“Fedek arazisi, Resûlullah’ın elinde idi. Vâridatını / gelirlerini Allah’ın gösterdiği mahalle / yere sarf ederdi. Ebu Bekir ve Ömer de, o veçhile / o şekilde amel / hareket ettiler. Sonra ceddim Mervan, onu mukataa etti / kira karşılığında kesime verdi. Şimdi bana kaldı. Halbuki benim malım değildir. Şahit olunuz ki, ben onu ahd-i Resulullah’da / Resulullah zamanında olduğu hâle irca ettim / döndürdüm.” dedi.

     Ondan sonra Ömerü’l-Adl, Hz. Ömer ibni’l-Hattab gibi yevmiye / günlük beytü’l-mâlden / devlet hazinesinden nafaka alır oldu. Fakat aldığı şey pek cüz’î / az idi. Hattâ bazı rivayetlere nazaran aldığı nafaka yevmiye, ikişer dirhemden ibaret imiş.

     Zâtının ve hânesinin idaresini bu hâle koyunca, halkın dahi ona uygun hareket eylemesi tabii idi.

     Fakat hak sahiplerinin, özellikle Nübüvvet hânedanının hukukunu ifada asla kusur ve noksanlık etmezdi.

     Hattâ Fâtıma binti Hüseyin ibni Ali hazretleri: “Ömer ibni Abdülaziz kalsaydı, biz bir şeye muhtaç olmazdık” diye buyurmuştur.

     Lâkin Ömerü’l-Adl’in bu şer’î / şeriata, dine uygun tavırları, bunca yıllardan beri refah ve sefahate alışmış olan Ümeyye oğulları emîrlerine dehşet vermekle hanedanlarının en büyüğü olan Fâtıma binti Mervan’ın yanına toplanıp feryât eylediler. O da gelip Ömer ibni Abdülaziz ile görüştü, söyleşti. Ondan çıkar yollu bir cevap istedi.

     Halife hazretleri ona cevaben “Allah Teâlâ Hz. Muhammed’i âleme rahmet olarak gönderdi, azab olsun diye göndermedi. Resul-i Ekrem, âlem-i ılliyyine / cennetteki en yüksek bir makama gitti. İnsanlara içme hakkı müsavi / eşit olan büyük bir nehir bıraktı. Ebu Bekir ve Ömer; mucibince / gereğince amel ve hareket eylediler. Sonra Yezid ve Mervan ve oğlu Abdülmelik ve onun oğulları Velîd ve Süleyman bu nehirden müsteski oldular / su almış oldular. Nevbet / sıra bana geldi. Halbuki nehr-i azim / büyük nehir kurumuş idi. Hâl-i aslisine / eski durumuna irca olunmadıkça / döndürülmedikçe eshabını / sahiplerini kandırmaz” deyince Fâtıma: “Ne demek istediğini anladım. Tafsile hâcet yok. Fakat Benî Ümeyye bir gün fırsat bulup sana bir zarar ederler!” dedikte Halife hazretleri gazaba gelip: “Her korktuğum gün, kıyamet gününden daha korkunç değildir.” dedi.

     Aktar-ı arzda / yeryüzünde olan Müslümanların hâllerini düşünür. İçlerinde aç, muhtaç, alil /  sakat ve fakir olanları aklına getirir. Mazlûm ve makhur / kahra uğramış, garîp, esîr olan ve daha nice muhtac-ı iane / yardıma muhtaç biçareler gözü önüne gelir. Yevm-i kıyamette / kıyamet gününde Rabbinin onları kendisinden soracağını, davacısının bizzat Hz. Muhammed olacağını hayal eder. “Kendimi kurtaramazsam halim nereye varacak?” diye düşünür, kendi kendine ağlardı.

     Ömer ibni Abdülaziz, âbid / çok ibadet eden, zâhid / züht sahibi biriydi. Onun zamanında da halk ibadet ve tâat yoluna girdi. Meclislerinde: “Bu gece evradın / virdlerin / okuman gerekenler ne idi? Kur’an-ı Kerim’den kaç âyet hıfz ettin / ezberledin? Bu ay kaç gün oruç tuttun?” gibi sözler söylenir oldu. Zaten “İnsanlar meliklerinin yolundadır.”

     Oğlu Abdülmelik pederi Ömerü’l-Adl’e “Allah’ın emrini icrada / yerine getirmekte hiçbir şeyi düşünme. Gerek kendini ve gerek beni bu yolda feda et” dedikte Ömerü’l-Adl “Oğlum dedi. Eğer senin dediğin yola gitsek nâs / halk bizi kılıca muhtaç eder. Halbuki ihyası kılıca bağlı olan hayırda hayır yoktur” demiş.

     Yine bir gün Abdülmelik pederine: “Ya Emîre’l-mü’minîn! İhya etmediğin bir hak ve imha etmediğin bir batıl kalırsa, Rabbinin huzuruna vardığında ne diyeceksin?” dedikte pederi: “Oğlum! Senin ecdadın, nâsı hakdan inhirafa / sapmaya dâvet eylediler. İşler çığırından çıkarıldı. Şer / kötülük çoğaldı, hayır azaldı. Şimdi nevbet / sıra bana geldi. Madem ki bu ahvalin / hâllerin def’aten / bir kere de ıslahı / düzeltilmesi kabil / mümkün değil. İyisi bu değil mi ki, her gün bir hakkı ihya ve bir bâtılı / yanlışı imha edeyim ve ölünceye dek her gün bu yolda gideyim” diye cevap vermiş.

     Ömer ibni Abdülaziz, savaşı son çare görür. Savaşa meydan vermeden sorunları çözmek isterdi. Savaş son çare olmalıydı.

     Benî Ümeyye emîrleri gördüler ki, Ömer ibni Abdülaziz’in hilafet müddeti uzarsa ihtimal, Yezid’i halifelikten çıkarmakla hilafete iyi bir zatı veliahd eyler ve iş bütün bütün onların ellerinden çıkar diye korkup endişe ederek onu zehirlettiler.

     Ölüm döşeğinde yatarken, sırtında kirli bir gömlek vardı. Yıkanması için çıkardığı takdirde, yerine giyecek başka bir gömleği yoktu!

     Bir cuma günü 40 yaşında vefat etti / öldü. (Ahmed Cevdet Paşa)