Tarihten ve günümüzden Türk Dünyası esintileri-15

Abone Ol


ACARA'DA DİN

AHMED CEVAD AHUNDOV

Acaralılarla olan rabıtamıza biraz dikkatle bakacak olursak bizi kardaşlarımıza bağlayan, onları bize sevdiren ancak din ve Kur'an'ın tavsiyeleridir.

Acara'da başlıca din, Din-i Mübîn-i Muhammedî'dir. Yerlilerden, bir kişi olsun Hıristiyan yoktur. Bize göre bunlar İslâmiyet'i çok eskiden kabul etmişlerdir. Bugün tam manasıyla bir Müslüman kavmidirler. Dini katiyen ihmal etmezler. On beş yaşından yukarı olan her bir Acaralı isterse bey olsun, ağa olsun, namaz kılar, oruç tutar. İslâmiyet'in diğer amellerini yerine getirirler.

Derin bir ormanın sağır bir bucağındaki ak bir caminin ak minaresinde dertli hocanın yanık sesi, Acara'nın kalbi saf çocuklarını namaza dâvet ettiğinde, şadırvanın etrafı dolar. Büyük küçük herkes namaza hazır olur. Artık hiçbir kuvvete karşı boyun eğmeyen bir necip millet, Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda eğilir, secde eder, kulluğunu gösterir.

Samîmi bir milletin saf bir ibâdeti… Ben Acara'nın namazına meftunum!

Cuma namazlarının haşmetini görmek için buradaki merkez camilerine gelmelisiniz! Birbirine yakın olan köylerin birinin camii evvelden merkez olarak tanınır ve her Cuma günü etraftaki köylerin bütün erkekleri bu camiye toplanarak namaz kılarlar.

Acara’nın köy camileri her zaman bizim şehir camilerinden kalabalık olur.

Söylendiğine göre Ramazan ayı Acara'da bütün yetişkinler nasıl ki namaz kılıyorlar öyle de oruç tutup Cenab-ı Hakk'ın mağfiretini diliyorlar. Ramazanda her gün camilerde namaz ve vaaz, diğer aylara nispeten daha parlak bir şekildeymiş.

Tabiidir ki oruç ve namaza böyle hevesle yapışan bir millette maharet son derece güzeldir. Acara'da yenilik ve ilerleme yokluğuna rağmen büyük bir temizlik vardır. En aşağı tabakaya kadar bir köylünün bile üst başında geniş bir temizliğin itimat kazandığını görürsünüz. Hiçkimsede hiçbir fena koku, nefes kokması görmezsiniz. Her günde beş vakit abdest, her abdestte güzelce yıkanmanın neticesi işte budur.
Acara'da dinî bayramların çok güzel kutlandığını söylerler. Kısmet olursa Acara'nın bir dinî bayram kutlamasını da görür, okuyucularımıza elimizden geldiği kadar anlatırız. Dinini seven bir millet, bayramını da sevecek ve sevdirecektir.

Acaralıların dine ne kadar güzelce sarıldıklarını bundan da bilmek olur ki, Acara an'aneleri ancak ve ancak İslâm an'anelerinden ibârettir. Millî âdet ve an'ane olarak İslâm an'anelerini, tarihî mukaddesin ifâde ettiği mânayla kabul etmişlerdir. Müslüman gibi düşünüp, Müslüman gibi inanıp, Müslüman gibi sevinirler. Ezberden bir Kur'an âyeti okusanız ağzınızdan öpmek için çalışırlar.

Hanımların örtünmesi meselesine gelince Acara bunda da birçok yerlerden daha iyi riayet etmektedir. Buranın köylerinde bizimkilerde olduğu gibi kadınların yüzleri yarım kapalı değildir, bütün kapalıdır. Beli büzmeli bir çarşaftan başka bir de yüzlerine rûbend/peçe bağlarlar. Buranın hanımları için bu rûbend/peçe zannedersin bizimkilerinden daha elverişlidir. Çünkü yüzü peçeli hanım herkesi görür fakat onu kimse göremez.

Örtünmeye böyle riayet ettiklerine göre söz yok ki buranın kadınları tarla ve çayır işlerine çok az karışırlar. Bütün vakitlerini ev işlerinde geçirirler. Dokuz yaşından aşağı olan kızlar mekteplerinde oğlanlarla beraber ders okurlar. Kur'an-ı Şerîfi hatmettikten sonra yazı bilmeden, okumaktan çekinirler.

İşte bizim Acaralı kardaşlarımızın dine riayetlerinin derecesi budur

Bu son zamanlarda bazı İslâmiyet düşmanları ortaya yanlış bir nazariye çıkarmışlar; güya İslâm'ın yayılma zamanında Acaralıları kılıç zoruyla Müslüman etmişler! Benim anladığıma göre bunlar, İslâm dinini zorla kabul etselerdi bu az müddet içerisinde Hıristiyanlığı da büsbütün unutmazlardı. Az da olsa ondan kalan eserlere tesadüf edilirdi. Nasıl oldu ki güçle Hıristiyanlığı kabul eden birçok milletler asırlarca eski dinlerinin tesiri altında kaldılar da Acaralılar iki yüz eli senede Hıristiyanlığı büsbütün unuttular?

Bunun için büyük bir cesaretle söyleyebiliriz ki Acara'da İslâm dini, yalnız, yalnız irşâd ve hidayet yoluyla yayılmıştır. Bir de fikrin yanlış olduğunu bununla hükmetmek olur ki: Türk idaresi altında çok az kalan bir millet, eğer İslâmiyet'i zorla kabul etmiş olsaydı, ülkelerini Rus istila ettikten sonra kim mâni oldu ki tekrar Hıristiyan olmadı?

‘Sizin babalarınız Hıristiyan'dı, siz de Hıristiyan olmalısınız!’ Diyen bir misyonere namuslu bir Acaralı çocuğu demiş ki: ‘Peki öyleyse siz de Yahudi olunuz! Çünkü babalarınız Yahudi'ydi!’

Güzel ve uygun bir cevaptır, değil mi?

Diyorlar ki siz İslâmiyet'i zorla, kılıç zoruyla kabul etmişsiniz! Bunu diyen adamdan Acaralılar mutlaka incinirler.

Bu fikri kendi haklarında bir iftira olarak görürler. Hakları da vardır.

(30 Aralık 1915 tarihli Açık Söz Gazetesi’nden iktibas eden Bizim Ahıska Dergisi’nin Kış 2012 dönemine ait 25. sayısından alınmıştır.)



AHMET VECAD AHUNDOV KİMDİR?

OĞUZ ÇETİNOĞLU
 HYPERLINK "mailto:ocetinoglu1@gmail.com" ocetinoglu1@gmail.com
 
Azerbaycan millî şairlerinden Ahmed Cevad Ahundov Azerbaycan’ın Gence şehrinde, 5 Mayıs 1892 tarihinde dünyaya geldi. Milliyetçi fikirleri sebebiyle 20 Kasım 1937 tarihinde Stalin’in emri ile 45 yaşında iken kurşunlanarak şehit edildi.

Türk Dünyası’nın en etkili fikir adamı Gaspıralı İsmail Bey’in Dilde, Fikirde İşte Birlik prensibini benimsedi. Ziya Gökalp, Ömer Seyfeddin ve Ali Cânip Yöntem’in kullandığı yaşayan Türkçenin, Türk dünyasının ortak dili olmasını savundu. Kendisi de bütün şiirlerinde ve yazılarında bu dili kullandı. O’na, ‘Azerbaycan’ın Mehmet Âkif Ersoy’u’ denilebilir. Türkiye’de millî marş gibi coşku ile söylenen Çırpınırdın Karadeniz şarkısının güftesi O’na aittir. O, yalnız Azerbaycan için değil, bütün ömrü boyunca Anadolu insanının acılarına da ağıtlar yazmış, gözyaşı dökmüştür. Anadolu’ya bağlılığını 1912 Balkan Savaşı’nda, Trakya Cephesi’nde bizzat savaşa katılmak suretiyle göstermiştir. 1915’te Sarıkamış’ta şehit olan vatan evlâtları için:

Sordum garip minâreden  /  Akşam olmuş ezanın hanı ?
Baykuş konmuş minberlere  /  Diyen hanı, duyan hanı  ?

Diyerek feryat etmiştir. Kâzım Karabekir Paşa’nın kazandığı zaferin sevincini ise şu mısralarla dile getirmiştir:
Atıldı dağlardan zafer topları  /  Yürüdü asker ileri: Bismillâh
O, han sarayında çiçekli bir kız  /  Bekliyor bizleri zafer, Bismillâh !

Can Azerbaycan toprakları kızıl komünist ordunun çizmeleri ile kirlenince Ahmed Cevad Ahundov yine feryatlardadır:
Askersiz kumandanlar  /  Kırıp attı yayını.
Felek gönderdi zehre  / Bu ülkenin payını
Gülmek zaten yok idi  /  Ağlamak da oldu yasak.
Zavallı mağlûp ülke  /  Sana ne hukuk, ne hak !

Ahmet Cevad Ahundov, bu şiirleri yazdı diye, 1923’te Kızıl Polis Örgütü tarafından tutuklanmış, 14 sene Sibirya’da sürgün hayatı yaşamıştır. Sürgünden sonra aynı şiirleri yazmaya devam ettiği için kurşuna dizilmiştir.  




Ahmed Cevat Ahundov’un, Azerbaycan Türklerinin en büyük bestekârlarından olan Üzeyir Hacıbeyoğlu tarafından bestelenen şiiri:


ÇIRPINIRDI KARADENİZ

Çırpınırdı Karadeniz,
Bakıp Türk'ün bayrağına
Ah..ölmeden bir görseydim
Düşebilsem toprağına.

Sırmalar sarsam koluna
İnciler dizsem yoluna
Fırtınalar dursun yana
Yol ver Türk'ün bayrağına.

Ayrı düştüm dost elinden
Yıllar var ki çarpar sinem
Vefalı Türk geldi yine
Selâm Türk'ün bayrağına.

Kafkaslardan esen yeller
Sana şirin selâm söyler
Olsun bütün Turan eller
Kurban Türk'ün bayrağına.

Kafkaslardan aşacağız
Türklüğe şan katacağız
Türk'ün şanlı bayrağını
Turan ele asacağız.

 AHMED CEVAD AHUNDOV
                                                
ÜZEYİR HACIBEYOĞLU:
Azerbaycanlı Türk bestekâr Üzeyir Hacıbeyoğlu; Azerbaycan’a bağlı Türk toprağı Karabağ’da, 18 Eylül 1885 tarihinde dünyaya geldi. 23 Kasım 1948 tarihinde, 63 yaşında iken Bakü’de vefat eti.

Azerbaycan’da opera sanatının kurucusu ve büyük Türk bestekârıdır. Üzeyir Abdülhüseyinoğlu Hacıbeyli olarak da bilinir. İlk ve orta tahsilini, mûsikîşinasların yurdu olarak anılan Karabağ’ın Şuşa ilçesinde tamamladı. Sonra, Tiflis yakınlarındaki Gori Öğretmen Okulu’na girdi. Tar çalan babası
Hacıbey’den aldığı ilk mûsikî bilgilerini bu okulda geliştirdi, mûsikî nazariyatı öğrendi, keman çalmadaki hünerini ilerletti. Azerbaycan halk türkülerini yeniden işleyerek güzelleştirme denemeleri yaptı. Bu okulu 1904’te birincilikle bitirdikten sonra, Bakü’ye gelerek 1905 yılında öğretmenlik yapmaya başladı. Burada, folklor üzerindeki çalışmalarını derinleştirdi. Rus klâsiklerini öğrendi ve gazetelere yazılar yazdı. 1907 yılında büyük Türk şâiri Fuzûli’nin Leylâ ve Mecnun isimli eserinden hareketle, ilk büyük eseri olan Leylâ ile Mecnun Operası’nı yazdı. Eser ilk defa 25 Ocak 1908’de Bakü’de sahneye kondu. Büyük ilgi gördü ve Hacıbeyoğlu’nu şöhrete ulaştırdı. 1911 – 1913 yılları arasında Moskova Müzik – Dram Okulu, Moskova Filârmoni Orkestrası ve Petersburg Konservatuarı’nda  bilgi ve tecrübesini geliştirici çalışmalar yaptı.

Azerbaycan ve Türk Dünyası’nın yetiştirdiği ilk ve en büyük kompozitördür. Hem bestekâr, hem mûsikî yazarı hem de eserlerini sahneye koyan bir rejisör olan Hacıbeyoğlu, fikir ve mücâdele hayatında da önemli bir yer tutmuştur. İrşad, Füzûyat ve Açık Söz gazetelerinde siyâsî yazılar, küçük hikâye ve fıkralar, Azerbaycan Gazetesi’nde başyazılar yazmış, çok samîmi bir vatansever ve  Türk milliyetçisi olarak halkı irşâda çalışmıştır. 1918 – 1920 yılları arasında Azerbaycan bağımsızlığına kavuşup Azerbaycan Millî Hükümeti kurulunca, hayatının en mesut günlerini  yaşayan büyük sanatkâr, bu dönemde, Azerbaycan Millî Marşı’nı yazıp bestelemiştir.

Üzeyir Hacıbeyoğlu, Rusların Azerbaycan’ı ilhak etmesinden sonra da milliyetçi hareket ve mücâdeleleri bilindiği halde, sanattaki üstün kıymeti ve şöhreti sebebiyle öldürülememiş, kendisine iki defa Stalin Nişanı verilmiştir. 1945 yılında Azerbaycan İlimler Akademisi’ne seçildi. Sovyet Yüksek Azerbaycan Şûrası’nın birinci ve ikince devresinde Azerbaycan temsilcisi olarak görev yaptı. 1945 yılında Azerbaycan Halk Mûsikîsinin Esasları  isimli kitabını yayınladı.

1927 yılında kurduğu Azerbaycan Devlet Konservatuarı, bu gün O’nun adını taşımaktadır.  Uzun yıllar direktörlüğünü yaptığı bu mektepte, komünist rejimin bütün kaba baskılarına rağmen, halk müziğinin millî karakterlerini ve esaslarını muhâfaza ederek, halk ve klâsik Azerbaycan mûsikîsinin yaşamasını sağlamıştır.  Bu çalışmalarıyla, yeni nesillere ruh ve heyecan vermiş, birçok talebe yetiştirmiştir.

Diğer eserlerinden bâzıları:  Opera türünde: Şeyh San’an (1909),  Rüstem ile Zöhrab  (1910),  Şah Abbas ve Hurşîd Bânû (1912), Aslı ile Kerem (1912), Hârun ile Leylâ (1915), Köroğlu (1936), Firûze  (Bitmemiştir.)  Müzikli komedi türünde: Er ve Avrat (1909), O Olmasın, Bu Olsun (1910). Operet: türünde: Arşın Mal Alan (1913), Meşt-i Îbât (1910),





ACARA VE ACARLAR:
Gürcistan’ın güneybatı kesiminde yer alan özerk cumhuriyettir. Gürcistan Anayasası Hukukuna tabidir. Yüzölçümü 3.000 kilometrekaredir. Nüfusu 2002 sayımına göre 376.016’dır. Nüfusun % 80’i Acara halkı olarak anılan Gürcü kökenli Türk kültürünü benimsemiş Müslümanlardır. Türkiye’de yaşayan Acaralılar kendilerini şöyle tanımlıyorlar: Bizler Gürcü kökenli, Acara bölgesinden ve Acara halkı arasından gelmiş Türkleriz.

Acara Özerk Cumhuriyeti’nin Başşehri Batum’dur. Resmî dil Gürcücedir. Para birimi Gürcü Larisi’dir. Türkiye’nin kuzeydoğusunda Artvin ve Ardahan illeri sınırında yer alır. Artvin'in Hopa ilçesinde bulunan Sarp Sınır Kapısı Batum’a açılır. Bir süre Osmanlı İmparatorluğu yönetiminde kalmış olan Acara Özerk Cumhuriyeti, 1921'de Acara Özerk Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti adıyla kurulmuş, Sovyetler Birliği'nin dağılıp Gürcistan'ın bağımsız olmasından sonra bugünkü adını almıştır. Gürcistan'ın merkezi yönetimine tâbi olan Acara Özerk Cumhuriyeti, Türkiye ile tarihi, dini ve kültürel yakınlığa sahiptir. 1921 Kars Antlaşması metninde ‘Garantör’ terimi geçmemekle birlikte 6. maddesine dayandırılarak, özerkliğinin Türkiye'nin garantörlüğünden bahsedilmektedir.

Antik çağlarda Acara, Kolhis ve Kartli’nin bir parçasıydı. MÖ 5. yüzyılda Yunanlılar tarafından kolonileştirildi ve Batum (Batis) şehri de muhtemelen Yunanlı koloniciler tarafından kuruldu. Bölge MÖ 2. yüzyılda Romalılar ve daha sonra Bizanslıların eline geçti

11. yüzyılda Selçuklular, 13. yüzyılda İlhanlılar tarafından işgal edilmesiyle bölge insanları Müslüman oldu ve aynı zamanda Türk kültürünü benimsedi, Türkleşti.   

]Osmanlı döneminde Acara, bir müddet Çıldır, sonra da Ahıska Eyâleti’ne bağlı oldu. ‘93 Harbi’  olarak anılan ve Osmanlı Devleti’nin mağlubiyeti ile sonuçlanan 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Acara halkının büyük bir bölümü Anadolu'nun çeşitli yerlerine göç etti. Harpten sonra imzalanan Berlin Antlaşmasıyla Acara, Rusya tarafından ilhak edildi.
 
1914-1918 yılları arasındaki Birinci Dünya Savaşı sırasında Almanya tarafından işgal edildi ve 3 Mart 1918 tarihli Brest-Litovsk Antlaşması’yla Osmanlı'nın toprağı oldu.

Mondros Mütarekesi gereğince İngiltere tarafından geçici olarak işgal edilen Acara, Kurtuluş Savaşı döneminde Bolşeviklerin Gürcistan'a saldırı sırasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti Ordusu tarafından alınmıştır.

Kars Antlaşması ile Acara’nın büyük bölümü Türkiye'ye bırakıldı. 16 Şubat 1921'de Sovyetlerin Demokratik Gürcistan Cumhuriyeti'ne saldırmasıyla Türkiye ile Gürcistan arasında müzakere başladı ve 23 Şubat'ta Sovyetler Gürcistan'a savaş ilan edince Gürcistan hükûmeti Ardahan ve Artvin sancaklarının Türkiye'ye bırakıldığını bildirmiştir. Ertesi gün 24 Şubat'ta Tiflis Kızıl Ordu tarafından işgal edildi.

Müzakereler sonucunda Türkiye Büyük Millet Meclisi Ordusuna bağlı birlikler 7 Mart'ta Ardahan ve Artvin'i, 10 Mart'ta Ahıska'yı almış ve 14 Mart'ta Batum ve Ahılkelek'e girmişlerdir. Gürcüler Ahıska ve Ahılkelek'in Türkiye'ye verilmesine razı olmuş ancak Batum'u vermek istememiştir. 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması imzalanarak Batum'un Sovyetlere bırakılması kararlaştırılmıştır. 17 Mart'ta Gürcü hükûmeti Batum'u terk etmeden önce şu kararı vermiştir:

Batum'u Türklere terk etmektense Bolşeviklerde kalması daha iyidir. Çünkü bir gün Sovyetler ortadan kalkacak, fakat bir kere Türk olan Batum daima Türk kalacaktır. Bu karar üzerine Batum’un Türkiye ile ilgili kesildi.

Türkiye ile Acara Özerk Cumhuriyeti arasında; 57 kilometresi sâhil şeridi olmak üzere 270 kilometre uzunluğunda sınır vardır.  
ÂZERÎ DEĞİL, AZERBAYCAN TÜRKLERİ:
Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği (SSCB) döneminde Azerbaycan’da yaşayan Oğuz Türkleri, SSCB yönetimi tarafından ‘Azerî’ olarak anılıyor,  kayıtlara böyle geçiyordu.

Dünyada, ‘Azerî’ diye bir millet, ırk ve kavim yoktur. Azerbaycan topraklarında yaşayan soydaşlarımızı Azerbaycan Türkleri olarak anmamız gerekir.   

Özbek, Kırgız, Karakalpak / Karapapak, Kazak, Tacik, isimlendirmeleri de Türk ismini unutturma gayretlerinin ürünüdür.

Azerbaycan Türkleri, 74 yıl boyunca Komünist yönetimlere ve bir arada yaşamak mecburiyetinde bırakıldıkları Rus halkına, bıkmadan, usanmadan Azerî isimlendirmesinin yanlış olduğunu, kendilerinin öz-be-öz, katıksız Türk olduklarını anlatmak için çırpındılar. Günümüzde de biz Anadolu Türkleri karşısında aynı yanlışı düzeltmeye çalışmak mecburiyetinde kalmaları, onları olduğu kadar bizleri de üzmeli.



GÖRÜNTÜ MALZEMELERİ:

1- Acara Logosu
2- Acara Haritası
3- Ahmed Cevad Ahundov
4- Üzeyir Hacıbeyoğlu
5- Ü. Hacıbeyoğlu