktığı, kedi büyüklüğünde lağım farelerinin, burada kalanların kulak ve burunlarını kopardığı, Almanya’dan ilham alınarak burada ilk defa 1944 yılında Turancılara Türkçülere uygulanan tabutluk denilen işkence aletlerinin bulunduğu “müteferrikaya tıkılır. Mevcut kanunlarda dua etmenin, dua ettirmenin suç olmadığı gerekçesiyle çıkarıldığı mahkeme serbest bırakılır.

Süleyman Efendi Hazretlerine sağlığında mücadele ve mücahade yıllarında yaptıkları mezalim yetmezmiş gibi, zulümllerine irtihalinde de devam ettiler. Süleyman Efendi Hazretleri 16 Eylül 1959’da irtihal buyurduğunda hayatta ya hiç dersiam kalmamıştı ya da hafızam beni yanıltmıyorsa bir iki kişi kalmıştı. Fatih Camii Haziresinde zaten az sayıda kalan dersiamlar için, Fatih Sultan Muhammed Han’ın makam türbesinin kuzeyinde kabir yerleri tahsis edilmişti. Ayrıca baş vekil merhum Adnan Menderes, devrin İstanbul Valisine hazirelerden sorumlu İstanbul Vakıflar Başmüdürüne telefonla talimat  vermişti. Buna rağmen Celal Bayar’ın emir ve talimatıyla hareket eden devrin Dahiliye Vekili Namık Gedik, İstanbul Valisi ve Belediye Reisi Kemal Aygün’e ”Kesinlikle Fatih Camii Haziresine defnedilmeyecek, cenaze alayının İstanbul tarafına geçişine izin verilmeyecek,  Anadolu Yakasında bir yerde bir çukur kazılacak  ve oraya atılacak” diye talimat vermiştir.

17 Eylül 1959 Pearşembe günü, İstanbul’da olağanüstü hal ilan edilmiş, Galata Valide Köprüsü ile Unkapanı Köprüsü açılmış, Üsküdar Kabataş arasındaki arabalı vapur seferleriyle tüm şehir hatları seferleri durdurulmuş, kayıklarla, teknelerle iki yaka arasına gidiş gelişlere izin verilmemişti. İstanbul Yakasında Fatih Camii civarında cenazeyi bekleyen yaklaşık 50 bin kişinin akşam saatlerine kadar bulundukları yerden ayrılmalarına izin verilmemişti. Defin işlemlerinin Karacaahmed Sultan’da herhangi bir hadise mahal bırakmadan defnedildiğinin bilidirilmesi üzerine köprüler trafiğe açılmış, vapur seferleri başlatılmış, İstanbullular normal hayatlarına ancak başlayabilmişlerdi.

Cilve-i Rabbânî ve garip tecellîye bakınız ki hazreti üstazımızın irtihalinden 7 ay 10 gün geçmişti ki, 27 Mayıs 1960 Cuma günü bir darbe-i hükümet gerçekleştirilmiş, darbecilerin sakıt, sabık düşük, eski, kuyruk diye vasıflandırdıkları Demokrat Partinin Cumhurbaşkanını, Başbakanını, bakanları ve bütün milletvekillerini belli yerlerde tutukladılar. Ankarada bulunan bakan ve milletvekillerini Kara Harp  Okulunda topladılar. Süleyman Efendi Hazretlerinin irtihali ve defni sırasında “Anadolu yakasında bir çukur kazsınlar ve oraya atsınlar” talimatını veren devrin Dahiliye Vekili Namık Gedik de Ankara’da Kara Harp Okulunda tutuklananlar arasındadır. Ne olduysa, rivayetler muhtelif, bir rivayete göre Kara Harp Okulunun dördüncü katından aşağıya atlayarak intihar ettiği, bir başka rivayete göre, Kara Harp Okulu talebesinin kendisini okulun dördüncü katından aşağıya attıkları. Her ne şekilde olmuşsa netice değişmiyor. Pekiyi! Cesedine ne işlem yapılmıştı?

Bir Müslüman mevta için yapılması gereken hiç bir şey Namık Gedik için yapılmamıştı. Gasli yapılmamış, teçhiz-ü tekfin olmamış, cenaze namazı kılınmamış, Ankara Belediyesi Mezarlıklar Müdürlüğü vazifelileri, Karşıyaka Mezarlığında bir çukur kazmışlar, bu çukura atmışlar ve üstünü toprakla örtmüşler. Ve yine garip bir tecelli, yıllar sonra Ankara Belediyesi defin masraflarını, eşi Melahat Gedik’ten icra marifetiyle tahsil etmiştir...