TEFRİKA VE MİLLİYETÇİLİK

Abone Ol
Ehli hak’ın tefrikasına sebebiyet veren en önemli sorun siyaset arenasıdır. Bu sebeple siyaseten menfur gösterilen tüm vaziyetleri tekrar gözden geçirmek icap eder. Ehl-i hakkın İttifakına engel olan ne varsa hatadır ve hataların üzerini örtmek kimseyi temize çıkarmaz. Hataların üzerine gitmek, üstesinden gelmek, yanlışların istikametini doğruya çevirmek için kuvvetin varlığı şarttır. Kuvvet haktadır, hakladır ve İhlastadır. Samimiyet ve hakka bağlılık mümkün olduğu sürece aşılamayacak sorun kalmaz. Tüm bu vaziyetin siyaset neferlerine çıkardığı sonuç şudur: masivayı ve menfaatperest tavrı bırakıp rıza-ı İlahi esas almalıdır. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkan yardımcısı Sayın Tuğrul Türkeş beyefendinin yakın zamanda yaptığı bir konuşmada: “Kürt vatandaşlarımız Ne mutlu Kürt’üm diyebilirler. Bunda bir mahsur görülmemiştir.” ifadesi Milliyetçiliği hak gören bir kitabın muhataplarına yakışan tavrın temsilidir. Bu siyasetin vicdan ile sarılmış şeklidir. Ehli hakkın rıza-ı ilahi eksenindeki tavrı, kardeşlik hukukunun paralelidir. 
Milliyetçilik haktır, hem de bütün milletlere haktır. Çünkü İnsan yaradılışı(doğası) itibariyle sosyal bir varlıktır. Doğduğu cemiyetin bir üyesidir, içerisinde yaşadığı kültürün bir temsilcisidir. İçerisinde yaşadığı kültürün inkârı ya da toptan değişimi cemiyet’i anomik vakıaların hadsiz çoğalması ile karşı karşıya getirir. Bu konuşulması gereken hakikatlerden biridir. Hakikati söyleyebilmenin dayanılmaz hafifliği olur. Hem belki hakikati söyleyebilmeyi şiar edinirsek hakikat ehli ile haşrolmak bize de nasip olur. Öyle umut ederiz. 
Bugün içerisine düştüğümüz siyasi polemiklerin, çözüm adı verilen kaotik denklemlerin sosyal varlık sahamızı meşgul etmesi gereken en mühim mevzuları gölgelediği gerçektir. Sorunlarımızın kalıcı çözümünde müşavere, istişare ve uzlaşı kültürünü oluşturmak elbette makuldür. Fakat doğru yerlerde doğru adamlarla istişare etmek gerekir. Çünkü küfrün ve imanın uzlaşı sahası rast gelinmiş bir durum değildir. 
“Sakın, sakın, dünya cereyanları, husussan siyaset cereyanları ve bilhassa harice bakan cereyanlar sizi tefrikaya atmasın. Karşınızda ittihat etmiş dalalet fırkalarına karşı sizi perişan etmesin.” Bu ikaz mahiyetindeki söz belki bir öngörü belki o dönem yaşanılan hadiselerin neticeleriyle ilgili telaştır. Müslümanlar arasındaki tefrika öncelikle Kuran’ın çevresindeki surların yıkılması demektir. Hakkın hatırının, resulünün gayretlerinin yıkılması demektir. Mazlumların, masumların boyunlarının bükülmesi demektir. İşte bu küfrün ezeli hedefidir. 
Dalalet ve küfür ittihat halinde en güçlü silahlarıyla bu hedefin istikametinde ilerlemektedirler. Ön Asya ve Ortadoğu’daki İslam toplumları bu kuvvetli silahların yaptığı tahribatın tesiri ile tefrikaya düşmüş, içtima-i hastalıklara tutulmuşlardır. Bu müthiş hastalığa sebep iki tesirli virüs, iki kuvvetli silah: Irkçılık (biyolojik materyalizm) ve sekülerizmdir. Bediüzzaman Hazretlerinin bilhassa üzerinde durduğu hususiyetle belirttiği “harice bakan cereyanlar” tahminimce bunlardır. 
Barış, olmasını arzu ettiğimiz lakin olmaması için birçok nedenlerimizin bulunduğu mevzu… Bu mevzuda tüm muhatapların bir aması, lâkini, fakatı var. Ziyan etmek için o kadar uzun bir ömrümüz var ki(!)  Bu yüzdendir sanıyorum işi yokuşa sürmelerimiz. Barış, dili zikredip kalbi ikrar etmeyen münafık dillere sakız olmuş ki yaşam sahası bulamıyor. Elbette gerçek barış için gayretleri olanların mümtaz tavrı takdire şayandır. Sulh yoluna atılan adımlar çok kıymetlidir ama gönüllerinin kıblesi bozgunculuk tarafını işaret edenlerle barış gibi mühim bir mevzuyu konuşamazsınız. Bediüzzaman: “Misafir olan kimse, beraberce getiremediği bir şeye kalbini bağlamaz. Bu menzilden ayrıldığın gibi, bu şehirden de çıkacaksın.” (Mesnevi-i Nuriye, Habbe) diyerek çok büyük beklentilerin hayal kırıklıkları ile neticelenebileceğine işaret etmektedir.