Tarihten ve günümüzden Türk Dünyası esintileri-36

Abone Ol

Gök Bayrağın Sancaktarı:  İSA YUSUF ALPTEKİN
Prof. Dr. NECAT BİRİNCİ

Doğu Türkistan... En eski Türk vatanı. Büyük Hun Devleti, Kangıl, Göktürk, Türgiş, Karluk, Uygur, Karahanlı devletleri bu coğrafyada kurulmuş ve gelişmiştir. Türkler bu coğrafyada Islâmiyet’le karşılaşmış, Müslüman olmaya başlamışlardır. Çağataylar, Timurlular, Seidiye Hanlığı, Kaşgar Hanlığı, Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti de bu coğrafyada kurulmuştur.

Doğu Türkistan coğrafyasının adı Çin kaynaklarında ‘Batı Bölgeleri’ anlamına gelen ‘xiyu’dur. Firdevsî'nin Şehnâmesi'nde ‘Turan’ olarak geçer.

Marko Polo seyahatnâmesinde bu coğrafyaya ‘Uluğ Türkistan’ denilir.

Turfan metinlerinde ise ‘Uygur İli’dir. 19. yüzyılın ikinci yarısında Büyük Türkistan'ın batı bölgesi Ruslar tarafından işgal edilir. Doğuda kalan kısma ‘Doğu Türkistan’ adı verilir. Bu bölge de Çin nüfuzu altındadır.

Kızıl Çin orduları 1949 yılında bu en eski Türk vatanını, büyük katliamlar da yaparak işgal eder. 1955 yılında da adını ‘Yeni Hudut’ anlamına gelen ‘Sincan’ olarak değiştirir, otonom bölge olarak Çin'e bağlandığını dünyaya duyurur.

İsa Yusuf Alptekin böyle esir bir vatanın istiklâl kahramanı, sandık diplerine, yastık altlarına düşmemek için direnen Gök Bayrağın ulu sancaktarıdır. 1901 yılında Doğu Türkistan'ın Kaşgar Vilayeti’nin Yenihisar kazasında doğmuştur. Babası Yusuf Bey, annesi Ayşe Hanımdır. Ailenin on iki çocuğundan hayatta kalan üç kardeşin en küçüğüdür. İsa Yusuf’un din âlimi olmasını isteyen babası, O’nu Yakup Ahun Molla'nın hocalık yaptığı mektebe yollar. Ancak Yenihisar'ın Çinli kaymakamı, Müslümanların ileri gelenlerinin, çocuklarını Çin okullarına göndermelerini istemesi üzerine, Çin okuluna kaydedilen İsa Yusuf, bir yandan bu okula devam eder, diğer yandan, yörenin önemli hocalarından dinî bilgiler alır.

İsa Yusuf’un yetişmesini sağlayan bir ocak da köklü bir gelenek olan ‘Meşreb Meclisleri’dir. Gençlere şehir hayatını gösteren, toplum içinde davranış biçimlerini veren ve erdemli olma yollarını öğreten bu meclislerde İsa Yusuf ‘yiğitbaşılığa’ kadar yükseldi.

İsa Yusuf devlet hizmetine vergi memur yardımcısı olarak girdi. Daha sonra eğitim gördüğü Çin okuluna Türkçe öğretmeni olarak tâyin edildi. 1923'te Yenihisar'a tâyin olan Çinli kaymakam De Li'nin Türkçe öğretmeni oldu. O’na Türkçe öğretti. Bu çalışma sırasında kaymakamın güvenini kazandı. Kaymakam, 1926 yılında konsolos olarak Andican'a atanınca İsa Yusuf’u yanında götürdü. Üç yıl Andican, üç yıl da Taşkent olmak üzere altı yıl devlet yönetiminin içinde olan İsa Yusuf, yönetim diplomasisi açısından önemli tecrübe kazandı. Bu yıllarda Batı Türkistan ve Çin'in başka şehirlerine seyahatlerde bulundu. Batı Türkistan'daki vatanseverlerle ve milliyetperverlerle tanıştı. Onlarla işbirliği yollarını aradı. Komünizm tehlikesini yakından gördü. Gittiği yerlere daha önce göç etmiş Doğu Türkistanlılarla yakından ilgilendi. Onlara, Komünizm tehlikesine karşı uyanık olmalarını ısrarla telkin etti. Özbeklerin millî şairi Çolpan'la tarıştı. Çolpan, İsa Yusuf’a Türkistan'ın geleceği için vatanperver, milliyetperver, çalışkan, fedakâr gençler yetiştirme fikrini aşıladı, O’nun millî konular üzerinde daha derin hassasiyet kazanmasını sağladı.

Yıllarca yanında bulunduğu konsolos De Li'nin görevden alınması üzerine Pekine gitti. 1933'de ‘Doğu Türkistan Vatandaşlar Cemiyeti’ni kurdu, ‘Çin Türkistanı'nın Avazı’ isimli dergiyi çıkardı.

Bu arada 1930 yılından itibaren işgalci Çin, Doğu Türkistan üzerindeki baskılarını arttırdı. Bu baskılara karşı, 1931'de Kumul Ayaklanması başladı. Bunu Turfan, Hoten, Altay, Tohsun, Yerkent ayaklanmaları tâkip etti. Bu ayaklanmalar sonucu 12 Kasım 1933'te merkezi Kaşgar olmak üzere Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti kuruldu. Ancak bir yıl sonra, Ekim 1934'te Çin kuvvetleri tarafından bu yeni devlet ortadan kaldırıldı. İsa Yusuf bu hareketin içinde yer almadı. O Nankin şehrindedir ve halk arasında millî uyanışın kültür zeminini oluşturmak için çalışmaktadır.

1936 yılında Çin Millet Meclisi üyeliğine seçildi. 1938 yılınla Çin-Japon anlaşmazlığı konusunda, Çin tezini anlatmak üzere görevlendirildi. Hindistan'ı, Suudi Arabistan'ı, Mısır'ı, Türkiye'yi ziyaret etti. Ziyaret ettiği bu ülkelerin görüştüğü yetkililerine Doğu Türkistan dâvâsını da anlatmak fırsatı buldu. Türkiye'den sonra Beyrut, Lübnan, Irak'ı ziyaret etti. Irak'tan İran’a, arkasından Afganistan'a geçti. Burada 1933 ayaklanması kahramanlarından Mehmet Emin Buğra ile görüştü. Hindistan üzerinden Mart 1940'da Doğu Türkistan'a döndü. İki yıl süren bu seyahat boyunca İsa Yusuf Alptekin Müslüman devletlerden yardım ve destek isteme fırsatı buldu ise de umduğu desteği elde edemedi. O artık mücadelesine Çin'de devam edecektir.

Çin anayasasında Doğu Türkistan'ın içinde bulunduğu şartları iyileştirecek değişikliklerin yapılması için Çin Millet Meclisi'ne bazı tekliflerde bulundu. Çin'e dönmüş olan Mehmet Emin Buğra Bey ile birlikte, Çin Cumhurbaşkanı Çan Kay Şek ile arzu edilen değişiklikler üzerine konuştu. Bu görüşmeler sonuç vermedi. Aksine Çin, Doğu Türkistan üzerindeki baskısını daha da arttırdı. Bu baskılar giderek tahammül sınırlarını aştı. 21 Eylül 1944'te Ali Han Töre önderliğinde İli'de ayaklanma başladı. 7 Kasım 1944'te Şarkî Türkistan Cumhuriyeti kuruldu. Esasen bir taraftan Kızıl ayaklanma, diğer yandan Japonlarla devam eden savaş, Çin'i zor durumda bırakmıştı. Buna rağmen yeni devlet tanınmadı. Ancak Çinli General Can Ci Cu'nun başkanlığında, İsa Yusuf ile Mehmet Emin'in de içinde yer aldığı Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti kuruldu. 1947'de İsa Yusuf Alptekin bu hükümetin genel sekreteri oldu. Hükümet, 1940'da Çin zulmüne karşı ayaklanıp Altayları Çinlilerden tamamen temizleyen Osman Batur'u Urumçi'ye dâvet etti ve onu Altaylar bölgesine vali tâyin etti. Böylece yeni hükümetin nüfuz alanı Altayları da içine alacak şekilde genişledi.

Yeni Hükümetin Osman Batur'a karşı bu tavrı Çin'i olduğu kadar Sovyet Rusya'yı da rahatsız etti. Hükümet başkanı Mesut Sabri Bey'le İsa Yusuf görevlerinden azledildi ve görüşmek üzere Çin'e davet edildiler. Ancak bu ikili, görüşmelere gitmedi.

Bu arada Kızıl Çin tehlikesi de gittikçe yaklaşmaktadır. İsa Yusuf Alptekin Kızıl Ordu'ya direnen Çin ordularının yanında yer aldı. Ancak bu yararlı olmadı. Çin Cumhuriyeti'ni rahatlatlatmak için, Doğu Türkistan'ın Kızıllara terk edileceği haberleri ortalığa yayıldı.

‘Ufkumun kandili söndü,
Sarardı bütün yapraklar
Mevsimler kızıla döndü,
Elveda doğduğum topraklar.’

İsa Yusuf Alptekin ve arkadaşları, artık Doğu Türkistan’da kendilerine yaşama hakkı tanınmayacağını anladılar ve çok sevdikleri vatanlarından ayrılmaya karar verdiler.

(İstanbul Aydın Üniversitesi Dergisi. Ocak 2013, Sayı: 12)



DOĞU TÜRKİSTAN’IN KISA TARİHİ
OĞUZ ÇETİNOĞLU

     1.828.418 Km2 yüzölçümlü Doğu Türkistan, 1218 yılında Cengiz Han tarafından Moğol İmparatorluğu hâkimiyetine alındı. 1606 yılında Çağatay Devleti geldi. 1760 yılında bölgeye Çinliler hâkim oldular. Türkler, Çin kuvvetlerine büyük zayiat verdirdiler. Kendileri de çok zarar gördü. 1.200.000 Türk şehit edildi, 12.000 kişi de Çin içlerine sürüldü.
     Uygur Türkleri vatanseverdirler, hürriyetlerine düşkündürler. Her türlü imkânsızlıklara rağmen, 12 Kasım 1933 tarihinde başşehri Kaşgar olmak üzere Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyetini kurdular. Çin yönetimi, Ruslarla iş birliği yaptı, 6 Şubat 1934 tarihinde Ma Chnagying'in ordusu Doğu Türkistan İslâm Cumhuriyeti ordusunu imha etti ve yeni kurulan Cumhuriyeti ortadan kaldırdı. Pek çok kişi idam cezasına çarptırıldı. Hürriyet aşkı ile ayaklanmalar devam etti. Doğu Türkistanlılar, 12 Kasım 1944'te Gulca başşehir olmak üzere Doğu Türkistan Cumhuriyeti'ni kurdular. Mavi zemin üzerinde ay yıldızlı bayrak, devlet binalarında hür bir şekilde dalgalandı. Doğu Türkistan Cumhuriyeti beş yıl sonra 20 Ekim, 1949 tarihinde Çin Halk Cumhuriyeti tarafından yıkıldı ve Aralık 1949'da Çin Halk Kurtuluş Ordusu bölgeye yerleştirildi, Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti'ne bağlandı. Doğu Türkistan Türkleri de o zamandan beri; dayanılmaz baskılara, işkencelere, sürgünlere ve katliama rağmen Çin işgaline karşı direnmektedir.
     Doğu Türkistan, Türkistan’ın bir parçasıdır. Türkistan, batıda Hazar Denizi’nden, doğuda Altay ve Altın Dağları’na; güneyde Horasan, Karakurum Dağları’ndan, kuzeyde Ural Dağları ile Sibirya’ya kadar uzanmaktadır. Doğu Türkistan; Türkistan’ın doğusunda ve Asya kıtasının tam ortasında bulunmaktadır. Güneyde Pakistan, Hindistan, Keşmir ve Tibet, güneybatı ve batıda Afganistan ve Batı Türkistan, kuzeyde Sibirya ve nihayet doğu ve kuzeydoğuda Çin ve Moğolistan ile sınırdır. Doğu Türkistan'ın büyük bölümü Karakurum, Tanrı Dağları, Tarbagatay ve Altay sıradağları ve Taklamakan Çölü ile kaplıdır. Bu bölgede 50.000.000 Müslüman Türk yaşar. Çok zengin bir tarihe sahip ve görkemli görünümlü Doğu Türkistan, yüksek dağlarla, ilgi çekici çöllerle, güzel otlaklar ve ormanlarla kaplıdır.
     1953 yılında Türkiye 1.000’e yakın Doğu Türkistan'lı mülteciyi Keşmir ve Pakistan'dan kabul etmiştir.
     Doğu Türkistan, günümüzde Çin Halk Cumhuriyeti (ÇHC) hudutları içerisinde (sözde) özerk bölge olarak Çin yönetimindedir. ÇHC yönetimi; Türklere, insan hakları başta olmak üzere, dinî ve kültürel hiçbir hak tanımıyor. Müslüman Türkler, işkencenin binbir çeşidinin mucidi olan Çinlilerin zulmü altında gün be gün yok oluyorlar.
     Doğu Türkistan önemli bir bölgedir. Başta petrol olmak üzere; altın, gümüş, uranyum, bakır ve kömür gibi pekçok kıymetli madenler bulunmaktadır. Bugünkü Çin Devleti'nin ekonomisi, Doğu Türkistan'daki zenginliklerden güç alıyor. Petrol rezervlerinin 18 milyar ton, kömür rezervlerinin 1 katrilyon 50 milyar ton olduğu biliniyor.
     Satuk Buğra Han, Kaşgarlı Mahmud, Yusuf Has Hacip gibi Türk âleminin kültür devleri bu bölgede yaşamışlardır. Onların âbide eserleri, bu topraklarda yazılmıştır. Eserlerini kütüphane raflarından eksik etmiyoruz. Sözlerini dilimizden düşürmüyoruz. Buna rağmen oradaki türbeleri harabe hâlinde. Yok olmak üzere. Tamiri için hiç bir teşebbüs yok. 1998 yılında, Hoten şehrinde bulunan 200 yıllık cami, yenisi yapılacak diye yıkıldı, izi bile kalmadı. Yerine, askerî bina yapıldı.
     Doğu Türkistan'da, insanlık açısından yüz kızartıcı felâketler yaşanıyor: 4 Şubat 1997 tarihinde idrak edilen Kadir Gecesi Gulca şehrinde olanlar, tüyler ürperticidir. Kadir Gecesi sebebiyle küçük bir mescitte toplanan kadınlar Kur'anı-Kerim okuyorlardı. Çin polisi mescide girerek kadınları demir sopalarla dövdü. Sonra da saçlarından tutup sürükleyerek polis merkezine götürdüler. Mahalle sakinleri merkeze gelerek kadınların serbest bırakılmasını istediler. İçeriden ateş açıldı ve işkence ile öldürülen ihtiyar üç kadının cesedi, kalabalığın önüne atıldı. Galeyana gelen halk, öfkeli hareketler yaptı. Hareketler, sokak çatışması hâline dönüştü. 100 Çinli, 200 Türk öldü. Bir hafta içerisinde 5.000 Türk, kamplara kapatılıp işkencelere maruz bırakıldı. 8 Şubat sabahı, bayram namazı için camide toplanan halkın, namaz kılması engellendi. Direnenler, genç-yaşlı ayırımı yapılmaksızın çırılçıplak soyuldu buz üzerinde saatlerce bekletildi. Üzerlerine tazyikle soğuk su sıkıldı. Soğuktan ayakları donan insanların tedavilerinin yaptırılması engellendi. Donan ve kangren olan uzuvlar, gayri sıhhî şartlarda gövdeden kopartıldı. İşkenceye doymayan Çinliler, insan avını üç ay süre ile devam ettirdiler. Evler didik didik arandı. 70.000 Uygur Türkü, kamplara kapatıldı. İşkencelere oralarda devam edildi. Açlığa ve işkenceye direnç gösterebilenler kurşuna dizildi.
     Çin zulmü bitmez. 06 Temmuz 2009 tarihinde Çin yönetiminin, Doğu Türkistan Türklerinden binlerce kişiyi katletmesine yol açan Urumçi olayları yaşandı.
     Küçük bir şehirde oyuncak fabrikasında çalışan Doğu Türkistanlı iki gencin, Çinli işçi kıza sarkıntılık ettiği şeklinde uydurma bir haber çıkartıldı. Ardından Türk gençlerinin linç edilmesine göz yumuldu ve olayların büyümesi için saldırganlar desteklendi. Olayla uzaktan-yakından hiçbir ilgisi bulunmayan ailelerin evleri basıldı, yağmalandı ve yakıldı, aile fertleri dövüldü ve öldürüldü. Barbar Han Çinlilerinin başlattığı Müslüman-Türk avına, Çin polisi ve ordusu da silahlı güçle katıldı.
     Bu insanlık dışı olaylar, Doğu Türkistan’ın Başşehri Urumçi’de yaşayan Doğu Türkistan Türkleri tarafından bir sessiz yürüyüşle protesto edilmek istenince de kızılca kıyamet koptu. Yürüyüşe katılanların üzerine, hedef belirlenmeksizin otomatik silahlarla yaylım ateşi açıldı, bine yakın insan katledildi, 2.000’den fazla mâsum insan, ağır şekilde yaralandı, bir o kadarı da asker ve polis tarafından bilinmeyen yerlere götürüldü. Bunların sayısı 10.000’den fazladır. Götürülenlerden haber alınamıyor. Kan görünce kuduran canavarlar, kısa zaman içerisinde şehri savaş alanına çevirdiler. Çin haber ajansları olayları dünya kamuoyuna, ‘Türklerin Çinlileri öldürdüğü ve devlet binalarını ateşe verdiği, otomobilleri tahrip ettiği…’ şeklinde duyuruldu. Dünya buna inandı. İnanmayanlar sessiz kaldılar.
     Doğu Türkistan Türkleri için ‘Onlar bizim insanımız’ denilmesi yanlış bir ifâde. Böyle bir söylem, onları rencide eder. Sözün doğrusu: ‘Biz onların insanlarıyız. Onlar bizim ecdadımızın, atalarımızın torunlarıdır.’



DOĞU TÜRKİSTAN

Tüm sözcükler suskun…
Sessizliğin girdabında…

Ağlamak mı?
Çare mi gözyaşları bir tarihin ağıdına
Gölgesine yıldırımlar mı düştü
Nasırlaşmış kalplerin?
Neden bu kadar mahzun, çaresiz…
İnsanlığın nasibi yok mu?
Baharı mı yitmiş ümitlerin…?

Gözlerimde sönüyor yıldızlar…
Uzak iklimlerin sam yeli dokunan avuçlarıma
Dualar kor!
Dualar ıssız!
Umuda katık ettim birlik olmayı
İnsanlık adına…

Hüzün yansır her karenden
İşler köklü bir yapıta…
Ezansızdır minareler
Yetim kaldı her zerren
Sukûtun düştü yâdıma…

Çağır beni derinleşmiş yastan
Özünü sahiplenmiş dimağımla
Cesaret kılıcını kuşanıp yürekten
Yazalım gökyüzünün hürriyetine
Bu tarihi yeni baştan…
Çiçeklerin kan, çiçeklerin hoyrat…
Ne kaldı ki sende bu pervasız zulümden
Yeniden mâvilere boyanır mı bu bayrak
Bir esâret zinciri sana yazılan her destan
Seninle sen olayım Doğu Türkistan...

ZÜLEYHA ÖZBAY BİLGİÇ