“ -Ne yaptık biz azizim ne yaptık?” der. “İslâm gençliğini yanlış yola sevkettik. İslâmı, sırf siyasetten ibaretmiş gibi gösterdik! İslâm, sırf siyasetmiş diye telkinlerde bulunduk! Oysa bu kitabımda belirttiğim gibi İslâm: ‘İslâm eşit siyaset!’ değildir. Kur’an yüzde doksandokuz ahlâk, yüzde bir siyaset iken, ‘siyaseti bırakalım baştakiler düşünsün’ diyemedik! Biz asıl yapmamız gerekeni ihmal edip; olmayacak, sonu şüpheli hedefler peşinde koştuk durduk! Gençliği de, boş yere peşimizden sürükledik! Bilmedik, bilemedik ki bu zamanda, siyasetle İslâma hizmet edeceğini sananlar, isabet dahi etseler, büyük vebal altındadırlar.”

     Bu samimi ve içten tenkit, eleştiri ve pişmanlık karşısında, ikinci şahıs, başını önüne eğer. “Sükût ikrardan gelir.” hükmünce, hiç bir şey söylemez. Öylece sus pus olur.

     Bu da gösteriyor ki aziz okur!

     Her fikrin, her düşüncenin mutaassıbı yani ona inandığı hâlde, onu doğru şekilde anlamayanı vardır. Yanlış anladığını ölümüne ve öldüresiye savunan vardır.

     Yine her dinin mutaassıbı yani ona körü körüne inananı, ölümüne ve öldüresiye savunanı vardır.

     Özellikle dinin bâzı konularını, kasten değilse bile, farkında olmayarak yanlış şekilde yorumlayan, açıklayan ve onları yanlış olarak hayata geçirenler vardır. Üstelik bunlar sıradan insanlar değildir. Âlim, bilgin kimselerdir. Hem yanılmışlar, hem de yanıltmışlardır.

     Bunlara bakıp, yanlış açıkladıkları fikir, düşünce ve din hakkında; yanlış düşünmek, en büyük yanlış olur.

     Terör yapanları kınar, tel’în eder ve lânetlerken, bir gerçeği de unutmamak lâzım. Yani teröre sebep olanları. Bu insanlık suçuna, insanları itenleri. Bir bakıma, milletleri teröre teşvik edip, isteklendirenleri.

     “Essebebü ke’l-fâil.” yani “Sebep olan yapan gibidir.” evrensel hüküm ve kuralını, gözden ırak etmez olmalıyız. Ne yazık ki bugün teröre savaş açtık diyenler; aslında terörü türeten bataklığın sahipleri ve hazırlayıcılarıdırlar.

     Hepimizin bildiği gibi, kuzu postuna bürünmüş devletler var dünyada.

     Birincisi: Bunların başını çeken ve siyonizmin elinde, onun kuklası olan, üstelik hürriyet ve demokrasi havarisi geçinen Amerika Birleşik Devletleri.

     İkincisi: ABD’nin bir bakıma beyni sayılan ve her hususta, sûreti haktan görünen, masum pozlarına giren, eski balonu sönmüş, anlı şanlı oluşu sözde kalmış İngiltere.

     Üçüncüsü: Her iki devletin de, dolaylı biçimde sinsi ve içten güdücüsü olan İsrail.

     O İsrail ki, her iki devleti de elinde oynatıyor. Bütün bunlara rağmen, bütün dünyada kendilerini mazlum, horlanan bir zavallı millet olarak göstermesini biliyor. Ve bunda kısmen başarılı oluyor.

     İşte bu üç devlet, terör sehpasının üç ayağını oluşturmaktadır. Aynı zamanda son yıllarda İslâmdan değil ama, yazık ki müslümanlardan kaynaklanan -yanlış olarak- “İslâmî Terör” denilen terörün baş sebep ve aktörleridir.

     Çünkü Ortadoğu’da İngiltere’nin 1948’de ebeliğini yaptığı; despot, korsan bir devlet doğdu: İsrail! Kurulduğu değil kurdurulduğu 1948 yılından beri bölgede istikrar kalmadı. Çünkü devlet terörü yapıyor: İstediği zaman, istediği gibi vurup kırıyor, yakıp yıkıyor, taş üstünde taş koymuyor.

     Gâsıp, gasp edici, zorla yerleşici, gecekondu bir devlet olarak Filistinlilere; yıllardır kan kusturuyor. Kadınları dul, çocukları yetim bırakıyor. Yöreyi harabeye çeviriyor. Kudüse tek başına hakim olmak istiyor.

     Yerlerinden yurtlarından edilen mağdur ve mazlum Filistin halkı ise İsraile karşı sapanla, taşla karşı koymaya çalışıyor. Çoluk çocuk demeden ölüm-kalım mücadelesi veriyor.

     İşte bu İsraile bunca yaptıkları yetmiyor. Çevre devletlerin güçlenme çabaları uykularını kaçırıyor. Kendisinde, onlara karşı bir vesileyle musallat olma ihtiyacını hissediyor.

     Son Irak işgali, bardağı taşıran son damla oldu. Boş çıkan bahanelerle Irak; dünyanın gözü önünde barbarca işgal edildi. Öteki dünya devletlerine rağmen bir olup bittiye getirildi. Kanlı şekilde işgal ve istilâya uğratıldı.