TARİHTE İBRET ALMAK MİLLETLERİN ÖMRÜNÜ UZATIR

Abone Ol
Evet, Türkiye Cumhuriyeti okullarında Türk tarihine başlarken önce şöyle deriz; ”Türklerin en eski ve ilk teşkilatlı devleti, Büyük Hun Devleti’dir.” Sonra üç kıtada 125 devlet kurduğumuzu övünçle anlatırız. Bakın görün ki; “Hun” ismini biz değil de kendi deyimimiz ile söylersek hala Macarlar kullanmaktadır. Ve de devletin dünya tarafından tanındığı ismi de “Hungarian” yani Hunların ülkesi olarak tanınmaktadır. 
Bugün Hungary yani Macarlar bile Türk Milleti tarafından yönetilmekten gurur duyarken acaba biz neden kendi kendimizi veya milletimizi veya Türk Devleti kavramından deyimini veya da “Türkiye” kelimesinde rahatsız oluruz buna şaşırmamak elden değildir! Devam ediyorum. Türklerin kurduğu. Bu 125 devletten, 9 tanesi Hun ismi ile 39 Mensubiyet veya kavmiyet esası ismi ile 24 Kurulduğu bölge ve yer ismi ile 41 Kurucu ismi ile 12 tanesi Türk ismi ile kurulmuş ve de tanınmıştır. 125 devletin 118 tanesini yine biz yıkmışız ancak 7 tanesini başka devlet veya milletler yıkmıştır. Dünya şu gerçeği iyi bilsin ki bizim kimseye kötülüğümüz olmadı, bizden başka! Görülüyor ki bu kadar da birbirimize düşmekten geri duramamışızdır. Uzun yüzyıllar Arapların “Etrak-ı bi idrak “yani “anlayışsız Türk” deyimini de milletimiz için kullanmaktan da geri durmamışızdır. Acaba hangi millet veya devlet kendi kurucusu olduğu milleten utanç duyar, aşağılanmasına müsaade eder, bunu iyi düşünmek lazımdır. Tarihte ibret almak milletlerin ömrünü uzatır. 
İşte M.Ö. 209 yılından M.S. 2013 yılına kadar Türk ismiyle kurulmuş olan devletlerden de ancak 3 tanesi hayatını devam etmektedir. Kendi kurucusu Bu üç devlet başında Türkiye Cumhuriyeti gelir ki; zaten hemen Türkmenistan Cumhuriyeti ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti gelir. KKTC’yi de zaten Türkiye’den başka devlette tanımamıştır. Bu devlet isimlerden bile rahatsız olur duruma gelmişiz ki durmadan milletin ve devletin ismi ile oynar durumdayız. Kalkınmayı, ilerlemeyi ve dünya devleti olmayı engelleyen acaba sadece ismimiz mi ki; Allah aşkına bu kavramlara takılıp duruyoruz.   
Bakınız Asya, Avrupa, Amerika ve Afrika’daki ülkelere kurdukları devletlerin isimleri yüzde doksan dokuz kurucu milletlerinin ismi ile bilinmekte ve resmi olarak da tanınmaktadır. Mesela; İngiltere- İngilizler, Fransa-Fransızlar, İtalya-İtalyanlar, Almanya-Almanlar, Yunanistan (Greek)-Yunanlılar (Greeks), Bulgaristan-Bulgarlar, Rusya-Ruslar, İran(Pers)- İranlılar(Persian), Suudi Arabistan-Araplar, Mısır-Mısırlılar, Macaristan(Hungary)-Macarlar(Hungarian), İspanya-İspanyollar, Portekiz-Portekizliler, Meksika-Meksikalılar, Hindistan-Hintliler, Japonya-Japonlar, Çin-Çinliler, Kore-Koreliler, Pakistan- Paklılar, Moğolistan-Moğollar, Sırbistan-Sırplar, Hırvatistan-Hırvatlar, Romanya-Romenler, Gürcistan-Gürcüler ve daha birçok devlet kendi kurucu milletlerinin isimleri devletlerinin de ismi olmuştur. Hatta eksiksiz olarak söylüyorum yüzden fazla devletin dili de kurucu milletlerinin dili olarak kabul edilmiş ve de bu dilleri de kendi milletlerinin isimleri ile tanınmıştır.
Demek istiyorum ki; örnek aldığımız veya aynı uluslar arası örgütlerde beraber olmak istediğimiz ülkelerden acaba hangi devlet kurucusu olduğu “millettin” isminden vazgeçmek istemiştir. Acaba bu devletlerden hangisi kendi devlet sınırları içerisinden yaşayan hangi azınlık toplumlarına veya diğer etnik yapıda olanlara ana dilde eğitim hakkı vermiştir Almanya neden Türk kolejlerinin kurulmasına müsaade etmez. Oysa Türkiye’de Alman kolejleri eğitimine devam etmektedir. Almanya’da neden Türk kolejleri olmasın? Yani bu söylem şu manaya gelmiyor mu? “Almanya’da dört milyon Türk var acaba neden kendi dillerindeki eğitim hakkını vermiyor.” Hemen cevabını verelim Almanya’da, İngiltere’de Fransa’da İtalya’da dâhil ulus devlet olmaktan gocunmazlar tam tersine övünürler. Fransa’da dikkati mi çeken bir durum var. Bakınız Fransız milli futbol takımına simsiyah her dinden ve her dilden toplum var ama hepsi birden “ben Fransızım” diyor. Yine İngiltere Parlamentosuna bir göz atalım acaba Lordlar Kamarasında kaç tane Hint asıllı veya -görüntüsel olarak- kaç tane zenci parlamenter görebilirsiniz. Bununda cevabı elbette bilmiyorum veya yoktur olacaktır. Peki, TBMM’de etnik veya dini farklı olan milletvekilleri seçildi mi? Hem de çok kişi seçilip görev yapmıştır. Kısacası; beyler demokratik gelişim ve insan hakları konusundaki yapılan çalışmalara desteğimiz sonsuzdur. Fakat yapılan yeniliklerin bazılarının eksik ve hatalı olduğunu söylediğimiz zaman bu yenilikleri yapanlar, bu eleştirilere kızmasın, tam tersine bu eleştiri veya önerileri değerlendirip gerekli düzeltmeler yapsınlar. Yoksa tarihe bir bakalım;  bu eleştirilere kulak vermeyen milletler büyük zararlar görmüşlerdir. Yani tarih büyük bir devletler mezarlığıdır. Tarihten ibret almak daha ziyade kötü işlerin bir daha yapılmaması içindir. Türk tarihinde bir örnek vermek istiyorum. 
Ecdat diye övündüğümüz Osmanlı Sultan II. Abdülhamit eğitim alanında, kültürel alanda dahası meşrutiyetleşme alanında hatta bazı durumlarda olmaması gereken yeniliklere evet demiştir. Fakat gerek vatan bütünlüğü konusunda gerekse “ana dil” konusunda asla taviz vermemiştir. Tam tersine “Türkçe resmi dildir” ibaresini Kanun-i Esasiye kendisi koydurtmuştur. II. Abdülhamit’in “vatan bütünlüğü” konusundaki hassasiyetin bize Filistin’de bir “İsrail Devleti” kurulması için çaba sarf eden Musevi asıllı Theodar Herzl gayet iyi anlatmaktadır. Sözün özü acaba hangi millet kendi ismini ve dilini kullanmaktan gocunur ve geri durur. Öyleyse biz bu milletlerden olmamak için şanlı tarihimize bakarak ecdadın yaptığı gibi hoşgörümüzden vazgeçmeyerek ama üç kıtaya yön veren otoritenin de sahibi olduğumuzu hatırlayarak. Dünyadaki siyasi ağırlığımızı korumalıyız. Gerek içerideki gerekse dışarıdaki ufak tefek sorunlara takılıp kalmadan ve kendi öz benliğimizi kaybettirecek işlere girmeden aklı selîm davranmalıyız. Tıpkı Macaristan Cumhurbaşkanının övgüsünde olduğu gibi sevecen ağır ve koruyucu olmaktan geri durmamalıyız.  
Türk kökeninde gelen Hungary (Macaristan) Cumhurbaşkanı ne demişti; “ülkemiz Türkler değil de başka bir millet tarafından alınsaydı, dilimizi ve dinimizi değiştirmemizi isteyeceklerdi, biz de asimile olacaktık.” Sayın Cumhurbaşkanım biz bütün mazlumlara aynı hoşgörüyü gösterdik ve bugün o kavimler birer özgür devletler olarak hayatlarını devam ettirmektedirler. Ama zalim devletler ise bugün kendi dertlerine düşmüşlerdir. İnan ki; Asya ve Afrika torakları ve insanları olmasa aç bile kalacaklardır. Türkiye Cumhuriyeti ise bu kadar meselesine rağmen yükselme yolunda ilerlemektedir. İnşallah “maziden-geçmişten” aldığı güçle “atîde de-gelecek de’ eski günlerini aratmayacaktır.