Şehirlerarası yolculuk yaparken, yol üzerinde Toprak Mahsülleri Ofisinin yanyana dizilmiş, kocaman, silindir depolarını görmüşsünüzdür. Hatta genellikle depoların üzerinde mesajlarda vardır. Mesela “Çiftçinin Kara Gün Dostu” falan yazar. 

Çiftçi aylarca uğraşır, büyütür, yetiştirir ve buğdayını bu depolara satar. Genellikle tabi ki!..

Ofis, buğday zamanı fiyat açıklar. Çiftçi, buğdayını açıklanan fiyata göre ofise satabilir. Çünkü özel sektör daha düşük fiyat verir… 

Lâkin yıllardır çiftçiler şikayetçi… Ofis’in, aldığı buğdayı uzun süre deposunda tuttuğunu anlatıyorlar. Haliyle piyasada azalan buğday, kıymetleniyor. Ofisin açıkladığı fiyat yükselmeye başlıyor… Stoklama ile fırsat yaratılıyor…

Bu kime yaramıyor?..

İhtiyacı olupta, buğdayı hemen nakite çevirmek zorunda olan çiftçiye yaramıyor…

Peki kime yarıyor?..

Stoğundaki mal kıymetlendiği için, elbette ilk olarak ofise yarıyor. İkinci olarak; sermayesi yüksek, ofisin ilk açıkladığı fiyata satmak zorunda kalmamış çiftçi ya da toptancıya, zahireciye yarıyor…

Sonrasında ise yavaş yavaş, artan fiyatlar ile buğday piyasaya sunuluyor.

Bu çelişkileri defalarca pancar üreticilerinden de dinledik… Fındık, arpa, mısır üreticilerinden de dinledik… 

Öncelikle, “Serbest Piyasa Ekonomisi” var.

Ayrıca Avrupalı yatırımcılara, defalarca “Serbest Piyasa Ekonomi” taahhüdü yetkili ağızlarca açıklandı. 

Serbest piyasa kuralları gereği, herkes istediği ürüne yatırım yapabilir. Yani soğan, patates, demir, altın, buğday alabilir. Kendine bir fırsat kollayabilir. Çıkar gözetebilir. Değeri artınca da yatırım yaptığı ürünü satabilir. Ve bundan para kazanabilir… 

Bu bakış açısı altında; çiftçilerde, yaşadığı mağduriyeti kendi güçsüzlüğü olarak gördü. Çok değil bir ay bile malını tutamadığı, sermayesi olmadığı için üzüldü. Acilen nakte dönmesi gerektiği için yerindi. Kapıda bekleyen alacaklıları, mazotçuyu, gübreciyi, ilaçcıyı, bankacıyı, ziraatçıyı bekletemediği için dövündü.

Kazanan ise büyük depolar oldu… Emek veren bir kazandı. Ama deposunu dolduran beş kazandı…

Aileler çocuklarına “Yakaladığın fırsatları kaçırma, kapitalist düzene ayak uydurman lazım, yoksa geçinemezsin, ekmek bulamazsın” öğütlerini dile getirirken… “Fırsatçılar” isminde adeta bir suç örgütü türetildi…

Artık çocuklar, ebeveynlerine yan gözle bakıyor. Bakışlarında “Sen bana suç aşılıyorsun” ifadesi mevcut…

Kahvede, bakkalda, çakkalda herkes soğan depocularını konuşuyor. Sorarım size bu soğukta, yağmurda, karda, kışta soğan nerede tutulur?.. Ya sermayedarın, nereye hangi yatırımı yaptığını ne zamandır sorguluyoruz?.. Serbest piyasa ekonomisinden ne zaman koptuk?.. Fırsat, stok ne zaman suç oldu?.. Stok yapmayan bir tane fabrika varmı?..

Bu yanlış bir şey ise önce ofislerimizi sorgulamalıyız…

Bir yandan başka ülke yatırımcılarına; Türkiye’de Serbest Piyasa Ekonomisi’nin uygulandığı anlatılırken. Diğer yandan suç gibi lanse edilmesi ile yatırım yapmış yabancıda şaşkın… Stoğundaki maldan korkuyor… Para kazanma fırsatı yakalarsa, tedirgin oluyor…

Soğan’ın yeterli ekilememesi, sağlıklı şekilde üretme imkânı yakalanamaması, çiftçinin yeterince bilgilendirilmemesi, çiftçi üzerinde ithalat baskısı kurulması, çok fazla komisyoncu türemesi, yeterince para kazanamaması, yıllar içinde sermayesinin erimesi, neredeyse tüm çiftçilerin bankaya borçlu olması… Soğanı bırak, zarına muhtaç olması… Mahsul’ü henüz tarladayken çok ucuza satmak zorunda kalması… Sadece çiftçinin suçu mu?..

Bu konu da hükümetin, yönetimin öz eleştirisi olmayacak mı?.. Ya denetleyenin, meclis çatısı altındaki muhalefetin!.. 

Kim ister ki umudunu yitirmek?.. Kimse elbette... Ama sanki esnaf, pazarcı, çiftçi, işveren, işçi umutsuz günler geçiriyor…

Milletimiz tarih boyunca çalışmaktan hiç yılmamış, yine yılmaz… Ama bir Avrupa’lının yediği yemeğin, aynısı yiyebilmek için 6 kat fazla çalışmak zorunda kalıyorsa, bunu sorgular… 

Hatta uykuları kaçar…