Geçen hafta ilk defa bir Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı, Rusya Federasyonu (RF) içerisinde özerk bir cumhuriyet olan Tataristan'ı ziyaret etti. Bu ziyareti ilginç kılan bir ayrıntı ise, Türk cumhurbaşkanının Moskova'da en üst düzeyde ağırlandıktan sonra Tataristan'a uğurlanmasıydı. Tatarlar, bölgedeki diğer birçok Türk boyu gibi Kıpçak Türklerinin soyundan gelirler. Bununla beraber gerek Rusya öncesi gerekse daha sonraki göç ve diğer sosyal hareketler sonucu Tataristan'da Türk soyundan birçok başka halk yaşamaktadır. Türkistan'dan çok daha önce Rus hâkimiyeti altına giren Tatarlar, aynı zamanda Ruslarla birlikte yaşamayı ilk öğrenen, öğrendiklerini başarı ile uygulayan Türk halklarındandır. 10. asırda İslamiyeti kabul ederek başta Kazan olmak üzere bölgeyi ilim, eğitim ve medrese şehirleri ile doldurmuşlardır. Tataristan, Rus Prensliği'nin çarlaşma, imparatorlaşma tarihindeki ilk basamaklardandır. 1552'de Korkunç İvan'ın Kazan Hanlığı'nı yıkmasıyla buradaki Rus egemenliği başladı. Rus işgali sonrasında dönem dönem şiddetlenen Hıristiyanlaştırma/Ruslaştırma projeleri bir dereceye kadar başarılı olmuş, birçok Tatar dinini ve ismini değiştirmiştir. Bununla beraber, Rusya'da 20. yüzyıl başında yaşanan iç savaş yıllarında çoğu yeniden İslâm'a dönmüştür. Ancak Tatar veya diğer Müslüman Türklerin ne kadarının Hıristiyan olduğunu, bunlardan da Müslümanlığa geri dönenlerin oranının ne olduğunu bilmek mümkün değildir. Tatarlar, Türk halkları içerisinde şehirleşme oranı bakımından üstünlüklerini, aynı zamanda medeniyet ve kültür seviyesi bakımından da muhafaza ederler. Tataristan, RF'nu oluşturan 89 birimden biridir. Bununla beraber, diğerlerinden oldukça farklı özellikleri bulunmaktadır. Tıpkı eski Sovyetler Birliği'ni oluşturan 15 cumhuriyet içerisinde Ukrayna ve Beyaz Rusya nasıl ki mesela Birleşmiş Milletler'de temsil edilmesi dikkate alındığında diğer 13 cumhuriyette olmayan egemenlik imtiyazlarına sahip idiyse bugün için Tataristan'ın da benzer ayrıcalıkları bulunmaktadır. SSCB'nin dağılması aşamasında, 1991 yazında cumhuriyetler bağımsızlıklarını ilan ederken Tataristan da bu kervana katıldı. Ancak Moskova, Tataristan'ın bağımsızlığını kabul etmedi. Bununla birlikte ileri düzeyde özerklik verildi. Bu cumhuriyetin kendi bayrağı, milli marşı, meclisi ve cumhurbaşkanı bulunmaktadır. Belirli bir dereceye kadar dış politik özerkliğe de sahiptir. Ancak temel konularda Moskova karşıtı politika uygulayamaz. Öyle ki Türkiye'nin Kazan'da büyükelçiliği olmayıp fakat RF'undaki ilk başkonsolosluğunu bu şehirde açmıştır. 1990 sarsıntılarını atlatan RF, 11 Eylül rüzgârıyla eski Sovyet coğrafyasını da hedefleri arasına alan ABD'nin yanında görünerek bundan yararlanmaya çalışmıştır. 2009 başı itibariyle ABD, Bush döneminin yanlışlarını telafi yolları araştırırken Moskova'nın eli daha rahat görünmektedir. TC Cumhurbaşkanı, hususi davet ile en üst derecede ağırlanıp, Türk yurdu Kazan'a uğurlanırken bir başka Sovyet coğrafyasındaki gelişmeler gözden kaçmış gibi. 11 Eylül sonrasında kurulan ve Afganistan operasyonlarında önemli destek sağlayan Kırgızistan'daki ABD üssünün kapatılmasına karar verildi. Özbekistan'daki üs daha önce kapatılmıştı. SSCB dağılırken, Moskova komuta kademesiyle beraber bütün askeri varlığının görevine son vererek bu ülkeden çekilmişti. Ancak, Putin sonrasında Kırgızistan'da yeniden Rus üssü kurulmuştu. Bugün için Amerikan üssü kapatılırken, Rus üssü, yeni yardımlar ve anlaşmalarla takviye edilmektedir. RF ve Türkiye, bölgenin iki önemli gücü olarak, birbirlerinin varlığı ve gücünü hazmederek yaşamaktan başka şansları olmadığını acı tecrübelerden sonra fark edebilmişlerdir. Her ikisi de önemli ölçüde tarihi coğrafyanın, jeopolitik unsurların esiri durumundadır. Bir taraftan tarihi, etnik, kültürel gerçekler, diğer yandan ülkelerin egemen eşitliği ve çıkarları. Bunları bağdaştırabilmek ancak büyük politikalarla mümkün olabilmektedir. Ancak bu politikaların uygulanmasında asıl zor olan ise, bölgede hesabı olan bölge dışı güçlerin oyunlarına karşı koyabilmek. ABD'nin Karadeniz ve Kafkasya'da var olması ancak Rus tehdit ve tehlikesi ile mümkündür. Bunun için Türkiye'nin Moskova ile çok iyi ilişkiler kurmasını Washington hiçbir zaman memnuniyetle karşılayacak değildir. Ancak, RF'nun da Atlantik ötesi güçlerinin oyununa gelmeme konusunda kucaklayıcı politikalar uygulaması, mesela Azeri-Ermeni meselesinde Orta Çağ bağnazlığından kurtulması gerekmektedir. Aynı durum, Türkiye ile Yunanistan arasındaki Ege, Kıbrıs ile Balkan ülkelerindeki anlaşmazlıklarda da geçerlidir. Avrasyacılık, RF açısından eski nüfuz bölgelerinde Soğuk Savaş sonrası dönemde önemli bir varlık sebebidir. Aynı kavram Türkiye için de geçerlidir. Panislam veya Pantürkizmin anlamını yitirdiği, irredendist çıkışların başarı şansı olmadığı gibi yalnızlaşma nedeni olduğu günümüzde, ekonomik ilişkilerin coğrafi yakınlık avantajlarıyla olabildiğince ilerletilmesi her komşu devletin arzu ettiği politikalardandır. Öte yandan, tarihi, dini, kültürel yakınlıktan kaynaklanan işbirliği ve yakınlaşma, bir başka devletin egemenlik haklarına halel getirmeden ilerletilmelidir. Gürcistan'ın toprak bütünlüğü meselesi de bir şekilde çözülecektir. RF-Türkiye ticaretinde dolar yerine Ruble veya TL'nin kullanılmasının telaffuzu büyük gelişmedir. Karadeniz'de ABD lehine Montreux'nün delinmemesinde uzlaşma da sağlam bir zemindir. İki ülke arasında imzalanan ortak deklarasyona zaman zaman atıfta bulunacağız.