Taşlar yerinden oynadı!

Abone Ol

Devletin gücünü, farklı düşünenlere karşı sınırsızca kullanmayı meşru gören bir iktidar anlayışıyla, karşı karşıya olduğumuzu düşünmeye başladım. Demokrasilerdeki güçler ayrılığı prensibini, kişisel hak ve hürriyetleri, hukuk devletini ve hukukun üstünlüğünü adeta yok sayan bu anlayış, beni son derece ürkütmektedir. Farklı düşüneni “hain” ilan eden bu söylem, esasen sivil toplumu susturma çabasından ibarettir. Siyasi iktidarlar, vatan değildir, devletle eşdeğer değildir. Siyaset sadece, siyasi partilere indirgenemez. Demokrasilerde, seçimleri etkilemeye çalışma gibi, bir suçlama da olamaz.
Bu toplum, fişlemelerden, devlet gücü ve baskıya insanların hedef gösterilmesinden, ötekileştirilmesinden, psikolojik harekatla oluşturulan mahalle baskılarından, komplo teorilerinden, hayal mahsulü düşmanlıklar ve iç tehditler üzerine kurgulanmış korku imparatorluklarından çok çekti. Bu tip mağduriyetleri, şimdi tasvip etmek ve bizatihi uygulamaya çalışmak siyasi iktidar için izah edilebilir bir durum değildir. Buradaki sorunun, talebin adını, doğru koymak lazımdır; sorun “büyüyen Türkiye’nin önünü kesmek”, müdahalesi, “çete”, “örgüt” değildir. Hele hele, iktidara darbe girişimi hiç değildir. Sorun ya da talep çok basit ve yalın olarak, demokrasi talebidir. Vatandaş iktidar partisine, “yolsuzluktan örtme, yolsuzluklarla demokrasi içinde mücadele et! İnsanları ötekileştirme! Bana zorlayıcı, bir ahlak anlayışını dayatma! Evime, çocuklarıma, özel hayatıma, inancıma karışma! Yapabiliyorsan, bütün bunları güvence atına al, alamıyorsan gölge etme!” demektedir. Eğer mutlaka bir komplo aranması gerekiyorsa, bu komplonun, “bu iktidarın karşılaştığı her olumsuz olay ve durumun arkasında komplo olduğu zannıyla, hareket eder, hale gelmesinde”, aranması gerektiği düşüncesindeyim. İktidar, farkında olarak veya olmayarak, bu milletin ortak aklından, sağduyusundan, çok seslilikten, demokrasiden, toplumdan giderek uzaklaşmakta ve otoriterleşme eğilimine girmektedir. İktidar sorumluluğu, toplumun her bir ferdinin ve kesiminin özgürlüğünün garantörü olmayı, yolsuzluk iddialarının üzerine açıklık ve kararlılıkla gitmeyi, hesap verebilir ve şeffaf olabilmeyi gerektirir.”
Bu sözler, bana ait değil! Partisinden istifa eden Burdur Milletvekili Sn. Hasan Yıldırım’a ait. Kendisini ne tanırım, ne gördüm, ne merhabam vardır. Ancak, söylediklerinin doğru olduğunu gözlemliyorum. Deniliyor ki, bu bir komplodur, kompastır, dış güçlerin oyunudur. Çeteler temizlenecek, maksat Türkiye’nin parlayan yıldızını karartmak, kalkınmayı ve projeleri önlemektir. Bunları söyleyerek, bu komployu hazırlayanların arkasında cemaatin, Amerika ve İsrail’in olduğunu kastediyor. Haberlere göre, operasyon ve soruşturma başlattıkları için görevden alınan Adalet ve Emniyet Mensuplarının sayıları 150’yi aşmıştır. Toplumun bir kesimi, bunlar cemaat mensubudur, o yüzden alındı, diyor.
Diyelim ki bunların hepsi doğru ve seni hedef alıyor. Peki ortada rüşvet, yolsuzluk iddiaları ve evlerde bulunan paralar ve servet var. Acaba bunları oraya kim koydu? Daha yaşı 29 olan biri, yalılar, hanlar, hamamlar sahibi olmuş. Bu iş çalışarak olsa, bende olur. Hep ağır şartlarda çalıştım, çabaladım ve hala da çalışıyorum. Demek ki, köşeyi dönmek çalışmakla değil, iş bilmekle oluyor veya başka şeylerle oluyor! Eğer Başbakan ve AKP İktidarına komplo ve kompas tezgahlayarak kötülük edenler varsa, bu kötülüğü yapanlar, en yakınlarında olanların, yani Bakanların çocukları ve bürokratlarıdır. Demek ki, Hükümeti onlar zor duruma düşürmüş oluyorlar!
Bu olaylarda, İran’a uygulanan ambargo nedeniyle petrol, doğalgaz alımındaki manipilasyon iyi araştırılmalıdır. Zira Türkiye kendinde olmayan petrol ve doğalgazı, halkı için temin etmek mecburiyetindedir. Hatırlarım, bu ambargoları koyan devletler önce kendileri alışverişi başlatmışlardır. Biz diyoruz ki, bu konular enine boyuna araştırılmalı, herşeyin üzerine gidilmeli, soruşturma ve incelemelere engel çıkarılmamalıdır.  Görevini yapan savcıya “benim seninle işim bitmedi, göstereceğim”, denilmemelidir. Ancak, bu yapılırken, Türk ekonomisinin ve dürüst, namuslu, faziletli iş adamlarımızın ve grupların zarar görmelerine imkan verilmemelidir. Zira, bunun acısını, Millet olarak hep beraber çekeriz.
Gezi olayları ve 17 Aralık bazı şeyleri değiştirmiş ve taşlar yerinden oynamıştır. Hiçbirşeyin eskisi gibi, olamayacağı tahmin edilebilir. Türkiye’de, iktidarlar, millet tarafından halkın oyları ile sandıkta belirlenecek ve değişecektir. Demokrasinin temel felsefesi budur. Mevcut iktidara alternatif yaratmaya ihtiyaç bulunmaktadır. Milliyetçi, muhafazakar, dini değerlere önem veren, serbest piyasa ekonomisini izleyen Atatürk İlke ve İnkılaplarının izinde ve her kesimden, halka sahip çıkan her vatandaşın kendisini orada bulduğu, bir siyasal örgütlenmeye, yani kısacası, Türkiye’nin partisi olabilecek bir merkez ve Merkez Sağ oluşuma ihtiyaç, son hadiseler çerçevesinde, her zamankinden daha fazla öne çıkmıştır. AKP’ye yönelen, ANAP ve DYP kadroları ve özellikle, bu partilerin seçmenleri, öte yandan hiçbir yere gitmeyen, kendi köşelerine çekilmiş durumu izleyen, benim gibi ANAP’lı ve DYP’li kadrolar, bu yeni oluşumun ihtiyacını, görmekte ve hissetmektedirler. Eminim ki, yeni bir Merkez Sağ Türkiye partisi ortaya çıktığı taktirde, hadiseler ne olursa olsun Merkez sağ seçmen, tekrar bu eksende toplanacaktır. Bu yapılmadığı takdirde, taşlar ne kadar yerinden, oynarsa oynasın, ne kadar büyük eleştiriler yapılırsa yapılsın, seçimlerde AKP yine de, değişik oy yüzdesiyle, ama, önde çıkacaktır. Alternatif olmazsa, bu durum kaçınılmazdır. Gerçi Demokrat Parti, Doğru Yol Partisi, ANAVATAN Partisi gibi partiler, isim olarak hayattadırlar. Ben, bu partilerin isimlerini taşıyan, diğer bir ifadeyle, bayrağı, yukarda tutan arkadaşları selamlıyor ve onlara teşekkür ediyorum. Ancak, benim kastettiğim Merkez Sağ oluşum, onları da kucaklayarak, Türkiye’nin kaderine el koyan, halka dönük bir iktidar alternatifidir.
2014 ve 2015 yıllarının, birçok olaylara gebe olduğunu söyleyebilirim. En büyük temennim, demokratik rejimin insan hak ve hürriyetlerinin barış ve huzurun galebe çalması ve hepimizi ilgilendiren ekonomik gelişme, yatırım, ihracat ve refah dağılımının sekteye uğramamasıdır…