Tefsir mevzûu Allahu Te’âlâ Hazret’lerinin Kelâmı, Kelâm-ı Kadîm’dir; yanî, Kur’ân-ı Kerim’in mukaddes âyetleridir. Zira tefsir bu âyetlerin vasıflarından, ihtiva ettikleri hakîkatlerden, işâretlerden derin nüktelerden, mazmunlarından bahseder. Bu cihetledir ki, İlm-i Tefsir diğer ilimlerden temâyüz etmiş bulunmaktadır. Çünkü her ilmin kıymeti mevzûunun kıymetiyle, şerefle, ulviyyetle mütenâsibdir.

Tefsirin gâyesine gelince bu da insanların dinî ihtiyaçlarını kolaylaştırmak ve tatmin ile hakîkî ebedî saâdetlerini temin etmektir. Çünkü beşeriyetin kurtuluş rehberi, felah güneşi ancak Kur’ân-ı Kerim’dir. Bu ezelî nurdan hakkıyla istifade etmek beşeriyet için hayâtî bir gâyedir. Bu gâye ise ancak tefsir vâsıtasıyla tecelli eder. Zira tefsir vâsıtasıyla Kur’ân-ı Kerim’in pek çok hakîkatleri güzelce anlaşılır; İlâhî  hükümler tam bir vuzûh ile tecelli eder. İnsanların dinî, ahlâkî içtimâî nice ihtiyaçları temin edilir. Bunun neticesinde de insanlar için iki cihan refah ve saâdeti yüz gösterir, durur.

TEFSİR’LERİN MEBÂDİSİ, ME’HAZLARI, MENBA’LARI :

Tefsirlerin mebâdîsine riâyet lâzımdır. Me’hazları, menbaları da pek mühimdir, çok geniştir. Bütün ilimler ve fenler tefsire hâdimdir. Şöyle ki; Müfessirler, ileride görüleceği gibi -Kur’ân-ı Kerim’in kelimelerini izah ve tahlil için lugate, iştikak ilmine, sarf ve nahiv ilimlerine ve diğer edebî ilimlere müracaat ederler. İşte bunlar tefsir ilminin mebâdîsidir. Sonra Kur’ân-ı Azîm’in manalarını hakîkatlerini izah için de Hadis, Kelam, Fıkıh gibi şer’î ilimlere müracaat ederler. Bunlardan başka da tekvîn, içtimâî, siyâsî, ahlâkî, hayâtî ilimleri nazara alırlar. Bütün bu ilimlerde tefsirler için birer birer mehaz, birer malumat menbaı bulunmuştur.

TEFSİR İLE ALAKALARI OLAN BİR KISIM İLİMLER :

1- Esbab-ı Nüzûl İlmi; bu ilim sayesinde âyetlerin nüzûlündeki sebepler bilinir. Âyetlerin bir kısmı bir suale, bir hadiseye, muayyen bir vakanın ileride vuku bulacağına ihbâra ve saireye binâen nâzil olmuştur. Bu gibi sebepler Ashab-ı Kirâmca malûm ve onlardan menkul bulunmuştur. Binâenaleyh, Esbâb-ı Nüzûlü bilmenin yolu, sahîh nakildir. Bir âyetin nüzûl sebebini bilmek o âyeti anlamaya yardım eder. Çünkü sebebe vukufiyyet müsebbibe vukufu getirir. Bazen bir âyeti celile için müteaddid nüzûl sebepleri rivâyet edilmektedir. Eğer bu sebeplerin bir noktada toplanması ihtimal dahilinde ise, her biri sebep olarak kabul edilebilir. Eğer ihtimal dairesinde değil ise rivâyetler tetkik edilir, tercih olunan sebep kabul edilir.

2- (İlm-ü Müfredâti’l-Kur’ân) Bu ilim Kur’ân-ı Kerim’deki âyetleri ve hükümleri itibariyle husûsî hallerinden bahseder. Binâenaleyh hangi âyetlerin en beliğ, en ziyade manaları cami, hangi âyetlerin en ziyada müjde verici veya korku arttırıcı bulunduğu bu ilim sayesinde malûm olur. İmam-ı Şâ’bî’den rivayet olunuyor ki: Hazreti Ömer radiya’llâhu Te’âlâ anh Efendimiz bir yolculuğu sırasında bir kafileye tesâdüf etmiş, Haz.Ömer’in talimatı üzerine, (bu cemaat nereden geliyor) diye nida ederek sormuşlar. Kafilede bulunanlar, “Uzak bir yoldan gelerek Ka’be-i Muazzama’yı ziyaret etmek istiyoruz,” diye cevap vermişler. Haz.Ömer kafile arasında mutlaka âlim bir zât olmalıdır, onu çağırın bir sorun bakalım: Kur’an’ın hangi âyeti a’zam’dır? (çok büyüktür), diye emreder. Sorarlar, kafile tarafından, Bakara Sûresi’nin, 2/255. Âyeti, âyete’l-Kürsî’dir, denilir. Tekrar, Kur’ân-ı Kerim’in hangi âyeti ahkemdir, (en muhkem âyet) diye sorulur. Kur’ân-ı Kerim, Nahl Sûresi, 16/90. ayeti kerimesidir, diye cevap verilir, Kur’ân-ı Kerim’de hangi âyet cemiyetlidir diye sorulur. Zilzal Sûresinin, 99/ 7,8. ayetleridir, diye cevap verilir. Tekrar Kur’ân-ı Mübîn’in en hüzün verici âyeti hangisidir, diye sorulur. Kur’ân-ı Kerim’in, Nisâ Sûresi 4/123. âyetidir, diye cevap verilir. Kur’ân-ı Kerim’in en ziyade reca ve ümid veren âyeti hangisidir, diye sual edilir. Kur’ân-ı Kerim, Zümer Sûresi, 39/ 53. âyetidir, diye cevap verilir. Bunun üzerine, Ömer el- Faruk Hazret’leri bu kafilede İbn-i Mes’ud olmalı, bir kere sorunuz bakalım, diye emreder. İbn-i Mes’ud Hazretlerinin kafilede olduğu anlaşılır. Filhakîka, o bir misli bulunmayan allâme kafilede bulunuyor bütün bu cevapları bizzat kendisi veriyordu.

3- (İlmü I’râbü’l- kur’ân): Bu ilim âyetlerdeki müfredlerin (tekillerin),terkiblerin, müsned, müsnedün-ileyh, muzâf, muzâfün- ileyh, sıfat, hal ve başkaları itibariyle nasıl okunup nasıl yazılacağını bildirir. I’rab husûsundaki bir hatadan dolayı ibârenin manası tebeddül eder, (değişir) yanlış bir zehab kanaat hâsıl olur. “Lehn,” denilen, lisan hatası husûle gelir. Bu cihetle ı’raba riâyet çok mühimdir. Nitekim, Kur’ân’ın manasını çok iyi ve güzel bir şekilde anlayamayan bir kimse, Tevbe Sûresi’nin üçüncü âyetindeki, “Haccı ekber (en büyük hac) gününde Allah ve Resûlün’den insanlara bir bildiridir; Allah ve Resûlü müşriklerden uzaktır,” (Tevbe 9/3) meâlindeki âyet-i kerime’deki (Ve Resûlühû) kelimesi, esre olarak okunursa çok büyük bir hataya düşülmüş olur. O takdirde hâşâ! “Allah, müşriklerden ve Resûlün’den uzaktır,” manası çıkar ki, bu küfre kadar götürür. Bu itibarla ı’raba olan ihtiyacın zarureti bir kere daha ortaya çıkmıştır. Onun içindir ki, bu hususta eserler yazılmış, ötre, üstün, esre ihdas edilmiştir. İbn-i Hayyan Tefsirinde Kur’ân-ı Mübîn’in ı’rabı gösterilmiş, bu hususta pek çok güzellikler serdedilmiştir.

4- (İlmlü Ma’rifeti Garîbü’l-Kur’ân): Bu ilim, Kur’ân-ı Mübîn’in garib nâmîyle anılan bazı lafızların manalarını bilmeye hizmet eder. Şöyle ki: Kur’ân-ı Kerim’in bazı lafızları ve terkîbleri vardır ki, bunlar Arapların en fasihlerinin edebî eserlerinde kullanılıyor ise de halk arasında yaygın değildir. Bu cihetle garib adını alan bu lafızların ve terkîblerin manalarını bilmek müfessirler için elzemdir. Bu hususta bazı kitaplar telif edilmiştir. (Müfredât-ı Râgıb ile Ebû Ömer ez-Zâhid’in ve Aziz-i  Sicistânî’nin kitabları bu cümledendir. İmam-ı Suyûtî, Garîbü’l-Kur’ân’a müteallık olup İbn-İ Abbâs Hazret’lerinden ve başka Sahâbe-i Kirâm’dan sahih senedlerle sâbit olan kavilleri-görüşleri (İtkan) ünvanlı kitabında yazmıştır. Bunlardan bazı nümûneler: (Buğuz- Nüşûr), (Saten- Tûlen), (Mihren- Nihleten), (İsmen- Cenefen), (Musîbetüküm- Tâirüküm), (Müstekbiren Fî Nefsihî- Sâniye Itfihî), (Küllü Zât-ı Zevcin – El- Muhsenat), (Mutîatün lehû hays-ü  Erâd), (Rihâün hays-ü Esâb), (Fukahâü İlmen- Rabbâniyyîne), (Dinü’l-Evvelîn- Hulukı’l-Evvelîn)...

Tefsirlerde bazı garîb lafızları izah maksadıyla Arap belâgatçılarının şiirleri yazılmış bulunmaktadır. Kur’ân-ı Mübîn Arap lisanı üzerine inmiş olduğundan Kur’ân’daki kelimelerin Arap lisanında nasıl kullanılmış olduğunu göstermek için Arap şâirlerine müracaat edilir. İbn-İ Abbas Hazretleri diyor ki, “Şiir Arap divanıdır. Binâenaleyh Hak Te’âlâ’nın bize Arap lisanı üzere indirdiği Kur’ân’ın bir lafzı gizli kalınca Arabın divanına müracaat eder, o lafzın manasını orada ararız. Bu halde şiir asıl sayılmış, şiir ile Kur’ân üzerine huccet edilmiş olmaz. Belki bu şiir vâsıtasııyla Kur’ân kelimelerinin  tasrih ve tebyîn edilmesi kasdedilmiş olur. Nitekim İbn-i Abbas (radiya’llâhu anh) Hazretlerine, (Min Tıynin Lâzib) Nazm-i Şerifindeki (lâzib)’in manası nedir? diye sorulmuş, o da (Mültezık = yapışkan) manâsınadır, diyerek Nâbiga’nın şu beytini okumuştur.

“Hayrı kendisinden sonra artık şer olmayacak bir şey sanma!

Şerri de sâbit, yapışık bir felaket zannetme; bunlar bir hal üzere kalmaz... Binâenaleyh ne ihtiyatı elden bırakmalı, ne de ye’se (ümidsizliğe) düşmeli..

5- (İlmü Mübhemâtü’l-Kur’ân): Bu ilim Kur’ân-ı Kerim’de tasrih buyrulmayıp, mübhem bırakılan bazı isimleri hâdiseleri bildirir. Şöyle ki, bazı âyetler vardır ki, kimlerin ve hangi hâdiselerin hakkında nazil olmuş olduğu pek sarih değildir. Mesela, “Allah yolunda hicret eden kimse yeryüzünde gidecek pek çok güzel yer ve bolluk (imkân) bulur. Kim Allah ve Resûlü uğrunda hicret ederek evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse artık onun mükâfatı Allah’a düşer. Allah da çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir.” (Nisâ 4/100) meâlindeki âyeti kerimesindeki muhacirlerden (hicret edenlerden) kim kasd buyrulmuştur, bu husus mübhemdir. Bazı müfessirlere göre bu zât Cündeb ibn-i Darra bazılarına göre Üktüm İbn-i Sayfî’ dir. Bununla beraber, bu gibi âyetlerde lâfzın umûmiyyetine bakılır, sebebin husûsiyetine bakılmaz. Binâenaleyh, hak yolunda ölenler bütün bu hükme tâbidirler. Bu kabil mübhemat nakil ile bilinir, rey ile bilinmez. Elbette bunlarda bir takım hikmetler vardır. Zikirden (anmaktan) müsteğni olunması veya gizlenmesinin istenmesi bu cümledendir....