Bu hafta köşemde değerli şair, gazeteci-yazar dostum Bedrettin Keleştimur Bey’in gönderdiği yazıya yer vermek istiyorum. Makalenin sahibi ise Elazığ, Fırat Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi 3.sınıf öğrencisi Ayfer Ersöz’ün “Teknolojinin Dayattığı Yaşam Tarzları” başlıklı yazıyı biraz kısaltarak takdim ediyorum. “Kültür, insan olarak belli bir toplumda öğrendiklerimizle yapıp ettiklerimizin bir toplamıdır. Ne yediğimiz, ne içtiğimiz, ne konuştuğumuz, neye veya nelere öfke duyduğumuz, neye veya nelere sevgi ve sempati ile baktığımız grup ya da toplumu karakterize etmektedir. Kültür, yaşam biçimimizdir. Toplumlar birikmiş bilgi, davranış biçimi, beceri ve deneyimlerini kuşaktan kuşağa aktardığı için belli bir tarihe sahip devingen yapılanmalardır. Yani insanlar anne babalarından aldıklarını, çevrelerinden öğrendiklerini yaşam biçimlerini bazen değiştirerek bazen eklemeler yaparak gelecek nesillere aktarırlar. Aktarılan bu yaşama biçimleri inanışlar yemek içmek giyinmek düşünmek biçimi… vs kültürü oluşturur. Kültürsüz bir toplum düşünülemez bu bütün milletler için geçerli bir yargıdır. Peki, kültür değiştirilebilir mi? Kültürlenme, kültürleşme, kültür şoku, kültür kaybı gibi her biri ayrı anlam içeren terimlerin ortak paydası, var olan yaşama biçimini değiştirmektir. Ve ortak aleti de teknolojidir bence. Her öğrenme bir bozulma mıdır? Bu sorunun cevabı öğrenilen şeye göre, öğrenme yöntemine göre değişir. Birde kişinin öğrendiğini hayatına uygulamasına göre değişir. Üniversite hocaları bilir internet çıkmadan önce tez hazırlayan örgenciler başka şehirlerdeki kütüphanelere giderlermiş, birkaç sayfalık bilgi için onlarca kitap karıştırırlarmış. Aradıklarını bulma yolunda karıştırdıkları bu kitaplardan birçok şey öğrenirlermiş. Emek harcayarak tezlerini oluştururlarmış. Maddi ve manevi zahmetler sonunda edindikleri bilgiyi yıllar yıllar sonunda bile hala zihinlerinde muhafaza ederler. Bugün ise teknolojik bir icat olan internet sayesinde emeksiz zahmetsiz araştırmalar sonucu edinilen bilgi kalıcılığını yitirdi. Artık bilgiye saygı yitirildi. Çilesiz bilgi kalıcı değildir. Oturduğun sandalyeden lütfedip parmaklarınla birkaç tuşa dokunarak bir bilgi elde ediyorsan onu çok çabukta yitirirsin. İlim, eskiden hocanın azgından alınırmış. Hani bir hikâye vardı: öküzleri olan bir köy ile başka bir köy arasında tartışmalar yaşanır. Masalın sonunda kazandığını zannederken kaybeden köy halkı kendi kendilerine sorar biz ne zaman kaybetmeye başladık diye sonra cevap verirler ilk sarı öküzü verdiğimiz zaman. Bende kendime sordum insanoğlu ne zaman kaybetmeye başladı? İnsanoğlu ilk kez kaybetmeye tekerleğin icadıyla başlamıştır. Eskiden bir memleketten bir memlekete giderken yolda onlarca insanla tanışılır, sonra onların evlerine konuk olur, farklı içecekler içilir farklı yemekler yenirdi. Yollarda farklı farklı çiçekler otlar böcekler görülürdü. Yürünen yol kütüphane olurdu her alanda kitap bulunabilen. Şimdi ise teknolojik icat olan araba, uçak, tren gibi araçlar ve yollar yapıldı. Dünya küçüldü mesafeler kısaldı, kısa sürede uzun yollar kat edildi. Asansör hiç icat edilmeseydi merdivenleri kullanmaktan ayaklarımızda bir hastalık mı oluşurdu diye bazen düşünüyorum. O zaman koşu bantlarına spor salonlarına gerek olur muydu? Asansör bizim yorulmadan kısa sürede üst katlara alt katlara gitmemizi sağlıyor. Buna bir kazanç dersek eğer ki değil yorgunluk yine yapıyor ve kısa sürede bir şeyler yapmakta bir kazanç değildir. Ne için koşturuyoruz neye yetişmeye çalışıyoruz ne kadar hızlı olursak olalım insan yaşamını uzatabilir miyiz? BTK ( Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu )’ nın düzenlediği bir konferansta konuşmacı olan iletişim fakültesi dekanı Prof Dr Hasan Körüm, insanların yaşamını etkileyen tüm teknolojik aletlerin mutlaka çevreye etkileri olacağını, elektrikle çalışan her aletin mutlaka elektromanyetik dalga yaydığını söyleyerek kullandığımız aletlerdeki elektronik dalga miktarlarını kendilerinden dinledik. Elektrikli battaniye 250, su ısıtıcısı130, müzik seti 90, buzdolabı 60,ütü 60, elektrikli süpürge 16…vs. şimdiye kadar teknolojik aletlerin yaydığı elektromanyetik dalgaların doğrudan sağlığa zararlı ya da yararlı olduğuna dair bir açıklama yapılmamıştır. Ve elektromanyetik dalgaları ortamdan fizikken yok etmek imkânsızdır. Normal bir insanda elektromanyetik bir alanda bulunduğu süre sonunda elde edilen bulgulara göre vücut sıcaklığını bir derece artırıyor. Normal ısısı 36 buçuk olan vücut ısımızın 37 buçuğa çıkmasına sebep olur. Bu dalgalar kaslarda ki laktik asit oranını artırır. Buda insanın çabuk yorulmasını sağlar. Yani elektrikli süpürge ile halıları süpürürken ya da çamaşır makinesinde çamaşırları yıkatırken bunları icat edene dualar etmekle hata ediyoruz. Bu aletler hiçbir iş yapmadan bizi yorup yaşlandırıyor. Ondan sonra da herkeste sağlık problemleri baş gösteriyor. Küçük yaşlarda büyük hastalıklar yaşıyoruz. Birkaç yüzyıl önce bir filozof çıkıp ‘din insanın beynini uyutan bir afyondur demiş’ ve bu adamın fikri üstüne kitaplar yazılmış bu adama filozof denmiş yaptığına da felsefe. Ama şimdi hiç kimse çıkıpta şöyle yüksek sesle – televizyon insanın beynini uyutan bir afyondur- diyemiyor. MÖ ikinci yüzyılda yaşamış olan Eflatun edebi eserlerin insanların dingin olan duygularını coşturduğu için, insanın aklıyla hareket etmesine engel olduğunu dolayısıyla insanın ahlakına zarar verip kişiliğini bozduğunu söylemiştir. Fakat bugün Eflatun’un bahsettiği şeyin tam olarak televizyon olduğunu söyleyen kişiye filozof denmez yaptığına da felsefe. Eskiler bilirler Yeşilçam filmlerinde ilk dönemler ruh sevişmesi vardı. Bir deniz kenarında ya da yeşil bir mekânda bir birine hızla koşan çift son sürat koşunun ardından kavuştuklarında tutkulu bir sevgi gösterisi beklerken yanaklarını birbirine dayayarak bize gülümserlerdi. Şimdi ise şiddetli özlemlerin sonunda ki kavuşma sahnelerini onsekiz yaşından küçükler izlememeli, ama izliyorlar ve uyguluyorlar. Kimse Japonlar gibi çok çalışıp bir şeyler üretelim derdinde değil filan filmdeki âşıklar gibi bir aşk yaşayalım isteği içindeler. Alın size teknolojinin dayattığı bir yaşam biçimi. Ayrıca şimdiki dizilerde de ruh sevişmesi yok, beden sevişmeleri var. Duygusal saf temiz aşklar ( ! ) amcasının karısına, kardeşinin kocasına duyuluyor. Televizyonun kaybettirdikleri yanında kazandırdıkları da var ki bu kazançlar kaybettirdiklerinden daha tehlikelidir. İnsanlara çıkarcılığı, riyakârlığı yalancılığı, dolandırıcılığı, piyasaya gülücük dağıtmak gibi duygusal bir rüşveti, kadere meydan okumayı öğretiyor. Televizyon, internet ve doğal gaz çocukları anne babalarından kardeşlerinden birlikte bulunulan aile ortamından kültürümüzden koparıp odalarına hapsetti. Büyük aileden çekirdek aileye nasıl geçtik bilmiyorum ama çekirdek aile çatırdıyor bence. Bir evin her yerinin kış mevsiminde sıcak olması insanların birlikteliklerinin çabuk bozulmasına sebeptir. Eğer bir tek oda sıcak olsaydı herkes mecburen orada otururdu. Birbirleriyle sohbet eder gönüllerindekini dökerlerdi, kızıp tartışsalar bile barışmaya çalışırlardı çünkü mecburen yan yana oturacaklardı. Fakat doğal gaz sayesinde evin bütün odaları ısınınca artık aile bireyleri birbirine tahammül edemez oldu. Küsmeye hazır, gözler kapıda biri bir şey söylesin ki tek başıma arka odaya gideyim düşüncesini oluşturan doğal gazla evleri ısıtma icadı bireyi büyük bir hızla yalnızlığa itti. Bugün bilgi ve teknoloji ile küreselleşme geri dönüşümü olmayan bir süreçtir. Bu süreç sonucu özgünlüğünü yitiren insan tipi oluşmuştur. Artık herkes gibi kimse farklı değil. Yaşam biçimleri, yaşam algıları değişti. Herkes aynı şekilde âşık oluyor, kadın ve erkek ilişkileri hep aynıdır. Kadın numaradan nazlanır, erkek numaradan yağ çeker. Bütün ilişkiler aynıdır. Eskiden birine baktığımızda ne olduğu anlaşılırdı sağcı; sağcı, solcu; solcu, erkek; erkek, kadın; kadın gibiydi, şimdi ise teknolojik gelişmelerin bize dayattığı değişimler sonucunda, değişen kültürel algı sonucu herkes her an her şey olabilir. Hiç bir şey de olabilir.” Hâsılı kelam teknoloji insanı değiştirirken bazı değerlerimizi alıp götürüyor farkında değiliz. Bu konuda çok hassas ve bir o kadarda nesillerimize sahip çıkmalıyız. Gerisi laf-ı güzaftır.