TARİHTEN VE GÜNÜMÜZDEN TÜRK DÜNYASI ESİNTİLERİ - 54

Abone Ol
OĞUZ ÇETİNOĞLU

Çerkezler; sayıları yüzü aşkın olan Kafkas kökenli halklardan biridir. ‘Çerkezce’ olarak adlandırılan ayrı bir dilleri vardır. ‘Çerkez’ ismi, bazı kaynaklarda ‘Çerkes’ olarak da geçmektedir. Çerkezlerin, anayurt olarak kabullendikleri Batı Kafkas sıradağlarının eteklerinde bulunan Terek ve Kûban nehirleri arasındaki bayır ve vâdilere nereden gelip yerleştikleri bilinmemektedir. Ancak Onlar, Avrupa’da yaşamış vahşî kavimlerin uzantısı olmadığı gibi Asya’dan gelen Moğolların da kalıntısı değildir.

Kafkasya halklarının etnik oluşumunda; İskitler, Avarlar, Sakalar, Alanlar (Osetler), Hazarlar, Kıpçaklar ve Sabirler etkili olmuşlardır. Çerkezler, M.Ö. 2500 yılından beri Kafkasya’da yaşarlar.

Sadece Çerkezler değil, Kafkasya halklarından Gürcüler, Lazlar, Abazalar ve Acarlar da 3000 yıl boyunca, Türklerle iç içe yaşadılar. Kendi kültürlerini korumakla birlikte, Türk Kültürü’nden etkilendiler. Kafkas halklarının Türklerle kaynaşması, M.Ö. 1000’li yıllarda Türk kökenli İskitler ile başladı. İlişkiler, Osmanlı Devleti’nin 1461’de Güney Kafkasya’yı, 1578’de Orta Kafkasya’yı fethetmesiyle daha da derinlik kazandı. Bu dönem 300 yıl devam etti. Türkler ve Kafkas halkları ilişkisi, Lazistan ve Gürcistan kesiminde, 550 yıl devam etti. Anayurtlarından kopan Çerkezlerin bir bölümü, 1864 yılından beri Anadolu’muzda yaşıyorlar. Bütün bu iç içelikler sebebiyle; Türkiye’deki Çerkezlerin ve Kafkasya kökenli diğer insanların yalnızca kültürel kimlikleri değil, ırkî özellikleri de Türklerle benzeşmeler içermektedir.

Etnik kökenleri ve dilleri biri birinden farklı 10 ayrı grupta toplanabilen Kafkas halkına topluca Çerkez diyenler de vardır. 10 ayrı etnik grup şöyle sıralanabilir: 1- Adığeler, 2- Abazalar, 3- Ubikler, 4- Osetinler (Alanlar veya Asetinler), 5- Dağıstanlılar, 6- Çeçenler, 7- İnguşlar, 8- Balkarlar, 9- Karaçaylar ve 10- Kabardinler. Bu 10 grup ve Çerkezler, şüphesiz ayrı etnik kökene mensupturlar. Meselâ Balkarlar ve Karaçaylar katışıksız Türktürler. Türkçe konuşurlar. Uzun yıllar süren ıstıraplı bir hayat, onları kader birliği yapmaya sevk etmiş, tek bir grup olarak anılmalarına yol açmıştır. Çarlık Rusya’sı 1864 yılında, Komünist Rusya döneminde ise 1944 yılında Stalin tarafından uygulanan top yekûn sürgün olayları ve savaşlar sebebiyle hep birlikte yaşanan açlık ve yoksulluklar onların bir arada anılmalarına yol açmıştır. Gerçekte Çerkez adlandırması, Adığeler için geçerlidir.

Çerkez kelimesi, Türkistan’da da kullanılır. Hüseyin Nâmık Orkun’un verdiği bilgilerden öğrenildiğine göre Kazakistan’da yaşayan Kırgızların Bavlıoğlu kabilesine bağlı bir boyun ismi Çerkez’dir. Kırgızistan’da Edige/Adığe isimli bir kabile yaşamaktadır. Altay’larda Tanrı Dağları bölgesinde Çerkez isimli bir yerleşim alanı vardır. Eski Türk efsânelerinde Çerkez adlı bir kuştan söz edilir. Pek çok tarih kitaplarında, Çerkezlerin Baykal Gölü civarında yaşamakta iken M.Ö. 6. yüzyılda Kafkasya’ya göç ettiklerine dair bilgiler vardır. Bütün bu bilgilere rağmen Çerkezlerin, benzeşmeler ihtiva eden ayrı bir etnik grubun, ayrı bir kültürün mensupları oldukları kabul edilmeli.

Çerkezler, tarih boyunca; Roma, Hun ve Avar imparatorluklarının, Hazar Hanlığı’nın, Cenevizlilerin, Moğolların, Kıpçakların, Altın Orda Devleti’nin, Kırım Hanlığı’nın, Osmanlı Devleti’nin ve Rusya’nın yönetiminde yaşadılar. Ancak, Türk ve İslâm Kültürü hariç, hiç bir milletin kültüründen etkilenmediler. Özde kendi kültürlerini yaşadılar ve günümüze kadar devam ettirdiler. Kafkasya halklarının bütün destanlarında kökü Altaylara uzanan tarihî motifler vardır. Destanlarda o bölgenin kültürüne ait renklere rastlanır. Benzeşmeler, kazılarda bulunan süs ve ev eşyaları ile takılarda da görülür.

Kafkas halkları, M.S. 200’lü yıllarda Romalıların egemenliğine girince Hıristiyanlaştırılmaya başladı. M.S. 600’lü yıllara gelindiğinde, bütün bölge halkı Hıristiyanlığı kabul etmişti. Arapların Kafkasya’ya İslâmiyet’i getirmeleri, 700’lü yıllarda oldu. Osmanlılar 1341’de Trabzon’a gelip yerleştiler. 1380’de Ordu ve Giresun’u Türkleştirdiler. Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1461’de Trabzon’u fethetmesiyle Karadeniz’in güney sâhilleri resmen Türklerin oldu. 1475’te Kefe ve Azak ta Osmanlıların eline geçti. Sohum şehri ve Abhazya 1578’de fethedildi. 17. yüzyıla gelindiğinde Gürcüstan’ın tamamı Türklerindi. Kafkasya 18. ve 19. yüzyıllarda, Osmanlı – Rus savaşlarına sahne oldu. Bu savaşlarda Kafkas halklarının tamamı, Osmanlı’nın saflarında savaşa katıldı.

Çerkezler, işte böyle bir Kafkasya’nın halkıdır. Onlar Kafkasya’nın en asil insanlarıdır. Güzel endamlıdırlar. Giyim kuşamlarına çok dikkat ederler. Kadınlarının güzelliği, ailelerine bağlılıkları ve diğer üstün meziyetleri çok iyi bilinir.

ÇERKEZ KÜLTÜRÜ

Rus komutan, savaş sonrasında, Osmanlı’nın ‘Çerkezistan’ olarak adlandırdığı Kafkasya topraklarını kendilerine bıraktığını tebliğ etmek üzere, Çerkez kabilelerinin liderlerini bir araya toplamıştı. Komutan sözlerini bitirir bitirmez Çerkez lider sordu:

- Sultan, bizi size vermiş olabilir. Ancak, siz alabilecek misiniz?

Hemen ardından bir ağacın tepesine konan kuşu göstererek, otoriter bir ses tonuyla:

- General ! Ben de şuradaki kuşu sana veriyorum. Alabilirsen haydi, git de al ! Dedi.

Kafkas kültürünün, Kafkasya’nın sarp kayalıklarının ve sert ikliminin oluşturduğu karakterin bütün haşmeti, bu cevapta apaçık görülür.

MİNE BAYSAN

İnsanlık tarihinin trajik olaylarından biri 21 Mayıs 1864 tarihinde Kuzey Kafkasya’da yaşanmıştır. Çerkes Soykırımı, aradan geçen 151 yıla rağmen varlığı görmezden gelinen acılardan biri olarak Çerkes halkının hafızâsında yer etmiştir. Gürcistan’nın Çerkes soykırımını tanıyan tek ülke olması, soykırımın görmezden gelindiğinin en büyük delilidir.

Petrol, enerji hatları açısından stratejik bir öneme sahip olması, Akdeniz’e doğru deniz yolunu açacak olması, Rusya’nın güney sınırını güvence altına almak istemesi, Rus çiftçiler için verimli tarım alanları vaat ediyor olması Kuzey Kafkasya’yı Rusya için hedef haline getirmiştir. Ruslar bu sayede batılılaşma heveslisi oldukları bir dönemde batı tarzı bir koloniye Kafkasya‘da sahip olabilecekti.

Birinci Petro’nun altyapısını hazırladığı Kafkasya’yı işgal planı, İkinci Katerina’nın Osmanlı’nın Avusturya ile paylaşılarak içine Kafkasya’yı da alan yeni bir Bizans kurulmasını kapsayan Grek Projesi ile perçinlenmiş ve uygulamaya koyulmaya başlanmış, 100 yıl sonra İkinci Aleksandr tarafından nihayete erdirilmiştir. Bu süreçte Kafkas halkları Ruslara karşı koyabilmek için büyük mücadeleler vermiş fakat güçlerinin tükenmesi ve dış desteklerin kesilmesiyle mağlubiyeti kabul etmek mecburiyetinde kalmışlardır. 1864 yılı, Kafkas-Rus savaşının bitiş tarihi olarak kabul edilir. 21 Mayıs 1864 tarihinde Ruslar, Soçi şehrinde yaptıkları askerî geçit töreniyle zaferlerini ilan etmişlerdir.

Ruslar, itaat kültürleri olmayan Çerkez (Adige) halkını, istila ettikleri Kuzey Kafkasya topraklarında istememiş, mahallî halkı göç etmeye zorlamıştır. Onların yerine Rus ve Kazaklar bu topraklara iskân edilmiştir. Rusların asla hak sahibi olmadığı toprakların asıl sâhibi olan Çerkezler, anavatanlarını korumak için uzun yıllar süren savaşlarda katledilmişler, sürgün sürecinde yine katliama ve soykırıma mâruz kalmışlardır. Vatanlarını terk etmemek için direnenlerin köyleri basılıp yakılmıştır. Bu baskınlardan sağ kurtulabilenler için ölüm, çıkarıldıkları sürgün yolculuğunda peşlerini bırakmamıştır. Osmanlı Devleti’ne sürgün edilmeye çalışılan Çerkezlerin bir kısmı tıkıştırıldıkları vagonlarda ve taşıma kapasitesinin çok üstünde yolcu alan gemilerde bir kısmı ise ulaştıkları Osmanlı topraklarında hastalıktan, açlıktan ve soğuktan can vermiştir.

Göç komisyonunun raporlarına göre, 1858'den 1865'e kadar 493.193 kişi sürgün edilmiştir. Fakat bu sayı gerçeği yansıtmamaktadır. Kayıt altına alınmayan onbinlerce Çerkez ile birlikte sürgün edilenlerin sayısı bir milyonun üstündedir. Rus yetkililer yolculuk sırasında insanların hayatını koruma altına alacak hiçbir tedbir almamış, aksine onları insanî olmayan şartlarda yolculuğa zorlayarak kasıtlı bir katliama imza atmıştır.

Çar İkinci Aleksandr, Kont Yevdokimov’a gönderdiği yazıda; “1860 yılında Batı Kafkasya’da savaşı bir an önce bitirmek için sunduğunuz ve tarafımızdan onaylanan plan, beklediğimizin çok üzerinde parlak bir başarıyla tamamlandı. Üç yıl içinde barış sağlanan ve bize düşman yerli halktan temizlenen Batı Kafkasya sağlam şekilde Rus yerleşimleriyle iskân edildi. Bu uzun ve kanlı savaş, devleti 150 yıldır uğradığı kayıplardan kurtararak ve şüphesiz, zamanla ona bu kayıpları fazlasıyla telafi edecek geniş ve zengin bir ülke bahşederek sona erdi…” demiştir.

Vsemirnıy Puteşestvennik gazetesi 1871'de şunları yazıyor: “Bir yıl içinde göçmenlerin üçte ikisi öldü. Batum yakınlarına yerleşen 22.000 göçmenden sadece 7.000 kişi kaldı. Samsun civarına yerleşen 30.000 kişiden 1.800 kişi kaldı. Binlerce insan ölüyor; çocuklara gelince, bu zavallılar mal gibi satılıyor. Gençler hizmet için orduya giriyor.”

Sürüldükleri Türkiye, Ürdün, Suriye, İsrail, Kosova, Mısır, Irak gibi eski Osmanlı topraklarında Çerkezler hâlâ hayatlarını idame ettirmeye çalışmaktadır. Almanya’da da yaklaşık 40.000 Çerkez yaşamaktadır. En yüksek Çerkez nüfusuna Türkiye sâhiptir. Sürgün ve soykırım yüzünden Türkiye’de Kuzey Kafkasya’da olduğundan daha fazla Çerkez yaşamaktadır. Bu da sürgünün ne kadar trajik sonuçları olduğunu bir kez daha gözler önüne seriyor. Türkiye’deki Çerkez nüfusu 2.5-3 milyon olarak tahmin edilirken Kafkasya’daki Çerkez nüfusu 800.000’i geçmemektedir.

FETHİ MURAT DOĞAN

Ermenistan’ın Metsamor Nükleer Santralı, Iğdır il sınırına 16 km uzaklıktadır ve dünyadaki en güvensiz reaktör niteliğindedir.

Ermenistan’daki 1988 yılı depreminde bu nükleer santral ciddi derecede zarar görmüş ve uzun süre kullanım dışı kalmıştır. 1977’de eski Sovyet teknolojisiyle inşa edilen ve 2005 yılında teknik ömrünü doldurmuş bulunan Metsamor Nükleer Santralı, aynı zamanda birinci derece deprem bölgesindedir!

Ermenistan, bu nükleer santralin kapatılması için AB’den 1 milyar Avro istemekte, insanlığa karşı şantaj yapmaktadır!

Bazı sözde çevreciler; insanlık, bölgemiz ve ülkemiz için büyük tehlike arz eden ve Iğdır il sınırına 16 km mesafedeki, Ermenistan'ın Metsamor Nükleer Santralının kapatılması için kılını kıpırdatmıyorlar!

1995 yılında tekrar faaliyete geçtiğinde, Ermenistan çevre bakanının bile tepki gösterdiği bu en güvensiz santrale sözde çevrecilerin sessiz desteği, aslında onların “çevre”yi bahane olarak kullandığını; asıl hedeflerinin, dış güçlerin çıkarları doğrultusunda, Türkiye’nin kalkınmasını baltalamak olduğunu açıkça göstermektedir!

Bilindiği veya gizlendiği gibi, sadece Fransa'da 59 (elli dokuz) nükleer santral var! ABD'de 104 (yüz dört) tane nükleer santral var! Türkiye'ye ise 1 tane bile kurdurtmadılar!

Merhum Özal, "ABD, nükleer santral kurmamızı istemiyor" demişti. Türkiye'nin kalkınmasını baltalamak istemeyenler; sadece nükleere karşı değildir; aynı zamanda, termik ve hidrolik santrala da karşıdırlar! Akarsulardan elektrik elde edilmesine (HES) bile karşı çıkıyorlar! Hatta rüzgâr enerjisini, nükleer santrala karşı kullanmak isteyen bu sözde çevreciler, "gürültü" vs. bahanesiyle Ayvalık Alibey Adasıyla Karaburun'a kurulmak istenen rüzgâr santrallarına da karşı çıktılar!

Türkiye'de altın aranmasına da "siyanür kullanılıyor” diyerek karşı çıkıyorlar! Oysa bütün dünyada altın ve gümüş, siyanürle ayrıştırılıyor!

Bazı iyi niyetli çevrecileri de kullanan dış güçler, ülkemizin gelişmesini baltalamak için yerine göre bazen doğayı, tarihi, bazen "fauna" ve "flora"yı, bazen "Çernobil"i kullanıyorlar! Bütün vatanseverler, saf ve iyi niyetli insanları, emperyalist güçlerin bu oyunlarına karşı uyarmalıyız ve ülkemizi enerjide dışa bağımlı hale getiren dış güçlere karşı kararlılıkla mücadele etmeliyiz.

Bu konuda, rahmetli Dr. Necip Hablemitoğlu'nun Bergama Dosyası adlı çok aydınlatıcı kitabını herkes okumalıdır.

TÜRK DÜNYASINDA HAZİRAN AYINDA YAŞANAN ÖNEMLİ HÂDİSELER