İbrahim Güray AYTEKİN

Türklerin atalarının MÖ 2500 ile MÖ 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlayan ve MÖ 1700 ile MÖ 1200 yılları arasındaki Andronovo Kültürü ile devam ettiğini savunurlar. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, MÖ 1700 yılları sonrasında kitleler halinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir. Bilinen ilk Türk devleti İskitler’dir (Sakalar).

Türk tarihi geçmişe en uzak senelere dayanan millet tarihleri arasında yer alıyor. Türk tarihi, günümüzdeki Türk halklarının ve yabancı halkların arasında Türk dilini konuşmuş olan Türk topluluklarının ortak tarihidir. Göktürklerden önce varolmuş Türk dili konuşan topluluklar bazı tarihçiler tarafından, Türk tabiri yerine Ön Türk tabiri ile anılır.

Avrasya ve Kuzey Afrika’da ortaya çıkan her halkın tarihi uzaktan veya yakından Türklerin hareketlerinden etkilenmiştir. Türkler doğu kültürlerini batıya ve batı kültürlerini doğuya taşımakla da önemli bir rol oynamışlardır. Kendi dinleri Tengricilik’ten sonra benimsedikleri yabancı dinlerinde çok kez öncüsü ve savunucusu olmuş ve yayılmalarını ve gelişmelerini sağlamışlardır (Mani dini, Musevilik, Budizm, Ortodoks ve Nasturi Hristiyanlığı, İslam).

Türk adının bilim çevrelerince kabul edilen ilk kullanımı 1. yüzyılda Pomponius Mela ve Plinius adlı Romalı tarihçilerce kaydedilmiştir. Azak'ın doğusunda yaşayan insanlar Turcae/Tyrcae adı ile kayda geçmiştir. "Türk" (veya Türük, Török, Törk) adı Türkçe belgelerde ilk defa Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtlarında (Türk veya (Kök Türük) şeklinde geçer.

Türk adı, ilk dönemlerde belirli bir toplumun kavmî ismi olmak yerine siyasi mensubiyeti belirleyen bir isim olarak ortaya çıkar. Bu kelimenin "türe-" eyleminden, "töre" isminden türetildiği ve türeyen, töreli, tüzüklü (kanunlu) anlamına geldiği düşünülmektedir. Kelime zamanla güçlü, kuvvetli ve güzel anlamlarına da gelmiştir. Türkî-i Çeşm (Güzel Göz), Türkî-i çin (güzel güneş) terkiplerinde de gördüğümüz Türk kelimesi özellikle Fars ve Arap şiirlerinde ortaya çıkar. Bir görüşe göre de Türk kelimesi hakanlar sülalesi olan Aşinaoğulları'nın unvanıdır ve bu sülaleye mensubiyet Türklükle anılır. Türk kelimesi ilk olarak Göktürk Devleti vasıtasıyla bir devletin adı olur ve bu devlete mensubiyeti bildirir.

Altay dağlarının eteklerinde demircilik, maden işlemeciliği ve hayvan yetiştiriciliği yapan bir Türk boyuna Çinliler tarafından T'uküe denmiştir. Bu kelime içinde çoğul haliyle Türük kelimesini barındırmasıyla önemlidir. Nihayetinde bu kabile adı şimdiki kullanımı olan Türk ya da Türük şekliyle, 8. yüzyıla ait başlıca yazılı eserlerde geçer. Türk kelimesi "güçlü" ya da "güçlüler" anlamına gelmektedir. Müslüman halklar çok kez karşılaştıkları Tu-kiulerden başka boyların da aynı dili konuştuğunu fark edince hepsini Türk olarak adlandırmışlardır.

Divanu Lugati't Türk'te Kaşgarlı Mahmud Türk kelimesini açıklarken, Nuh'un oğullarından birine Allah tarafından verilmiş bir isim olduğunu ifade eder ve Türk'ün halkının da bu isimle anıldığını eklemiştir. Allah'ın ordusuna Türk dediğini ve memnun olmadığı halklara cezalandırıcı olarak gönderdiğini eserinde yazmıştır. Ünlü Türkolog Arminius Vambery ve Jean Deny tarafından 1879'da Türk "türemek" yani "aniden beliren", "türeyenler" anlamında ifade edilmiştir. Türkolog Gerhard Doerfer Orhun Yazıtları'nda kullanıldığı anlamda Türk kelimesine "devletine bağlı" anlamını vermiştir.

Göktürkler, sadece devletlerini değil kendilerini de Türk diye tanımlayan ilk topluluktur. Orhun Yazıtları'nda Türk; güçlü, savaşçı, Tanrı'nın yeryüzündeki gölgesi, sadık gibi ifadelerle anılır.

Dünya üzerinde yaşayan insan topluluklarının milletleşme süreci onların avcı-toplayıcılıktan çiftçi-çobanlığa geçmesi ile başlar. Türkleri oluşturacak insan topluluklarının MÖ 6000'lerde koyun yetiştiriciliğine başladığı düşünülmektedir. Bu tarih atlı göçebe Türk kültürünün başlangıcı olarak kabul edilebilir. Bu değişiklikler ile Anav kültürü ortaya çıkmıştır.

Türklerin atalarının MÖ 2500 ile MÖ 1700 yılları arasındaki Afanasiyevo kültürü ile başlayan ve MÖ 1700 ile MÖ 1200 yılları arasındaki Andronovo kültürü ile devam eden dolikosefal mongolitlerle ortak yönleri bulunmayan Brakisefal ırka dayandığını savunurlar. Bu ırkın savaşçı ve göçebe kültüre sahip olduğu, MÖ 1700 yılları sonrasında kitleler hâlinde Altay Dağları ile Tanrı Dağları arasındaki bölgeye yayıldığı bilinmektedir.

Botai kültürünü Türklerle ilişkilendiren kaynaklara göre, süvari tekniğini bulan, yani modern anlamda at binen ilk kavim Türklerdir. Çinliler de ata binmeyi MÖ 3. yüzyılda Hunlardan öğrenmişlerdir.

Türk adı ilk ortaya çıktığında günümüzdeki gibi bir ırk kavramını karşılamıyordu. Türk adı, t’ou-kiue biçiminde çevrilerek ilk olarak 6. yüzyıl Çin kaynaklarında görülür. Bunun aslının Moğolca çoğul biçiminde "Türk-üt" olduğu kabul edilir. Türkçedeki karşılığı ana kök güçtür. Dîvânu Lugâti't-Türk'te, olgunluk zamanı, olgunluk, gençlik çağının ortasındaki genç, sert ve cesur anlamlarına gelen türküt kelimesidir.

6. yüzyıldaki ilk yazılı belge Bugut Yazıtı'dır. Eserin dili Soğdcadır ve yazıtın yüzeyinde dişi kurttan süt emen kolları kesilmiş bir çocuk canlandırılır. Anıt, 6. yüzyılın olaylarını anlatır ve Ergenekon destanını canlandırır. Anıttaki anlatılar, ayrıca bir Türk büyüğünün Çinli Han kayıtçısına anlatısına göre Çin belgelerinde de yer alır.

Türk adı bugün kullandığımız şekli ile ilk kez 8. yüzyılda Göktürkler dönemine ait Orhun Yazıtları'nda geçmektedir. "Türk" adıyla kurulmuş ilk ve Türk adını resmî devlet ismi şekliyle kullanan ilk Türk devletidir. Devletin kurucusu ve ilk önderi Bumin Kağan'dır. Bumin Kağan'ın kardeşi İstemi Kağan ülkenin batı kanadını yönetirdi. Göktürkler komşuları olan ÇinSasani (İran) ve Bizans İmparatorluğu ile askerî, siyasi ve ekonomik ilişkiler kurdular.

Batı dünyasında ise 6. yüzyılda Yunan çevirisi ile Menandros Protekorda "tourkus" olarak geçmiştir. 

Oğuzlar, Oğuz Kağan Destanı'na göre 24 boydan ve Kaşgarlı Mahmud'un Divânu Lügati't-Türk eserine göre 22 boydan oluşan en kalabalık Türk boyu.

Oğuz Kağan Destanı'na göre Oğuz boyları; 24 Oğuz boyunu önce iki kolda (Bozoklar ve Üçoklar) daha sonra Oğuz Han'ın 6 oğluna ve son olarak da onların 4 oğluna ayırmaktadır. Listelerin kaynakları, Kaşgarlı Mahmud ve 14. yüzyılda yaşayan Reşideddin'e dayanmaktadır. Reşidüddin 24, Kaşgarlı Mahmud ise 22 boy saymaktadır.

Türk’lük kavramının ortaya çıkışı bugün Türk olarak tanımladığımız toplumların tarih sahnesine çıkması ile neredeyse yaşıttır. Bunun yanında “Türk” ifadesinin nasıl ve ne zaman kullanılmaya başlandığı ile ilgili yoğun bir handikap ve bilgi kirliliği mevcuttur. Araştırılması ve bu araştırmaların arkeolojik çalışmalarla teyit edilmesi çok zor olan Asya tarihi maalesef kimi tarihçilerin keyfe keder yorumlarlarıyla ciddiyetsiz bir hal almış durumdadır. Günümüzde yapılan detaylı araştırmalarda ve Türk’lerin ilişkide bulunduğu toplumların tarihlerinde kendi Tarihimizin izlerine rahatlıkla ulaşabiliyoruz.

Pek çok tarihçi Sümer Devletinin kurucularının Asya’lı olduğunu kabul eder. Asya’dan göç ettikleri ve Beyaz Irk’a mensup Yuvarlak Başlı (Brakisefal) bir ırk olduğu kesin olarak tespit edilen Sümer toplumunun Türk Alfabesi ve Türkçe ile çok yakın bağıda Sümerlerin Ön Türk kökenli bir devlete sahip olduğunu açıkça ortaya koyar. Sümerlerdeki TÜRKİ adlı Site devletinin varlığı ve halkının Türkçe konuşuyor olması bu toplumun ilk Türk Devleti olduğunu ortaya koyuyor.  Sümerlerin son dönemlerinde varlığı kesin olarak ortaya çıkan TÜRKİ Devleti ne zaman vücut buldu ve tarih sahnesine çıktı tam olarak tesbit edilmiş değildir

Yaşanan Tufan sonrası Sümer Devletler topluluğu halen ayaktaydı ve güçlü bir yapıya sahipti. Düşünülen odur ki, Aral gölünden Mezopotamya’ya inen Ön Türk’ler burada kurdukları Şehir Devletini Tufan sonrasında yeni bir inanışa göre yeniden adlandırdılar. -3.000 lerde yaşandığı düşünülen Tufan’dan sonra Hz. Nuh, çocuklarını toplumların başına Lider olarak göndermişti. 

Arap Tarihçilerinin bu konuda yaptıkları araştırmalar oldukça ilginçtir. Bu araştırmanın sonuçları bizi Aral Gölünden Mezopotamya’ya göç eden toplumların tufandan sonra kendilerine TÜRK ünvanı verdiği gerçeğine ulaştırıyor. Binlerce yıldır bilinen, Bozkır Türk’lerince efsane olarak babadan oğula anlatılan bir mitdir ve Selçuklu döneminde Anadolu ya giren Türkler içerisinde bile anlatıla gelmiştir. Öyle ki Cumhuriyetin kurulduğu yıllarda Atatürk tarafından kurulan Türk Tarih Kurumu da bu bilgiyi Halk dilinden kaleme almış ve gerçekliği üzerinde araştırmalar yaparak itibar etmiştir.  

Yakın zamanda ortaya çıkartılan Sümer yazıtları, Hatti yazıtları, Gılgamış destanı, Arap tarihçilerinin araştırmaları, Etimolojik ve Arkeolojik bulgular her halde bu tezi desteklemekte ve gerçekliğini ortaya çıkartmaktadır. Atatürk’ün; kurşun kalemle, iki küçük not kâğıdı üzerine sığdırdığı Türk tanımı ise adeta yukarıda anlatılan TÜRK  kimliğinin doğuşunu özetle anlatan son derece manidar bir belgedir.  

Afet İnan; öğretmeni olan İsviçreli antropolog Profesör Eugène Pittard’ın, kendisine doktora tezi olarak verdiği “Türk Milleti’nin Özellikleri” konusunda Atatürk’ten yardım istemiştir. Atatürk; Afet İnan’ın önce kendi görüşlerini yazmasını istemiş, daha sonra fikrini belirteceğini söylemiştir.

Afet inan, uzun bir çalışma hazırlamış ve Atatürk’e sunmuştur. Bu tanımı çok uzun bulan Atatürk, “Önce sana milletimizi anlatayım” diyerek, kısa ve öz ifadelerle kendi Türk tanımını, elinin altında bulduğu iki küçük not kâğıdı üzerine karalayıvermiştir.

“Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne en aşağı 7 bin senelik Türk Beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgârlarıyla sallandı; beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı, o çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvelâ korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı, onların oğlu oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu, şimşek, yıldırım, güneş oldu. Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir.”