Corona virüsü ile beraber, piyasalara da bir fırsat doğdu galiba…
Tahsilat sorunu halihazırda yaşanmaktaydı. Maaş ödemeleri geciktiriliyordu… Şimdi daha da arttı. Piyasada, tabiri yerinde ise yaprak kıpırdamaz oldu…
Bankalar, buna kamu bankaları da dahil… Merkez Bankasının faiz indirimine, enflasyonun düşmesine rağmen kredi faizlerini yavaşça yükseltme eğiliminde…
Ödenmemiş ve hukuki takibe düşmüş, tüketici ve kart kredileri için açıklanmış 21 milyon civarında icra dosyası var. Ayrıca takipteki kurumsal krediler, konkordato ilan edenler ve ödenmemiş ama yapılanma talep etmiş krediler de cabası…
Daha da cabası!.. Kart borcunu kapatabilmek için başka bir karttan çekip vadesi dolan kartın borcunu ödemeye çalışanlar…
Bu kişiler, hatrı sayılır miktardalar ve çoğu asgari ücretli ya da işsiz … Kart atlatmaya bol bol zaman ayırabiliyorlar… “Ali’nin takkesini Veli’ye, Veli’nin takkesini Ali’ye”… Ama borçlarını kapatabilecek gelirleri, birikimi bir türlü oluşamıyor… Böylece borçları, faiz yüküyle birlikte her geçen gün büyüyor ama icra safhasına da gelmiyor…
Taklacı güvercinler misali, olduğun yerde takla atmaya başlarsan, etraftaki atmacalara gün doğar…
Borcu borç ile kapatmak, ana borcu bir türlü kapatamamak… Maalesef ki istikbal açısından sağlıklı değil… Düşünsenize bir dairenin içinde dönmek gibi… İleriye hiç gidememek, olduğun yerde dönüp durmak… Yerinde saymak, hatta faiz yüküyle de gerilemek…
Öncelikle; Bu durumda geleceğin her daim endişe içinde olacaktır. Umutların yeşeremez. Yeni evliysen çocuk bile istemezsin alimallah… Geleceksizliğe mahkûm kalırsın. Önüne her zaman ve her konuda bir barikat çıkar… Ve bu barikat gün geçtikçe büyür… Gölgesi üzerine düşmeye başlar… Karanlık çöker. Dıştan başlar belki karartı, ama hızla içe yansır… Korkarsın, yardım için bağırmak istersin, sesini duyan bulamazsın… Nefes bile almakta zorlandığını hissedersin.
Böyle kötü bir duruma kendini düşürmüşlerin sonu, ancak destanlarda mutlu bitebilir.
Türklerin çok eski bir atasözü vardır; “Mus oglı muyavu togar”… “Kedi yavrusu miyavlayarak doğar”…
Yavru, anne-babaya bağımlıdır yani… Anneden, babadan ne miras kaldıysa onunla doğarsın… Miyavlama da kalabilir, meeleme de… Özgürlükte kalabilir, esarette… Borçta kalabilir, refahta… Toprakta kalabilir, buz parçası da… Teknoloji de kalabilir, hurdalar da… Bilgi de kalabilir, fitne de… Sağlıkta kalabilir, hastalıkta… Övgü de kalabilir, yergi de…
Bunu belirleyen, hangi anne babadan doğduğunun yanı sıra; Anne babanın basiretidir…
Elbette şirketlerde de devletlerde de basiret felsefesi mutlaktır, olmalıdır…
Devlete hükmedenlerin basireti ya da basiretsizliği halkın üzerine âdeta yağar… Basiretli yöneticinin sezgileri güçlüdür. Gerçekleri süzebilir. Asla aldanmaz. Sağduyuludur. Uzakları çok net görebilir. At gözlüğü yoktur, tüm açıları net olarak görür. Tek önem verdiği halkının huzuru ve mutluluğudur. Halkına ve vatanına ayrım yapmaksızın adanmıştır. Kendi için bir şey istemez. Varı yoğu halkıdır. Halkı güçlü olduğu müddetçe, kendinin de gerçek anlamda güçlü olacağını bilir…
Eğer bu “Basiret”, olumlu ise; O topraklara âdeta nur yağar… Barış hakimdir. Halkının arasında dayanışma vardır. Bölünme, tartışma yoktur. Tek tartışma, bilim içindir, gelişim içindir. İstihdam sorunu yoktur. Üretim, gelişim rasyoları yüksektir. Özellikle de tarım ile uğraşmak çiftçi olmak çok özeldir, güzeldir…
Eğer “Basiret” olumsuz ise; Alacaklılar kapıdadır. Borç, başka bir borç ile yamanmaya çalışılmaktadır. Faiz yükü, gün geçtikçe büyür… Bütçede dev bir maliyet olarak yazılır. Vadesi gelen borcu ödeyecek para bulmakta zorlanılır. Ve tekrar borç aramaya çıkılır… Tek dert finansdır. Borç ödemenin yolu yeni bir borç bulabilmekten geçer. Halka fayda azalır. Şeffaflık kavramı kaybolur, kimse bu konuyu hatırlamaz bile… Talimat ekonomisi peydahlanmıştır… Okulda derslerini zorlanmadan, kalma kaygısı olmadan geçebilmiş gençler, yine kaygısız görünür… Gençlerin enerjisi boşa akar…
Gençler TV’de görür. “Yurtdışı ne güzeldir” der… Yurtdışına, gelişmiş ülkelere yerleşmek ister… Ama gidebilenler orada da yapamaz… Çünkü orada kaygısı olmayana yaşam imkânı vermediklerini görürler… Herkes bulunduğu anı güzel yaşar ama gelecek için kaygı duyar ve buna uygun çalışır…
Yine basiret yoksa; Tarım, çiftçi görmesi gereken ilgiyi göremez. Köylüden, “köy” ifadesinden utanılır âdeta ve bir gecede köy isimleri kaldırılır, mahalleye çevrilir.
Gelişmiş ülkelerde enerjiler boşa akıtılmaz… İş, güç vardır. Bilinç vardır… Zirveye çıkmış olsalar bile, zirvede kalmanın kolay olmadığını bilirler… Çok çalışır, kalite üretirler… Harcadıkları zaman içerisinde ürettikleri ürünü yüksek fiyatlar ile satmayı başarabilirler… Kendilerine ayırdıkları vakitlerde kalitelidir. Yüksek paraya çevirebildikleri, bir kısım ürün ve zamanları ile kaliteli zaman yaşayabilirler… İstikbal sorunu yaşamazlar. Okullarda dersleri geçebilmek kolay değildir… Okulda öğrenciler, çetin bir hayata hazırlanır… Haliyle derslerde çetin geçer… Beceremeyen bir daha okur… Kalmanın olmadığı bir eğitim sistemiymiş, rahat olacakmış, telaffuz bile edilemez…
Ama on sekiz yaşına kadar, kalmayı bile dert etmemiş… Hatta öğretmeninden çekinmemiş, yeri gelmiş öğretmenini şikayet etmiş, öğretmenine ceza verdirtmiş gençlerimizin de olduğu bir zamandayız…
Şimdi bu gençler iş bulamıyor, bulduğunu da beğenmiyor… Okul vs. bahanelerle Avrupa’ya gitmek istiyor… Ama eğitim yıllarında tembelliğe alışmış bir kere… Gitmek istediği ve özendiği o yerlerde kurallar var.
Evet orada hayat, kazançlarına oranla ucuz… Ve hatta fazlasıyla özgür ama orada üretmen, çalışman, terlemen, zorlanman, okuman, araştırman, yenilikçi fikirler geliştirmen gerekiyor…  
İşte bu noktada giden gençlerimiz çoğu, tekrar geri gelmeninin planlarına başlıyor… Çünkü tembel yetiştirildi…
Borç yiğidin kamçısıdır… Eyvallah…
Ama kazanmadan, borcunu başka bir borç ile kapatıyorsan “binanın temeli” zarar görür… Ve her seferinde biraz daha görür…
Ancak ve ancak, temelini güçlü tutabilenlerin istikbali sallanmaz…