Merhum, M. A. Ersoy; “Şayet ders alınması bilinmezse” buyurmuşlardır ve zaten doğru olanı da budur. Zira, tarihi hatalardan ders almasını bilmeyen bir ulusuz! Sebebi basit; bizlere tarih öğretilmemiş, sevdirilmemiş ve gerçek tarih ise her daim halk tabakasından gizlenmiş, sadece ve sadece; kazanılan zaferlerle, bizlere düşman saydığımız ulusları kötülemekle döşediğimiz ve de adına resmi tarih koyduğumuz öğreti kitabını ilk okul V. sınıftan itibaren talebelere okuttuk ve günümüzde de aynı işlem devam etmektedir. Kaldı ki, (NUTUK) dahi,  bir devrin vak’alarını yansıtan siyasî bir eserdir. Nitekim Gazi Hazretleri’nin fikir yapısı ve vakalar hakkındaki mütalâalarını, (SÖYLEV VE DEMEÇLER) kitabında bulursunuz. 
(14-15 yaşlarında) bir çocuğun talihsiz bir akıbete uğrayıp, körpecik yaşında hayatından olması, cidden hemen her vicdan sahibini ziyade üzer ve de üzmüştür. 
Ne var ki, o güzelim yavrunun uğradığı feci akıbeti, kendilerine siyasî malzeme yaparak medya’nın her dalından faydalanıp, başta İstanbul olmak üzere bilhassa büyük şehirlerde binlerce kişi yürütüp, gövde gösterisiyle başta hükümet olmak üzere AK Parti taraftarlarına gözdağı vererek, korkutup susturmaya çalışmak, hiç de şık bir icraat olmamıştır!... 
Bendenizi bütün okuyucularım bilir. Hemen hiçbir partinin veya bir değişik siyasî kuruluşun üyesi olmadığım gibi, Sayın Başbakanımız, R. T. Erdoğan beyle de hiçbir bağım yoktur. Ayrıca AK Parti’nin avukatlığına da soyunmuş değilim ve zaten, mezkûr parti’nin ne benim ve ne de başkaların avukatlığına ihtiyacı yoktur kanısındayım. 
Bendenizi rahatsız eden Yeniçeriler gibi “Kazan kaldırma” misali uygulanan miting hareketidir!... Herhangi bir icraatı tenkit için girişilen hareketin normal bir protesto mitingi olması lazım gelirken; 10.000’lerce insanı sokağa dökmenin acaba manası ne ola ki?... 
Bir Yazar şöyle diyor: 
(AH BE ÇOCUK... Berkin Elvan... 269 gün direnen ve sonunda sonsuzluğa giden çocuk...
Herkesi yasa boğan çocuk.. Bizi ağlatan çocuk... 15 yaşında iş, güç, aşk, aile diyemeden göçen çocuk... 
Senin arkandan ağlayamayan yöneticiler olduğunu biliyor muydun... 
Bu utancı yaşamadan gittin çocuk... 
Gördün mü eylemlerde elinde sapan, yüzünde kırmızı bir bez parçası taşıyan sana benzeyen (ya da sensin) birinin görüntüsünü kullanmışlar. “Hak ettin” demeye getirmişler. 
Ne işi vardı o eylemde demişler 
Ahlaksızca yazmış, çizmişler 
O sen miydin çocuk? Eğer öye ise gurur duydum.) 
Bakınız: “MİLLİYET GAZETESİ” 12 Mart 2014 Çarşamba. 
Ellerinde sapan, yüzlerinde maske, düşmana saldıran çocuklar, Merhum Yaser Arafat’ın gönüllü küçükleriydi ki, bütün dünya onlara hayranlık duymuştur. 
Ancak, çok şükür bizim ne topraklarımız gasp edilmiş ve ne de buna benzer bir durum mevcuttur. Kaldı ki, bizim milletimiz tarihinin hemen hiçbir döneminde çocuklarını ne askeri amaçla ve ne de bir başka iç meselesinde kullanmaya kalkışmamıştır. Gerçi, İstiklal Harbimizde mermi taşıyan çocuklar, askeri posta vazifesi gören çocuklarımız olmuştur. Ama, böylesi hiç olmamıştır. Çünkü Türk milleti böyle bir duruma tavassut etmemiştir ve zaten etmez de, çünkü “Millî karakteri” böyle bir davranışa kesin manidir. 
Bakıyorum da bugün bir yazar da değil, bir çok yazar zavallı “siyasilerin kurbanı” gencecik bir yavru, henüz hayatının baharında ebediyete göçmüş!... 
Ana muhalefet ve yine muhalefette olan iki parti, gece gündüz demeden AK Partiye de değil, Sayın Başbakan’a çatıp durmaktadırlar. Gerekçe, gerekçesi şu: Başbakan haram yiyor, hırsızlara göz yumuyor, dilim varmıyor daha bir çok ağır ithamla suçlanıp, iktidarı bırakmasını istiyorlar... 
TARİH TEKERRÜR           EDER Mİ!...
Evet, tarih tekerrür eder! Çünkü ders alınması bilinmemektedir!... 
Bunu niçin yazıyorum? Şunun için yazıyorum: (1959-1960) yılları arasında iktidar ile muhalefet, öylesine kapışmışlardı ki, sanki iki düşman millet manzarası arz etmekteydiler... Ana muhalefet partisi CHP, iktidar partisi DP taraftarı gazeteler en acımasız şekilde yekdiğerine saldırmakta, olmadık hakaretler, olmadık iftiralarla birbirlerini suçlamaktaydılar. Hele DP “Vatan Cephesi” adıyla bir kuruluş meydana getirdiğinde, artık ok yaydan fırlamıştı; ne muhalefet, muhalefet, ne de iktidar, iktidar partileri idi. Bunlar sanki Türkiye Cumhuriyeti Parlamentosu’nu değil de, yekdiğerine düşman olan iki ülkeyi temsil etmekte idi. 
Bu durum nereye kadar vardı? Şuraya kadar varmıştı; Merhum İsmet Paşa (İnönü) İstanbul’a teşriflerinde saldırıya uğramışlardı. Halk ise ikiye ayrılmış CHP ile DP taraftarları olarak yekdiğerlerine düşman kesilmişlerdi. Meselenin en hazin tarafı da; semt kahveleri dahi ikiye bölünmüştü: CHP’liler ayrı, DP’liler de ayrı kahvelere çıkmaktaydılar. Dahası aileler dahi ikiye ayrılmıştı... 
Bu meyanda İsmet Paşa’ya yapılan saldırı, suyu taşıran son damla olmuştu. Çünkü, İsmet Paşa (İnönü) tarihi bir şahsiyetti ve bu durumdan Ordu da rahatsız olmuştu ki, zaten hayli zamandır Ordu’da bir kaynaşma vardı. Nitekim çok geçmedi ve 27 Mayıs 1960 Askeri darbe ile kavga noktalandı. Velâkin, her iki cenah arasında husumet bitmedi. Diğer taraftan Demokrat Parti Hükûmeti topyekün “Yassı Ada”ya götürüldü. CHP taraftarı gazeteler: Merhum Cumhurbaşkanlarımızdan Celal Bayar için: “Harp Okulu Talebelerini kıyma makinelerinde et yığını haline getirterek, Saray-Burnundan denize attırmış, Adnan Menderes, cımbız parasını dahi örtülü ödenekten almış ve daha akla gelmedik iftiralarla zavallıları lekelemek ve milletin gözünden düşürebilmek için her ne lazımsa yapmışlardı...” 
Sonuç? Sonuç şu “Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan asılarak idam edildi ve Demokrat Parti de tamamen tarihe gömüldü... CHP’li yurttaşlar, Demokrat Partili yurttaşları muhtelif iftiralarla lekelemeye kalktılar ve bazıları da bu sebeple; işini gücünü kaybetti ve böylece hayatları söndü...”
Yassı-Ada duruşmalarında Merhum Celal Bayar’ın öylesine iğrenç cinayetler işlememiş olduğu ve Merhum Menderes’in örtülü ödenekten istifade yoluna gitmediği açıkca meydana çıktı. 
Günümüzde ise; Merhum Menderes’in anıt-mezarı tüm heybeti ile görülmektedir!... İstanbul Üniversitesi’nin  o yıllardaki Dekanı, Ord. Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın ısrarlarıyla, Orgeneral Cemal Madanoğlu kanalı ile ülkemizin üç değerli evlâdının yitirilmiş olması, Türkiye için gerçekten büyük bir kayıp olmuştur!... 
Bir husus daha var ki onu da yazmadan edemeyeceğim: (Merhum Adnan Menderes, Devletten maaş almayan yegane Başbakan olmuştur.) 
Yüksek tahsil gençliğimizin nice değerlerini Dekan Ord.Prof. Dr. Sıddık Sami Onar’ın efsunu ile harekete geçerek, siyaset kurbanı oluşu ve daha sonraki nesillerde de aynı taktiğin devam etmesi hiç de küçümsenecek bir durum değildir!... 
Öfke ile kalkıp, öfke ile oturan muhalefet partilerimiz ve iktidar partisi, lütfen bu yanlış tutumunuzu terk edin! Türkiye’nin düşmanları sizlerin bu halinizi sevinç içinde izlemektedir. Zira, onların yapmak istediklerini, zaten sizler yapmaktasınız... 
Bizler kendi aramızda bir barış sağlayıp yekdiğerimize yapışmadıkça, ister istemez ülkemizi yemek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmekten kurtulamayacağız!... 
“Kardeşlik, Soydaşlık”, “İki devlet bir millet” gibi militarist sloganlar, bizlere hiçbir hayır getirmez. Hemen her ülke kendi halkı ile bir bütün teşkil eder. Başka ülkelerin soy birliği, kardeşlik gibi yakınlıklardan fayda umması, beyhudedir. Zira, ülkeler arası münasebetlerde hemen her ülkenin birinci derecede dikkate alacağı ilk kendi ülkesinin “Millî menfaatleridir”. Bunun aksini düşünmek, sadece hayalden ibaret kalır. Millî yapının sağlam temellere sahip olabilmesi, o ülke mensuplarının topyekün, yekvücut olmalarıyla mümkündür. Bizde ise “Müslim, Gayr-ı Müslim” ayırımı günümüzde dahi devam etmektedir. Halbuki, bu vatanın topraklarını mukaddes addeden ve uğrunda canını vermekten kaçınmayan hemen her vatandaş Türk ırkından olmasa da Türk sayılmalıdır. Çünkü bu vatanın evlâdıdır!... İslâmî mezhepler arası anlaşmazlıklar da Türkiye’nin yumuşak karnıdır ki, ülkemizin düşmanları bu faktörü dilediklerince kullanabilmektedirler... Dolayısıyla ülkemizde halledilmesi icap eden başlıca problem bu olmalıdır. Görülüyor ki, bu faktör dilediklerince kullanılabilmektedir!.. Körpecik bir gencin cenaze kortejinde yer alan binlerce kişinin içlerinde acaba hiç provokatör yok muydu!... Yoktu olamaz diyen ya zır cahil veya bir takım hesapları olan bir kimsedir diyebilirim. 
Birileri siyaseten işlenmiş bir yanlışın kurbanı olan Berkin Elvan’ın hazin akıbetini istismar ederek binlerce yurttaşın yürüyüşü ile Devlet’e ve Millete gözdağı vermeye çalışması - ki, bu apaçık meydandaydı- çok korkunç bir kumar oynanıyor demektir. Zira yurttaşların sokak mitinglerine alışması, hiç de hayırlı neticeler vermez. Tam tersi, Hz.Allah korusun bir iç savaşa sebebiyet verebilecek ortamlara zemin hazırlar!.. 
Benim anlayamadığım şudur: binlerce kişinin cenaze kortejine iştirak etmesi ve atılan sloganlar toplum üzerinde nasıl bir intiba bırakmıştır ve bu neyi doğrular?.. Tut ki, maya tuttu da CHP ve MHP koalisyon oldu. Peki bu neyi değiştirecektir?.. Millete gözdağı vererek, sindirip iktidar olmak meşru mu sayılır?... Demokratik anlayış bu mudur?... 
Merhum Berkin cenazesi kaldırıldıktan sonra, iki grup arasında çıkan kavgada, (22) yaşındaki Can Karamanoğlu, “DHKP’cili bir grup tarafından vurularak öldürüldü. Bütün bunlar neyin habercisidir?... 
Bilhassa sanat dünyasından meşhur kimselerin gazete sayfalarında boy, boy resimleriyle talihsiz gencin (Berkin Elvan) ardından ağıtlar yakarcasına beyanatlar vermeleri vs. her sınıf insanın kendi payına düşen siyasî pastadan büyükçe bir parçayı almaya çalışması ve diğer taraftan da siyasilerimizin aynı gaye ile meseleye eğilmeleri, bizleri sadece üzmüştür!.. 
Nitekim her iki körpecik vatan evlâdını nasıl sevmemiz icap ettiğini, merhum çocukların babaları bizlere öğretmişler ve müşterek bir beyanat vererek, istismarcıların yüzlerine birer Osmanlı şamarı gibi inmişler. Buyurun okuyun: 
(-: Senin evlâdın, benim evlâdımdır. Bunun kıyası olmaz, acılarımızı siyasete alet edip, nefret ortamı oluşmasına izin vermeyiz.) 
Evet! İki acılı babanın müşterek inanç ve fikri bu merkezde!... 
Her iki acılı baba, talihsiz yavrularının siyaseten nasıl istismar edildiğini gayet açık bir şekilde kamuya duyurmuşlardır!.. 
Siyasi liderlerden kim hırsız, kim namuslu? Bunu bulup çıkarmak, bizlerin değil zabıta ile devletin yargı organlarının işidir!... 
Şimdi bu çok bilen beylere sormak lâzımdır: Tut ki, seçimi sizler kazandınız. Peki gerçekten bu durum içinize sinecek mi!... Korku belası sizlere oy verecek olan vatandaşlar bir yana, kendi partinizin taraftarları da bir şekilde sizlere gocunacak ve diyecektir ki: (Efendiler! Biz ne yaptık?!... Zorla güzellik olur mu?...) 
Belediye seçimlerini sizler mi kazanırsınız, iktidar partisi mi kazanır? Bunun hiçbir önemi yoktur. Çünkü hemen hepiniz de bizleri temsil ediyorsunuz, parlamentomuzun değerli parlamenterlerisiniz. Ama bir husus var ki, işte o çok önemlidir ve şudur: (Sizlerin ve Medyanın yanlışları sayesinde, yüksek tahsil gençliğimiz silâh kullanmaya, milletimiz ise sokağa dökülmeye alıştı ve artık bunu durdurmanın imkânı yoktur!..) 
İlk-Okul beşten, lise sona kadar gençlerimiz uyuşturucuya alışmakta ve bu kötü alışkanlığa kapılanların sayıları her geçen gün artmaktadır... Şimdi soruyourm; “Belediye koltuklarını kapabilme uğruna, yek diğerini en iğrenç iftiralarla lekelemek isteyen sayın Parlamenterlerimiz, körpecik gençlerimizi uçuruma sürükleyen bu kötü alışkanlıkları aşılayanların kökünü kazımayı hiç düşündünüz mü?...” Dahası müşterek hareket ederek bu yok edici akımla birlikte savaşmayı hiç denediniz mi?.. Parlamenterler lehine olan herhangi bir kanun TBMM’sine sunulduğu zaman her ne hikmetse; “İktidar, Muhalefet hep birlikte anında kararın çıkmasını sağlamaktasınız da, sırası memleket işine gelince; O onu baltalar, diğer diğerini baltalar bir hava anında yürürlüğe girmektedir!..” 
Sayın Kılıçdaroğlu ve Sayın Bahçeli! Muhatabınızı aşağılamakla, toplu yürüyüşlerle millete gözdağı vermekle hiçbir yere varamazsınız. İktidar dahi olsanız millet ekseriyetinin sevgisini kazanamazsınız. Tamam yıldırım taarruzlarıyla Sayın Başbakanı bunalıma sürükleyebildiniz. Ancak bu sizin haklı olduğunuzu asla belirtmez. 14-15 yaşlarında körpecik bir çocuğun siyaset arenasına sürüklenmesi ve mizansenli cenaze kortejleri meydana getirerek milleti sindirmeye çalışarak iktidar elde etmeye çalışmak akılcı bir iş değildir. 
Bu makalemi isteyerek yazmadım çünkü böyle hadiseler bendenize hayırlı şeyler hatırlatmaz... Söyleyeceğim son söz işe şu olacaktır: 
Hz. Allah aziz Türk Milletini korusun! 
Saygıdeğer okuyucularım şayet nasipse yeni bir makalemde buluşmak üzere cümlenize hayırlı ve başarılı yarınlar diliyorum efendim. Saygılarımla.