Şehrin orta yerinde sokağın sesini dinlemek mümkün değil.

Yükselen beton duvarların köşesinde kalmış birkaç yeşillik, birkaç ağaç ve birkaç kedi-köpek kaçamak bakışlarla avare dolaşan adımları tanımış olmalılar ki peşime takılıp Tantavi’ye uzanıyoruz.

Ağaçların yapraklarına tutunmuş gökyüzü düştü düşecek. 

İmdadıma yetişir belki diye diz çöker bulduğum benliğimle bulduğum ilk banka sığınıyorum.

1985’ten beri tanırım bu ağaçları. Hiçbir karşılık beklemeden karşılarlar sevenlerini. Gölgelerinin koyu taraflarında bir yerlerde konaklamamıza da bir şey demezler. Hiçbir ücrete tabi olmayan bu ağırlama töreni yalnız benim için mi önemlidir bilemem ama bildiğim bir şey var o da ağacın hayatımızda kadim tarihten beri önemli bir yere sahip olduğudur. Öyle ki İslamiyet öncesi “ağaç kültü” olarak ifade edilen ve saygıdeğer kabul edilen ağaç, günümüzün modernleştirilmiş insanının anlayışı içerisinde yalnız bir görüntü ve küresel sermayeyi elinde bulunduran çevrelerin gözyaşı dökmelerinden ibaret kalıyorsa burada modernizmin, zihinsel kırılmaların yeniden gözden geçirilmesi gerekmez mi?

Tabiat ve ağaçlar modernizme yenik düştü. 

Hiçbir utanç duymadan gidip gölgesine sığınıyor ve güneşin kavurucu sıcağından, insanların boğucu yalnızlığından kurtulabiliyoruz.

Beklide Halil Nihat Boztepe’nin deyimiyle ağaç: 

"Dilinden anlayan olsun ağaç neler söyler!

Esince bâd-i saba her varak haber söyler."

Ya da Arif Nihat Asya’nın ifadesiyle ağaç deyip geçtiğimiz sığınaklarımız için: 

"Bir ağaç ki "ağaç" deyip geçmek adet olmuş"

"Kendisi renkten, ışıktan, kokudan
Bir demet olmuş
Cenneti anlatan
Bir ayet olmuş." 

Mısralarla ağaca biraz daha sığınır, yaklaşırız. 

Kenar semtlerinde kalmışlar, yalnızlar ve garipler olarak; şehrin insanı olmamak ve kaldırımlarda ayak izlerimizi göstermemek adına sığınırız, hatta sarılırız!

Ağaç üzerine Dede Korkut’u konuşturmadım daha! Hele o konuşursa ağaçlar dillenir, yeşerir ve biz şehrin çok bilmişleri insanları ağaç oluruz kapısında. 

Kaskatı kesilir ve birer heykel oluveririz. 

"Ağaç ağaç dersem sana arlanma ağaç
Mekke ile Medine’nin kapısı ağaç
Musa Kelimin asası ağaç
Büyük büyük suların köprüsü ağaç
Kara kara denizlerin gemisi ağaç
Şâh-ı Merdan Ali nün Düldülünün eyeri ağaç
Zülfîkar un kını yılan kabzası ağaç
Eğer erdir, eğer avrat dur korhusu ağaç
Başın ala bakar olsam başsız ağaç
Dibin ala bakar olsam dipsiz ağaç
Meni sana asarlar götürme gil ağaç
Götürecek olunsan yiğitligüm seni tutsun ağaç
Bizim elde gerek idin ağaç
Kara Hindu kullanma buyurayıdum 

Seni pare pare doğramalındım ağaç."

İstanbul’da Ümraniye’de Tantavi adıyla bir park vardır. Benim gençliğimde devasa ağaçlar mahalleye huzur verirdi. Gerçi Osmanlı’da uzun yüzyıllar tamamen ormanla kaplı olan bölgede şimdilerde bir tek Tantavi Parkı kalmış kala kala. Bu yalnız Tantavi için geçerli değil. Şehirlerimiz medenileşmeden yeniden ağaca, ormana ve ağaç kültüne daha çok güzellemeler yakarız biz.

  Her şeye rağmen ağaçların gölgesinde sere serpe uzanan insan, kedi ve köpekler var oldukça ağaç güzellemesi yapılmalıdır. 

Yalnızlığıma ortak olmak lütfunda bulundukları için onlara çok şey borçluyum.

Ağaçlar, hele bir de çınar ve servi ağaçları yok mu doyum olmaz seslerine.