TEK ÇÖZÜM: ANA DİLİMİZDE KULLUK VE İBADET (2 )
Kemal ABDULLAHOĞLU
Anımsayalım:
* Türk Ulusunun tarihinde PUTA TAPMA gibi saçmalıklar hiç olmamıştır.
* Türkler İslam öncesinde ŞAMAN inancındaydılar.
* ŞAMANLIK salt doğa üstü varlıkların yüceliğinde onları yaratana yani evrenin TEK SAHİBİ’ne olan saygı ve inancın adıydı.
Bir de Arap ümmetinin CAHİLİYE devrindeki yani Hz.Muhammed öncesi durumuna şöyle bir göz atalım:
Kumarın her türü, ahlaksızlığın her türü, kadın alınıp satılan bir mal, aile diye bir olgu yok… Kendi elleriyle yaptıkları heykellere yani putlara tapınma acizliği… Tümüyle karanlık bir süreç. İşte İslamiyet yani Kuran-kerim bu yüzkarası, rezil düzenden onları kurtarmak üzere gelmişti. Ya sonrası ?
Arap Yarımadası’nın böyle bir rezilliği tekrar yaşamaması için İslam’la birlikte müzik, resim, heykel gibi aslında insanın en güzel duygularını yansıtan sanat dallarına kesin ve acımasız yasaklar getirildi… Peki yasakların faturasını tarih boyu kim ödedi? Araplar değil, TÜRKLER! Oysa Türklerin tarihinde puta tapma gibi bir saçmalık hiç olmamıştı. Bu yasakların faturasını Türkler yüzyıllarca çekti. ATATÜRK dönemine dek!
Türkler tarih sürecinde daha İslam’ı kabul etmediği yıllarda Türk obasında kadın erkekten bir adım öndeydi. Kılığı umacı değildi. Kurultaylarda mutlak yeri vardı. Kadın başbuğlar bile olabiliyordu. Mirasın yarısını alırdı. Obada iki erkek bir kız çocuğu varsa kızın hakkını korumak için iki erkekten biri atına biner, obadan ayrılırdı!
“Bir yastıkta kocasın” duası o dönemden kalmadır. Çünkü Türk ailesinde ÇOK EVLİLİK yoktu. “Cariye”, “Odalık”, “Gözde” gibi sahtekarlık da yoktu.
Şu soruyu sormadan geçemeyiz:
NEDEN ÜÇ SEMAVİ DİN ARAP YARIMADASINA GELMİŞTİR?
Bu herhalde tümüyle rastlantı değil. Yukarıdaki soruyu “Neden biz Türklere hiç Peygamber gönderilmemiştir?” şeklinde de sorabiliriz. Mantık şunu söylüyor: Bir Peygamber herhangi bir topluma ancak dini ve manevi anlamda çok ciddi bir ihtiyaç halinde gönderilmiş olabilir.
İhtiyaç o toplumdaki insanların YÜCE TANRI katında onaylanması olanaksız günah, ayıp ve rezilliklere batmış olması halinde söz konusu olmuş ve Tanrı buyruklarını iletmede doğal olarak Peygamberler göndermiştir. Bu somut gerçeklerden hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Hiçbir TÜRK YURDU tarihinin hiçbir kesitinde bir Peygambere ihtiyaç duyacak ölçüde düzen bozukluğu ve ahlak çöküşüne uğramamıştır.
Binlerce yıl önce atalarımız kulluk görevini kendi öz dilleriyle yapıyorlardı, ibadet şeklinde.
Bugün tüm yüreğimizle inandığımız dine ilişkin ibadetlerimizi başka bir dille yapıyoruz ve büyük çoğunluk hiçbir şey anlamadan ezberlediği duaları tekrarlamakla yetiniyor.
Manasını anlamadığı duaları okurken yüreğinde ne kadarını gerçekten hissederek Tanrı’sıyla bütünleşebiliyor? Üstelik dinimiz böyle bir tercihi kesin şart olarak koşmamış iken! Acaba neden? Düşünmek gerekmez mi?
Altay Şamanlarının GÖKTANRI’ya bugünkü Türkçeyle yakarışlarından kısa bir kesitte bakın nasıl dua ediliyor:
“Bu Ay’lı, Güneş’li Ayaz Han’ımız (ışıldayan gökyüzü)
Ormanlı, taşlı Altay’ımız… Bizi ağlatma, yalvartma
Günahlarımız çoktur. Altay Tanrımız diyerek yalvarıyoruz.
Günahlarımız çoktur. Uzun hayat diliyoruz.
Sönmeyen ateş (ocak) diliyoruz. Sana çok yalvarıyoruz, çok yakarıyoruz.”
KARLUK Türklerinde ise GÖKTANRI’ya yakarış günümüze tam bir ders niteliğinde:
“Ey GÖKTANRI beni duy,
Yakarışıma sana ulaşma gücü ver,
Toprağımda yeşillikler sararmasın
Ürünüm solmasın,
Solmasın obamın (evimin) çırası (ateşi)
Gücün aşım azalmasın.
Sana uzanmış ellerimi
Boşta bırakma YÜCE GÖKTANRI
Eksiltme azığımızı, dileğimizi
Bozdurma dirliğimizi, birliğimizi”
Beş bin yıllık bu Şaman duası mı Yüce Tanrı’ya yakarış ve dua olarak yüreğinizde iz bırakıyor, anlamını kaynağını bilmediğimiz ARAPÇA dualar mı?
Şu artık apaçık ortada:
Türk milleti ana diliyle kulluk ve ibadet hakkına kavuştuğunda manevi hayatımızda yeni bir pencere açılacağı kesin…
Yukarıdakileri bir kez okuyup düşünmek bile bu saptamayı pekiştirmiyor mu ?
Bitmedi… Başka açılar da var.
(Devam Edecek)
Yorumlar