Galiba Avrupa, Hristiyanlıktan, haçlı intikam duygularından, Türk düşmanlığından, bu coğrafyaya dair emperyalist emellerinden vazgeçti ve hidayete erdi! Bu arkadaşlar, Avrupa Birliği’nden her türlü hakareti görmüş olmalarına, hak aramak için başvurdukları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden yüz geri edilmelerine rağmen bunlarda Avrupa Birliği, hastalıklı bir aşka dönüştü ve habire Avrupa Birliği sevdası içinde sarhoş bir şekilde dolanıp durmaktadırlar. 
“İngilizler bizi yönetmiş olsaydı mutlu olurduk” söylemini genelleyerek “bizi Hristiyan Avrupalılar yönetsin” şeklinde anlayabiliriz. Yani, bunu “Türkiye’nin siyasetinin, yönetiminin, ekonomisinin, eğitiminin, kültürünün, bütün karar yetkilerinin Avrupa Birliği’ne devri iyi olur”, demek olarak anlayabiliriz. Bu, Türk millî hâkimiyetinin adım adım aşındırılması ve zamanla yok edilmesi sürecidir. 
Şimdi bilgi ve bilinç eksikliğiyle malul o tesettürlü hanımın İngiliz severliğini anlamaya çalışalım. Muhtemelen o, başımızda İngilizler olsaydı biz dinimizi daha özgürce yaşardık demek istedi. Meseleye din bakımından yaklaştı. Biz de madem öyle, Batı emperyalizminin ekonomik, toplumsal, siyasi, kültürel vs yönlerini bir tarafa bırakıp din açısından, İslam açısından irdelemeye çalışalım. 
İslamî hassasiyet saikiyle İngiliz himayesini isteyen o tesettürlü hanıma ve kayıtsız şartsız tam teslimiyetçi Avrupa Birlikçilerine hemen şunu hatırlatalım. “Ey iman edenler, Yahudileri de, Hristiyanları da kendinize dost ve üstünüze hâkim edinmeyin. Onlar ancak birbirinin dostlarıdır. İçinizden kim onları dost ve hâkim edinirse o da onlardandır. Şüphesiz Allah o zalimler güruhuna muvaffakiyet vermez.” ayetinden siz ne anlıyorsunuz? Bize bir tefsir edin, bilmediğimiz çok derunî, sırrî, işarî, batınî manaları varsa bilelim. Yoksa bu, manasını hiç kimsenin anlayamayacağı müteşâbih ayetlerden  midir?
Ayrıca İngilizci arkadaşların kendisine itibar ettiğini sandığım bir araştırmacı olan İhsan Süreyya Sırma, Sömürü Ajanı İngiliz Misyonerleri adlı kitabında bakın neler söylüyor:
“Misyonerler, devamlı olarak Osmanlı Devleti’ni sömürücü, kendilerini de bu sömürüden kurtarıcı (libérateur) olarak gösteriyorlardı. A. Bardey, bir dağlı Yemenlinin kendisine şöyle dediğini iddia etmekte veya dememişse bile demiş gibi göstermektedir: “Que les nousrani (chrétiens) vienent donc, nous les aiderons a chasser les Turcs” (= Artık şu Hristiyanlar gelsin; biz Türkleri kovmak için onlara yardım edeceğiz.)” (s.13)
Şimdi bu ifadelerin bugün de değişik bir şekilde aynen tekerrür ettiğini görmek insanı hayrete düşürüyor. Bugün de batılılar ve onların PKK gibi yerli işbirlikçileri, Türk Devletini zalim, sömürücü, baskıcı, insan haklarını, kültürel hakları yok edici, özgürlükleri kısıtlayıcı, antidemokratik, militarist olarak propaganda etmiyorlar mı? Bunun karşısında kendilerini yani Avrupa Birliğini de bu baskılardan kurtaracak, özgürlük ve demokrasi getirecek bir kurtarıcı olarak propaganda etmiyorlar mı? Bu propagandaların etkisiyle “artık şu Hristiyanlar gelsin” demiyorlar ama, aynı anlama gelecek olan Avrupa Birliği gelsin, biz onlarla işbirliği yapacağız, Türkleri de devlet yönetiminden kovacağız, demek istiyorlar.
İngilizler bizi yönetseydi, onların sömürgesi olsaydık daha iyi olurduk, inancında olan bazı dindar kişilere, İslamî cemaat, vakıf, dernek, tarikat, parti patırtı mensuplarına çok sevdiklerini ve fikirlerine yüzde yüz katıldıklarını zannettiğim Mehmet Âkif Ersoy’un Millî Mücadele sırasında Kastamonu Nasrullah Camii’nde verdiği bir vaazdan İngilizlerin ne olduğunu, bizim için ne gibi iyilikler düşündüğünü, neler yaptığını ve yapmak istediğini açıklayan bazı bölümlerini aktaracağım. Umarım Müslümanlık konusunda hassas olan insanlarımız biraz da millî konularda aynı hassasiyeti gösterirler. Dinî şuurun yanında millî şuurun da ne kadar önemli olduğunu idrak ederler. Zira bağımsız bir millet ve o milletin bağımsız millî bir devleti yoksa Müslümanlıklarını nesiller boyu devam ettirmeleri ve toplumsal çapta yaşamaları zordur. Merhum Âkif şöyle diyor:
“-Neden İngilizler İstanbul'u doğrudan doğruya kendisine almasın da Yunanlılara versin?
İngilizlerin bu kadar büyümesi müttefiklerinin işine gelmiyor. Binaenaleyh payitahtımızı (başkentimizi) da alacak olursa araları büsbütün açılacak. Ancak hem Rumeli'yi, hem Aydın vilâyetini elinde tutabilmek için Yunanlılar kuvvetli bir donanmaya muhtaçtır. Bunu ise çaresiz İngilizlerden tedarik edecek. Anlaşıldı ya İstanbul'un Yunan elinde bulunması demek, daima donanmasına muhtaç olduğu İngilizlerin elinde bulunmak demektir. Rumeli'nin, İstanbul'un, Aydın vilâyetinin Yunanlılar elinde bulun ması ne demektir, biliyor musunuz? Oralarda tek bir Müslüman kalmaması demektir. Vaktiyle eski Yunanistan'la Mora'daki halkın yarısı Rum ise yarısı da Müslümandı. Bugün o havalide tek bir dindaşımız kalmamıştır. Bu musalaha (anlaşma) mucibince (gereğince) verilecek memleketlerde de bir müddet sonra aynı hâl zuhura (meydana) gelecektir. Evet, Müslüman ahâlî katliam ile korkutularak hicrete (göçe) mecbur edilecektir.
Bu muâhedenin (anlaşmanın) ta'kip ettiği maksat şudur: İngilizler bizden mümkün olduğu kadar fazla adam öldürtmek, kendisinden son derecede az insan harc etmek istiyor. O sebepten bir taraftan Rum, Ermeni çeteleri teşkil edecek; bunlara para, silâh dağıtarak Türkler arasında katliam yaptıracak; diğer taraftan da Müslümanlar, Türkler arasından para ile yahut iğfal ile adamlar bularak bizi birbirimize doğratacaktır ki bu zaten olup duruyor.
Şimdi bir mühim mes'ele var. Onu tetkik edelim: Neden İngilizler bizim mahvımızı te'min (yok olmamızı gerçekleştirmek) için bu kadar uğraşıyorlar? Evet, bunlar harb-i umûmînin bidayetinde (Birinci Dünya Savaşı’nın başlangıcında) "Biz bütün milletlerin istiklâli (bağımsızlığı) için harbediyoruz!" tekerlemesini muttasıl (sürekli) tekrar edip durdukları için mahkûmiyetleri altında bulunan yüz milyon Müslümana da istiklâl sevdası geldi. Mısır'da, Hint'te birbiri ardınca isyanlar başladı. 
Vâkıa (gerçekte) İngiliz bu isyanları kendisine mahsus olan müthiş bir vahşetle (vahşilikle) bastırdı. Lâkin bunların bir daha baş kaldıramamaları için dünyada hiç bir Müslüman memleketin müstakil (bağımsız) kal maması lâzımdı. Mütarekeden sonra ise müstakil olarak iki Müslüman hükûmet kalmıştı ki biri biz idik. Diğeri de İran idi. Biliyorsunuz ki İran hükûmet-i İslamiyyesinin (İslamî hükûmetinin) icabına baktılar. İngiliz himayesini la'net halkası gibi Acemlerin boynuna geçirdiler. O hâlde yalnız biz kaldık. Ey cemaat-i Müslimîn! İngilizin asıl düşmanlığı bizedir. Çünki biz asırlardan beri hilâfeti elimizde tutuyoruz. Asırlardan beri âlem-i İslamın başında olarak ehl-i salîble (Haçlılarla) çarpışıyoruz. Dünyanın bütün Müslümanları selâmetlerini, necat larını (kurtuluşlarını) yıllardan beri müştak oldukları (arzuladıkları) istiklâllerini bizden bekliyorlar. 
Yüzlerce milyon Müslümana nisbetle (oranla) bizim bir avuç mesabesinde (hükmünde) olan halkımızın ne ehemmiyeti vardır? demeyiniz, iyi biliniz ki bu bir avuç halkın bütün âlem-i İslamda (İslam dünyasında) pek büyük mevkii, pek büyük itibarı vardır. Bütün Müslümanlar bilirler ki maazallah (Allah korusun) Saltanat-ı Osmaniye'nin (Osmanlı Saltanatının), Hilâfet- İslamiyye'nin (İslam halifeliğinin) devrilmesi bütün cihan-ı imanı (Müminleri) sarsacaktır. 
Bütün Müslüman yurtlarını en müthiş zelzelelere tutulmuş gibi hasara uğratacaktır. Mütarekeyi müteâkip Mısır'da, Hint'te hatta dün elimizde iken bugün işgal altında bulunan Irak'ta, Suriye'de zuhur eden (ortaya çıkan) ihtilâller, isyanlar, kıyamlar gösteriyor ki biz Osmanlı Müslümanları öyle âlem-i İslamın ve dolayısıyla ve düşmanlarımızın lâkayıt kalabileceği bir küme değiliz. O sebepten İngilizler bizi büsbütün mahvetmeğe ne kadar çalışsalar kendi menfaatleri nâmına o kadar haklıdırlar. Ama diyeceğiz ki:
Bugün bütün dünyaya hâkim olan İngiltere satveti (zorbalığı) karşısında bizim ne ehemmiyetimiz olur ki herifler senin dediğin gibi bizim günün birinde büyüyeceğimizden korksunlar da bu kadar ihtiyatlara (tedbirlere) lüzum görsünler?
Yanılıyorsunuz, iş öyle değil. Avrupalılar yalnız bugünü, bugünkü hâdisâtı (olayları) seyretmekle kalmazlar. Onlar yarını, gelecek seneyi, hatta gelecek asrı, hatta bir kaç asır sonunu tahmin etmek, hesap etmek isterler.
Heriflerin siyaseti müthiştir. İşte o müthiş siyaset sayesinde ken dileri ne oldular, bizi ne hâle getirdiler, görüyorsunuz. Binaenaleyh velev bir kaç vilâyetten ibaret bir Anadolu hükûmetinin kalmasına bile kendi ihtiyarlarıyle (istekleriyle, rızalarıyla) yani muztar (mecbur) kalmadıkça, kâbil (mümkün) değil, razı olamazlar.
-Pek a'lâ! Ne yapabiliriz? Uzun zamanlardan beri devam eden dahilî, haricî muhârebeler, (iç dış savaşlar) bilhassa Balkan muhârebesiyle (savaşıyla) şu harb-i umûmî (Birinci Dünya Savaşı) bizde can bırakmadı, kan bırakmadı, para bırakmadı, hiç bir şey bırakmadı. Düşman ise bu kadar kuvvetli. Şerâit-i sulhiyeyi (barış şartlarını) çârnâçar (mecburen) kabul edeceğiz. Bu tıpkı silâhsız bir adamın dağ başında müsellâh (silahlı) haydutlar tarafından kuşatılmasına benzer, ister istemez eşkıyanın emrine boyun eğecek...
Pek doğru! Yalnız iki nokta var. Bir kere o müsellâh haydutlar or talarına aldıkları bîçâreden parasını isteseler, üzerindeki elbisesini is teseler, ayağındaki pabucunu, başındaki külahını isteseler biz de vermesini tasvip ederdik (uygun görürdük). Lâkin bununla kanaat etmiyorlar ki. Bîçâre herifin kollarını, bacaklarını kestikten sonra:
-Boynunu uzat! Kafanı da ver! diyorlar. Madem ki teklif bu kadar ağırdır, artık bunu hiç kimse kabul edemez, ister istemez dişiyle, tırnağıyle uğraşır, çabalar. Nefsini (kendini) imkânın son derecesine kadar müdafaaya bakar.
Ey cemaat-ı Müslimîn! İşte bugün bizden istedikleri, ne filân vilâyet, ne falan sancaktır. Doğrudan doğruya başımızdır, boynumuzdur, hayatımızdır, saltanatımızdır, devletimizdir, hilâfetimizdir, dinimizdir, imanımızdır.
Bir de o müsellâh olduğunu kabul ettiğimiz haydutların başları pek boş değil. Korktuktan tehlikeler var. Biz zarurî olan müdafaa-i hayat (hayatımızı savunma) vazifesinde biraz daha sebat edecek olursak emin olunuz ki cehennem olup gidecekler.” O zaman Âkif’in “İngilizler” kelimelerinin yeri bugün boş kalmamıştır. Değişen bir şey yok, tarih tekerrür ediyor.