İbrahim Güray AYTEKİN _ÖZEL HABER - ARAŞTIRMA

TARİHTE KURULMUŞ İLK ORGANİZE AJAN, KUMPAS VE SUİKAST ÖRGÜTÜ HAŞHAŞİLİK VE HAŞHAŞİLER 

"Haşhaş" kelimesi Arapçada "kuru ot" ve "hayvan yemi" anlamına gelir. Sonraları kelimenin anlamı uyuşturucu etkisiyle bilinen hint keneviri ile özdeşleştirilmiştir. Silvestre de Sacy, Haşhaşiler'e bu adın haşhaş kullanma alışkanlıkları yüzünden verildiği kanısını benimsememekle beraber bu adın, şeyhin fedailerine vadettiği cenneti tattırabilmek için onlara gizlice haşhaş içirmesiyle ilgili olarak bu ad konulmuştur. 

Marco Polo'nun seyahatnâmelerinde geçen cennet bahçeleri hikâyesiyle temellendirmiştir. 1273 yılında İran'dan geçmiş olan Marco Polo'nun seyahatnâmesindeki hikâye kısaca şöyledir: 

‘’Kendi dillerinde şeyhlerine "dinin büyüğü" anlamına gelen Alaeddin diyorlardı. Şeyh iki dağ arasındaki vadiyi kapatmış ve burayı sütten, baldan ve şaraptan akan sular, güzel huriler ve çeşitli meyve bahçeleriyle donatmıştı. Dağın şeyhi müridlerinin gerçekten cennette olduklarını zannetmeleri için burayı Muhammed'in cennet tasvirine benzetmişti. Bizim yaşlı adam dediğimiz bu efendi fedailerine iksirinden içirerek onları dörderli, altışarlı gruplar halinde bahçeye taşıtıyordu. Gerçekten cennete gittiklerini zanneden müridlerini bir göreve göndereceği zaman şeyh "Gidip şunu şunu öldüresin. Meleklerim seni cennete götürecektir." diyordu. Şeyh'in cennetine geri dönebilme arzusuyla fedailerin göze almayacağı hiçbir tehlike yoktu.’’

Tarikatın faaliyet gösterdiği dönemde yaşamış olan hem İsmaili hem de Sünni tarihçinin eserlerinde böyle bir söylem yoktur. Ayrıca Haşhaşi ismi tarihi belgelerde sadece Suriye İsmailileri'ni nitelemek amacıyla kullanılan yerel bir addır. İran İsmailileri için hiçbir belgede bu isim kullanılmamaktadır. 

Bazı tarihçilere göre "dağın şeyhi" tabiri de Suriye'ye özgüdür. İslam'daki ilk kırılma Hz Muhammed'in vefatından sonra gerçekleşmiştir. Muhammed'den sonra dinî ve siyasi liderin kim olacağı hakkındaki tartışmalar ve gerilimler Şiilik ve Sünni mezheplerini ortaya çıkarmıştır. Başlarda Sünnilik, Arap aristokrasisi temelli iktidarın, Şiilik ise Arap olmayan muhalif Müslüman kesimin temsilcisi olmuştur. 

Şiilik, Arap olmayan milletlerin eski dinlerinden daha çok etkilenmiştir. Şii mezhebi 765 yılında altıncı imam Cafer es-Sadık'ın ölümü sonrası yeni imamın belirlenmesinde iki kola ayrılmıştır. Ana akım Şii gruplar Cafer'in küçük oğlu Musa Kazım'ı yedinci imam olarak tanımışlardır. Bu grup günümüzün On İki İmamcılık koludur. Uç gruplar ise Câʿfer-i Sâdık'in büyük oğlu İsmâil bin Câ'fer el-Mûbarek'i yedinci imam olarak tanımış ve İsmâililer olarak adlandırılmışlardır. İsmaililik, Öğreti açısından İslam'daki en zengin, sistematik ve felsefî mezhep olarak görülür.

Tarikat, İsmaililik mezhebini temel alan Fatımi Devleti'nde dinsel bir hizipleşme sonucu ortaya çıkmıştır. Ortaya çıkan iki koldan biri olan Nizariliğin temsilcisi olan Haşhaşiler önce İran sonra da Suriye'ye yayılmıştır. Kuşatılması ve ele geçirilmesi güç kaleler temelinde örgütlenmiş olan Haşhaşiler önemli kişilere yönelik suikastlere dayanan etkili bir askerî strateji geliştirerek Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli ve farklı bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Haşhaşiler ideolojik açıdan dönemin Sünni siyasi ve dinî çevrelerini, özellikle de Abbasi Devleti ve onun koruyucusu olan Büyük Selçuklu Devleti'ni düşman kabul etmiştir. Bununla birlikte Haşhaşiler'in Haçlı devletlerini ve Moğol İmparatorluğu'nu hedef alan bazı saldırıları da olmuştur. 

İsmaililer ilk büyük başarılarını Fatımiler adlı Kuzey Afrika, Sicilya, Hicaz, Mısır'ı kontrol altında tutan bir devlet kurarak kazanmışlardır. Burada Kahire adlı yeni bir şehir kuran İsmaililer El-Ezher Medresesi'ni kurup burayı dinî öğretilerinin ve misyonerlik faaliyetlerinin merkezi haline getirmişlerdir. Fatımiler'in Sekizinci halifesi Mûstensir'in ölümünden sonra Fâtımîler Hâlifeliği'nin veziri ve Mûstensir'in küçük oğlu Ahmed el-Mustâ‘'nin eniştesi olan El-Efdâl Şehinşâh, doğal olarak halife olması gereken Mûstensir'in büyük oğlu Nizâr el-Mustafâ'nın yerine küçük oğul Mustâ‘lî'yi "Dokuzuncu Fâtımî Hâlifesi" olarak ilân edince İsmâililer iki ayrı kola ayrılmış oldular. Fatımileri yöneten askeri diktatörlük halifenin küçük oğlu Mustali'yi, Doğu İsmailileri ve Fatımiler'deki dinî hiyerarşi ise halifenin büyük oğlu Nizar'ı halife olarak tanımışlardır.

Onuncu Fâtımî Hâlifesi El-Âmir bi'Ahkâmi’l-Lâh'ın "Haşhaşiler" tarafından katledilmesinden sonra Mustalilik kolu İkinci bir bölünme hadisesi daha yaşamıştır. El-Âmir'in yerine hâlife olan kuzeni Onbirinci Fâtımî Hâlifesi El-Hâfız li-Dîn-Allâh'ın hâlifeliğini tanımayarak El-Âmir bi'Ahkâmi’l-Lâh'ın yeni doğmuş oğlu Et-Tâyyîb Ebû’l-Kâsım'ın hâlife olması gerektiğini savunanlar ise Tâyyîb’îyye kolunu oluşturarak Davudî İsmailîlik'ten türeyen ve Bohralar adı verilen tasavvufî-yollar halinde günümüze kadar gelebilmişlerdir. Fâtımîler Hâlifeliği'nin resmî mezhebi ise önce Hâfızîliğe dönüşmüş, daha sonra da Fâtımî Devleti'nin Selahaddin Eyyubi tarafından yıkılması neticesinde ortadan kalkmıştır.

Nizarilik kolu ise Haşhaşiler'in koruması altında bugün IV. Ağa Han tarafından temsil edilmekte olan hanedanlarını günümüze kadar devam ettirmeyi başarmışlardır. 

Haşhaşiler'in tarihi Elemût Kalesi'nin alınmasıyla başlar. Hasan Sabbah uzun süren misyonerlik ve insan kazanma faaliyetleri sırasında Selçuklularla mücadele etmek için rahat edebileceği ulaşılmaz bir yer aramış, Deylem'de yaptığı faaliyetler sırasında Alamut Kalesi'nde karar kılmıştır. Büyük ve yüksek bir kayalık tepe üzerine inşa edilmiş olan bu kaleye sadece dar bir patikadan ulaşılmaktaydı.

Hasan Sabbah buraya vardığında kale onu Selçuklu sultanından almış olan Zeydî-Alevîler Hanedanlığı soyundan gelen Alevi Mehdi adındaki bir hükümdarın elindeydi.: Önce bölgeye dâîlerini yollayan Hasan, bölge halkını ve Alamut'ta yaşayanları kendi tarafına çekmiştir. Hasan Sabbah bu olayları şöyle anlatır: 

‘’Ve sonra Kazvin'den Alamut Kalesi'ne bir dâî gönderdim. Alamut insanlarından bazıları dâînin telkinlerine uyup mezhep değiştirdiler ve Alevileri de buna teşvik ettiler. Dâî yenilgiye uğramış gibi göründü ancak bir yolunu bulup dönmelerin tümünü kale dışına çıkardı ve bütün kapıları kapatarak kalenin sultanın malı olduğunu ilan etti. Uzun münakaşalardan sonra onları yeniden içeri aldı ve insanlar da daha kötüsüyle karşılaşmamak için onun himayesi altına girdiler.’’

Bundan sonra Eylül 1090 da gizlice kaleye alınmış, kalenin önceki sahibi elinden bir şey gelmediği için kaleyi terk etmiştir. Böylece Hasan Sabbah ve Haşhaşiler örgütlerini resmen kurmuş ve faaliyetlerine başlamışlardır. 

Haşhaşiler, Orta Çağ İslam dünyasında çok önemli rol oynamışlardır. Büyük Selçuklu Devleti'nin en parlak döneminde düşüşe geçmesine ve SencerBerkyaruk ile Muhammed Tapar arasındaki taht kavgalarına önemli etkide bulunmuşlardır. Bu süreçte bazı Selçuklu sultanlarıyla müttefik olan Haşhaşiler çoğuyla da mücadele içinde olmuşlardır. Selçukluların dağılmasından sonra da etkisini sürdüren Haşhaşiler Moğolların İran'ı ve Bağdat'ı ele geçirmesine kadar ayakta kalmış, sonrasında ise Moğol-Nizari Savaşı sonucu son liderleri Rükneddin Hür Şah'ın Hülagü'nün isteklerine uymasıyla 1256 yılında Alamut Kalesi, teslim olmuş 1258 yılında Lemeser Kalesi ele geçirilmiştir. 

Ancak Girduh kalesi 1270 yılına kadar direnmiştir. Moğollar başta Alamut Kalesi olmak üzere tüm kaleleri yakıp yıkmışlardır. Bölgedeki 100.000'i aşkın İsmailiyi Möngke Hanın emriyle katletmişlerdir. Suriye Haşhaşileri Haçlı Seferleri sırasında siyasal olaylarda önemli bir rol oynamışlardır. Raşidüddin Sinan el-İsmaili döneminde siyasal ve öğretisel olarak en parlak dönemlerini yaşamışlardır. 1273 yılında ise kalelerini Baybars'a teslim etmişlerdir. 

İsmaililerin Suriye hikayesi İran'a göre farklı. Burada fedailer aranırken İran'daki gibi Dai'ler halkla konuşup ikna etmiyordu. Dai'ler valilerle iletişimde kalıp valilerin getirdiği insanları fedai yapıyorlardı. Burada bulunan Sünni halk bu duruma sinirlenmiş ve durumun ciddiyetini anlayan Sinan elindeki İsmaililer ile önce Bahra Dağları'na sonrasında ise Masyaf Kalesi El-Kehf Kalesine çekilmişlerdir. İlk dönemlerinde Sünni olan Selahaddin ile savaşmışlardır ve Sinan verdiği stratejiler ile fedailerinin Selahaddin'in kişisel kampına kadar girip korkuttuğu ve bu düşmanlığın orada bitirildiğine inanılır. Sonrasında SelahaddinSinan ile anlaşma yapar ve beraber Haçlılara karşı savaşırlar. Bu sırada Sinan başarılarından dolayı ve Masyaf Kalesini sahibi olmasından "Dağın Efendisi" lakabını alır. Aynı zamanda Sinan'ın Avrupalı liderlerle anlaşmalar yapıp, suikastlar için Avrupalı liderler bir grup fedai vermiştir. Montferratlı Conrad'ı öldüren fedaiyi Aslan Yürekli Richard'ın yönlendirdiği söylenir. 1164'te Kıyam-ı Kıyamet fermanına kulak asmayıp önceden davrandıkları gibi davranmaya devam etmişlerdir.

Haşhaşilerin kaleleri yüksek, ulaşması zor ve kimi zaman Alamut Kalesi'nde oluğu gibi tepeye sadece tek yol bulunan patika yerlere yapılmıştır. Kalelerin en alt kısımlarda kuru gıdaların bulunduğu depolar vardır, onların üstünde kalede bulunan fedailerin odaları, onların üstü ise insanların beraber oturup konuştukları oturma odaları, sanatçılar ve bilim insanlarının bilimle uğraştıkları odalar olarak yapılmıştı. Bütün bu odalar tepenin içi oyularak yapılmıştır ve tepenin tam ortasına denk gelmektedir. 

Bu odaların kenarlarında ise kaleye saldıranları yavaşlatmak için kurulan tuzaklar, toplar ve askerlerin içinden çıkıp veya mevzilenip ok atması için büyük kapılar vardı.. Avlunun içinde ise küçük pazar alanları vardı ve burada satılan meyveler, bitkiler, sebzeler , tahıllar ve kalenin içinde bulunması gereken tüm eşyalar kalenin bulunduğu tepenin eteklerinde bulunan yaşayıp tarımı orada yapan İsmaililerden geliyordu. Kalelerde en üst odalar kalenin sahibi olan "İmam"lara ve bölgede faaliyet gösteren "Dai"lere verilmişti.

En farklı özelliğe sahip kale halkın zekası sayesinde Peter Willey'e göre şu an büyük mühendislerin bile yapamayacağı özellikler bulunduran İran'ın Kuzey Doğusunda bulunan Girduh Kalesi'dir. Bu kalede su kanallarından su aşağıdan yukarıya doğru akmaktadır ve dağın eğik arazisinde çok verimli tarım alanları yapılmıştır. Bunların olma sebeplrinden biri de kalenin ilk imamı Muzaffer'in insanların temel ihtiyaçlarını gidermenin önemli olduğunu bilmesidir. Aynı şekilde kale, bulunduğu dağın şeklinden dolayı etrafı hep tuzaklarla dolu olmuştur. Bu düşünceler o kadar etkili olmuştur ki Girduh Kalesi 17 yıl Moğol istilasına dayanmıştır.

Ayrıca Suriye'de bulunan kaleler için genel bir durum vardır. Bu kaleler İsmaililerden Moğollara, onlardan Memlüklülere, onlardan Osmanlılara kalmıştır. Moğollar kaleleri zapt ettiklerinde çoğu zaman kale yakınındaki insanları öldürmüşlerdir. Memlükler'de ise bu kaleler boş bırakılmış, Osmanlı döneminde ise İsmaili amirleri kaleleri padişahlarında yönetme isteğin de bulunmuş ve padişahtan gelen onaylarla yönetmişlerdir. Ancak Osmanlı hiçbir zaman o kalelere gereken önemi vermedi. Sadece El-Kehf kalesi bir amaç için kullanılmıştır ve o amaçta hapis görevi görmek olmuştur.

Hasan Sabbah'ın kurduğu tarikat sıkı bir hiyerarşi ve katı kurallara dayanmaktadır. Tarikat kendi örgütlenmesini "davet" olarak adlandırmıştır. Tarikatın temsilcileri "davetçiler" anlamındaki dâîlerdir. Dâîlerin en alt kademesinde "davete cevap veren" anlamına gelen "müstecip"ler, en üst kademede ise "delil" manasına gelen "hücce" yani baş dâî yer almaktadır. "Cezire", dâînin faaliyet gösterdiği bölgedir. İsmaililer de diğer mezhepler gibi dinî liderlerine şeyh, pir, ata gibi unvanlarla hitap eder. Tarikat mensuplarının birbirleri için kullandıkları terim ise "yoldaş" anlamına gelen "refik"tir. Sıklıkla fedai olarak bilinen suikastçılar ise tarikat tarafından esasiyun olarak adlandırılmıştır.

Haşhaşiler tarihte kendilerinden önce pek görülmemiş olan bir askerî taktik geliştirdiler. Özel olarak tek bir önemli kişiyi öldürmeyi temel askerî taktik olarak kullanan Haşhaşiler, suikastı da kendilerince dinî ve psikolojik bir şekilde uygulamışlardır. Haşhaşilerce yapılan suikastların hiçbirinde ok, zehir gibi silahlar kullanılmamıştır. Tüm suikastlarda hançer kullanılmıştır. Ayrıca suikastı gerçekleştiren Haşhaşi'nin kaçmaya çalışmaması ve öldürülen kişinin korumaları veya halk tarafından linç edilmesidir. 

Uzmanlar bunu Haşhaşiler'in eylemlerine ayinsel bir hava katmak ve insanları korkutma, etkileme amacıyla bu şekilde yaptığını düşünmektedir. Haşhaşiler'in bu eylem biçimi günümüzün Müslüman intihar eylemcileri ile ilişkilendirilmiştir. 

Haşhaş kullanımı olayı gerçekte bilinenin aksine çok farklıdır. 1162 yılına gelindiğinde Alamut Kalesi'nin yeni imamı II.Hasan olmuştu ve 1164 yılında Kıyâm-ı Kıyâmet fermanını yayınlamış ve kıyametin yaklaştığını söyleyip Kur'an'daki ayetleri yasaklamış ve kendi ibadetlerini oluşturmuştur. Bunlardan biri ise suikaste giden fedainin Cennet Bahçelerinde haşhaş çekip bahçelerde bakire genç kızlarla son bir eğlence yapma ibadetidir. Bakire kızlarla eğlence durumu kesinlik kazanmasa bile haşhaş kullanımında şunu biliyoruz ki 1164'ten sonra İran'da bulunan kalelerde suikastçi haşhaş kullanıp suikast bölgesine gidiyordu.

Bu kanunların çıkma sebebi II.Hasan'ın kıyametin geldiğini düşünmesi ve Kur'an'ın etkisini yitirdiğini düşünmesidir. İranlı fanatiklerde bu kurallara harfi harfine uymuştur. Bilinmesi gereken başka bir husus ise şudur ki bu ibadetler sadece İran'daki kalelerde yürürlülüğe girmiştir. O zamanlarda Suriye'nin baş imamı olan Raşidüddin Sinan el-İsmaili bu fermanın Suriye'de yürürlülüğe girmesini engellemiştir çünkü II.Hasan'ın bunu yapma sebebinin otorite sağlamak istediğini bilmesi ve böyle ibadetlerle fedailerin etkisini düşürmemek istemesiydi. Çünkü Suriye o zamanlar 3.Haçlı Seferi'ne ev sahipliğine ev yapmasaydı ve herkesin birbirine yan gözle bakmasıydı. Müslümanlar sefer yapan Hristiyanlar, Tapınakçılar ve Hospitalier Şovalyeleri ile uğraşırken Selahaddin Eyyubi ise Kutsal Toprakların tek sahibi olmak için Müslümanlar ile de savaşıyordu. Bundan dolayı Sinan, fedailerini formda tutmak istiyordu.

Cennet Bahçesi olarak tanımlanan bölge ise gerçekten var olan bir şeydi. Kaleler yapılırken büyük balkonlar yapıldı. Bu balkonlarda uzun kolonlar olur ve kolonlarda çeşit çeşit sarmaşıklar ve çiçekler bulunuyordu. Bu balkonlar yükseklerde olduklarından aşağısı gözükmüyordu ve orada bulunan insana havadaymış etkisi yaratıyordu. Bundan dolayı Cennet Bahçesi deniyordu.

Haşhaşilerin özellikleri:

- Haşhaşi örgütünün merkezi Alamut Kalesi'dir. Bu kale, hem teknik açıdan hem de coğrafi konum itibariyle oldukça korunaklı bir mekandır.Takipçileri Hasan Sabbah'a o kadar inanmışlardır ki, liderlerinin tek el işaretiyle kendilerini öldürebilirler. Haşhaşilerin en önemli özelliği takiyye ve kendini gizlemedir. Halkın arasında rahatça dolaşırlar ve devlet kademelerine başarıyla sızarlar.Bulundukları ortamda hangi renk gerekiyorsa, o renge bürünebilme özellikleri vardır. Her türlü ortama ayak uydurabilirler, deşifre olmamak için inançlarının kerih gördüğü amelleri bile gerçekleştirmekten çekinmezler.

Militanlara birçok dil öğretilir. Bir devlette, bir makama, mevkiye gelmiş militan kendini hiç deşifre etmeden uzun yıllar boyu o makamda kendisine Hasan Sabbah tarafından verilecek görevi bekler. Bu görev bekleme işi ölünceye kadar sürebilir. Bir devlet büyüğünün yanına sızmış, onun kardeşi gibi güvenini kazanmış bir militan, Hasan Sabbah'tan emir gelmesi halinde gözünü kırpmadan o devlet büyüğünün ayağını kaydırabilir, hatta canına kıyabilir. Bu konumda görev bekleme süresi de yine ölünceye kadar devam edebilir. Haşhaşiler takiyyede o kadar ileri gitmişlerdir ki, cenaze törenleri bile, kendi inançlarının emrettikleri usulün dışında başka bir usulde yapılabiliyor.

Haşhaşilerde lidere sadakat çok önemlidir. Onları bu konuda motive eden unsur cennete gitmektir. Haşhaşilerin, haşhaş verilerek beyinlerinin uyuşturulduğu, bu haldeyken yalancı bir cennete sokuldukları rivayet edilir. Militanlar motivasyonlarını buradan alır. Ancak Orhan Erdem'e göre beyin sadece haşhaşla uyuşmaz. Esas motivasyon cennete gitmektir. Haşhaşilerin en sansasyonel eylemlerinden birisi, Selçuklu İmparatorluğu'nun en ünlü veziri Nizamülmülk'ü öldürmeleridir.

Militanlar kolay kolay deşifre olmazlar. Çünkü muhteşem bir örgütlenme yapısı vardır. Sızdıkları ülkelerde, Hasan Sabbah'a itiraz eden devlet adamlarını, tüccarları ve tanınmış sözü geçen kişileri genellikle etkisiz hale getirirler ya da korkuturlar. Selçuklular'ın yıkılmasındaki en önemli faktörlerden birisi Haşhaşilerdir.Selçuklular Haşhaşileri farkettiler, ama kalenin yerini farketmişlerdi. O kalenin etki alanını farkedememişlerdi. Aynı safta namaz kıldıkları insanları hiç gözlerin kırpmadan öldürebilmektedirler.